Laricani'nin Şam ziyareti, iddialar ve ihtimaller

img
Laricani'nin Şam ziyareti, iddialar ve ihtimaller YDH

YDH Suriye Temsilcisi Mehmet Serim, İran Meclis Başkanı Ali Laricani’nin Şam ziyareti çerçevesinde Suriye eksenli bölgesel ve uluslar arası şartları yazdı.




İran Meclis Başkanı Ali Laricani Şam’ı ziyaret etti. Bu Laricani’nın kriz başladıktan sonraki ilk ziyareti değil.

Laricani ve diğer İranlı yetkililer bir yandan Suriyelileri ağırladılar diğer yandan sık sık Şam’a ziyaretlerde bulundular.

Ziyarette Suriye Cumhurbaşkanı Beşsar Esad, Başbakan Vail el-Halaki, Meclis Başkanı Cihad Lahham ve Dışişleri Bakanı Velid el-Muallim ile görüşen Laricani’nin açıklamaları klasik destek söylemi çerçevesinde.

İran Meclis Başkanı onca yolu sadece bu klasik açıklamaları yapmak için kat etmedi elbette.

Bu ziyaret krizin başından bu yana işbirliğini daha da arttıran iki stratejik ortağın birlikte sergilemiş oldukları çabaların devamında gelen ve son günlerde bölgede yaşanan gelişmelere göre değerlendirilmesi gereken bir ziyaret.

Kritik dönem

Gelişmelerin hiç bitmediği Ortadoğu coğrafyasında “bugünlerde bölgede yaşanan gelişmeler” absürt cümlesi ile devam edelim.

Muhalif bir kaynağın bize anlattığına göre geçtiğimiz günlerde Deyrezzor’daki askeri havaalanı saldırısı sırasında ABD, BAE ve Suudi Arabistan uçakları Suriye uçakları ile koordineli olarak alan çevresindeki İŞİD militanlarına saldırı düzenledi.

Ancak görüştüğümüz askeri kaynaklara yakın bir isim “hayır bu haber doğru değil, alanın çevresinin bombalanmasında yer alan tek yabancı güç İran uçaklarıydı” dedi.

Geçtiğimiz günlerde Tahran’da Suriye, Irak ve İran arasında yapılan “İŞİD ile mücadelede koordinasyon anlaşması ile birlikte ele alındığında bu yardım, üç ülkenin bundan sonra daha somut biçimde mücadele sergileyeceğini gösteriyor.

Geçtiğimiz günlerde İran uçaklarının Irak’ta İŞİD’e yönelik saldırı düzenlediği iddiası bizzat ABD tarafından otaya atılmıştı. Irak ordusu ise İŞİD üzerindeki baskısını son günlerde yaptığı saldırılarla daha da arttırdı.

Şimdi konuşulan senaryoya göre Irak ve Suriye orduları İŞİD’i sınır bölgesinde örs–çekiç taktiği ile vuracaklar.

Yani İŞİD’e karşı somut mücadelenin düğmesine basıldı denilebilir.

Kader ortaklığı

İran–Suriye arasındaki ilişki birinin diğerine yardımı olarak değil birlikte yapılan mücadele olarak görülürse iki ülkenin ilişkisi daha doğru okunabilir. Şöyle ki:

Her şeyden önce Suriye; Bağdat, Şam, Beyrut, (Kudüs), Tel Aviv, Paris, Londra üzerinden Washington’a uzanan çizgide İsrail’in yanı başındaki Hizbullah’la başlayan ‘Direniş Ekseni’nin’ en önemli halkası.

Bu halkanın kırılması İran’ın bölge ile bağlantılarının büyük yara alması demek.

Dolayısıyla İran Suriye’ye destek verirken sadece Suriye’yi değil sonuçta “Suriye’yi de içine alan bir bütünü” koruma refleksiyle hareket ediyor; tıpkı Rusya’nın yaptığı gibi.

Peki İran’ın ‘Direniş Ekseni’ çerçevesinde Alevi olduğu öne sürülen bir rejim ile işbirliği yapması dinsel kaygılardan mı kaynaklanıyor? Bu soruya örneklemelerle hayır yanıtı verilebilir.

Birincisi İran Şii; ama Suriye Alevi değil. İkincisi İran Şii Hizbullah’a desteğinin yanı sıra Müslüman Kardeşler uzantılı Hamas’a da destek veriyor.

Alevi olduğu söylenen Suriye ise Sünni Hamas’ı yıllarca ülkesinde barındırdı ve İslami Cihat, FHKC gibi örgütlere bir yandan lojistik sağladı, diğer yandan askeri eğitim kamplarında eğitim verdi, İran’dan gelen ya da kendi imal ettiği silahları bu örgütlere ulaştırdı / verdi.

Bu da Direniş Ekseni denince akla sadece Şii–Alevi zincirinin gelmemesi ve daha karmaşık siyasi bir dayanışmanın düşünülmesi gerektiğini gösteriyor.

Üçüncüsü bölgedeki Şii–Sünni mücadelesiymiş gibi görünen mücadele elbette dini unsurlar taşısa da aslında siyasi.

İran’ın bölge ülkelerinden Suudi Arabistan, Türkiye, Körfez ülkeleri ile yaşadığı sorunlar ABD ve Batı ile yaşadığı sorunların (bir açıdan) bir parçası ve yine siyasi sebeplere dayanıyor. Diğer bir deyişle bu ülkelerin aldıkları pozisyonlar küresel ve bölgesel siyasi hesaplar üzerinden.

Ancak bu savaşta asıl hedef “İran’ın Şiiliği yaymaya çalışan sinsi İslam düşmanı olduğu” söylemleri ile perdeleniyor.

Elbette İran ya da Suriye karşıtı söylemlerde ve örgütsel hareketlerde kullanılan yakıtın dini / mezhepsel olduğunu göz ardı etmemek gerekir.

“Şii Hilali” söylemi bu çerçevede ortaya atıldı ve halen kullanılabilen bir propaganda malzemesi olarak tedavülde.

Peki İran gerçekten Şiileştirme politikası uyguluyor mu? Suudi Arabistan ya da diğer bazı ülkelerin Sünnileştirme politikalarından daha fazla değil.

En yakın örneğini Türkiye’de gördüğümüz bu dini söylemler ve çalışmalar sonuçta siyasi mücadelenin bir parçası.

Yoksa Ne Erdoğan’ın, ne Hamaney’in ne kral Abdullah’ın insanları cennete göndermek gibi bir misyonları var.

Nükleer güce sahip olmak için çalışmalarını hayli ilerletmiş İran’ın bu güce kavuşması bölgedeki rakipleri Suudi Arabistan, Türkiye ve Mısır’a büyük fark atması demek. Diğer yandan İsrail nükleer bir İran’ın kendisini her an yok edebileceği korkusunu belli etmekten çekinmiyor.

İran diğer yandan sahip olduğu petrol ve gaz zenginliğini küresel mafyaya teslim etmediği için de hedefte.

Tüm bunlar İran’ın bölge içindeki mücadelesinin ya da tersi İran’a karşı yürütülen mücadelenin dini değil siyasi olduğunu gösteriyor.

Suriye İran kadar büyük / güçlü / zengin bir ülke değil. Ancak Filistin topraklarının, Lübnan’ın tarih içinde bir şekilde ‘büyük Suriye’den’ kopartıldığını savunan Suriye için de siyasi mücadele içinde durum hemen hemen aynı.

Bunun en büyük tezahürü İsrail ile doğrudan ya da dolaylı olarak yaşanan mücadele. Suriye İsrail ile doğrudan Golan için, dolaylı olarak da Filistin, Lübnan, Hizbullah konularında sık sık karşı karşıya geliyor.

Suriye bu anlamda zayıf düştüğü anda İsrail ya da Batı tarafından yutulacağını biliyor.

Suriye diğer yandan ABD ve Batı’nın Ortadoğu politikalarında ve Arap Birliği içerisinde her zaman “çıban başı” olmuş bir ülke.

Bu nedenle daha 1940’larda Amerikan şirketi Aramco’nun “Tapline” boru hattının topraklarından geçmesine, İsrail devletinin kuruluşuna, Filistin halkının haklarının yenmesine ve daha birçok Batı projesine karşı çıktı.

CIA’nın birkaç darbe girişimini boşa çıkarttı. Arap Birliği içerisinde Filistin davası başta olmak üzere ‘Direniş Ekseni’ne’ zarar verecek her karar ve girişime karşı çıktı. Her karşı çıkış Suriye’yi Batı ve Arap ekseninden biraz daha uzaklaştırdı.

Suriye’nin (Fransa’dan) bağımsızlıktan sonra emperyalizm ve bölgedeki işbirlikçilerinden uzaklaşıp İran–Sovyetler–Rusya eksenine kaymasının kısa hikayesi böyledir.

İran-Suriye yakınlaşması

Suriye–İran ilişkilerinin gelişmesi ise İran’daki devrimden sonra olmuştur.

Son yıllara kadar çok önemli bir mesafenin kat edilmediği bu ilişkiler kriz öncesine kadar “normal” seviyede devam etti. Hatta Esad, Batı ve Türkiye ile ilişkilere daha fazla önem gösterdi.

Ancak krizin başlaması ile birlikte “titreyip kendine döndü” ve İran (ve Rusya) ekseni yeniden önem kazandı.

Küresel çaptaki ekonomik, siyasi, askeri ve bir tezahür olarak dinsel mücadele sürecinde Arap isyanlarının başlaması ve Suriye’yi doğrudan vurması nedeniyle daha da yaklaştırdı.

Bu nedenle iki ülkenin daha önce “aynı hedefi paylaşan; ancak göreceli olarak herkesin kendi başına yürüttüğü” mücadelesi son yıllarda savaşın netleşmesiyle birlikte “kader birliğine” evrildi.

Bugün bu iki ülkeden birinin zarar görmesi diğerinin de doğrudan zarar görmesi demektir.

İran’ın kriz sürecindeki yardımları

İran–Suriye dayanışması işte bu neden ve süreçlere dayanıyor.

İran’ın özellikle kriz sürecinde Suriye’ye olan desteği birkaç başlık altında toparlanabilir:

Askeri açıdan:

ÖSO karşısında rahat olan Suriye ordusu dünyanın birçok yerinden toplanarak Türkiye, Ürdün, Lübnan, Irak gibi ülkelerden Suriye’ye militanların akmaya başlamasından sonra zorlanmaya başlayınca sokak ve şehir savaşları konusunda uzmanlara ihtiyaç duydu.

Esad’ın birçok yönetimin kendisine karşı savaştığı bu süreçte bu ihtiyacını karşılayabilecek en yakın kaynak Hizbullah’tı. Hizbullah’ın İran’ın onayı olmadan Suriye’ye savaşçı göndermesi düşünülemez. Dolayısıyla bu İran’ın dolaylı bir desteği olarak görülebilir.

Peki İran doğrudan muharip gönderdi mi? Subay seviyesinde eğitim, istihbarat, teknik eleman desteği dışında hayır.

İran diğer yandan Suriye’ye ve devamında Hizbullah’a kimisi stratejik silah yardımında da bulundu, radarlar, dinleme istasyonları kurdu.

Ekonomik açıdan:

İran krizin başlaması ile birlikte değer kaybetmeye başlayan Suriye lirasının değerini korumak için petrolünün bir kısmını Suriye lirası ile sattı. Diğer yandan yaptırımların bir sonucu Suriye’nin yılda yaklaşık 4 milyar dolarlık bir gelirden olması nedeniyle oluşan açık İran’ın (ve Rusya’nın) nakit yardımları ile bir ölçüde kapatılabildi.

Kriz öncesinde Suriye ile gaz ve petrol üretim / nakil anlaşması yapan İran savaş nedeniyle bu projelerini hayata geçiremedi. Ancak yine de Suriye’ye – yeterli olmasa da – petrol yardımı yapmaya başladı.

Siyasi açıdan:

İran diğer yandan nükleer pazarlıkları içerisinde Suriye enstrümanını bir yandan kendi lehine kullandı; ancak diğer yandan pazarlığın bir parçası olarak karşı enstrüman olarak kullandı.

Diğer yandan İran uluslararası arenada asıl işleri BM güvenlik konseyinde söz hakkı bulunan Rusya’ya bıraktı.

Savaş karmaşıklaşıyor

Yaklaşık 4 yılı geride bırakan savaşta gelinen noktada belirsizlik sürüyor. Bir yandan ‘Batı yoruldu artık çözüme doğru gidiliyor’ yorumları yapılıyor diğer yandan tam tersi savunuluyor.

Genel başlıklar halinde bu yorumlara yol açan noktalar şöyle sıralanabilir:

Obama’nın Suriye politikası halen belirsizliğini koruyor. Birbiriyle çelişen adımlar atan ABD’nin bundan sonraki adımı ne olacak?

ABD ve bölgesel müttefikleri Esad’ı devirme azminden vazgeçmiş değiller. ABD’nin Ürdün, Suudi Arabistan ve Türkiye’de ‘ılımlı muhalifleri’ Suriye’de İŞİD’e (ama aslında Esad’a) karşı eğitme girişimleri devam ediyor.

Diğer yandan Suudi Arabistan kendi ülkesindeki İŞİD tehlikesini yakından hissediyor. Suudi Arabistan vatandaşları arasında İŞİD’in popülaritesinin hayli yüksek olduğu belirtiliyor. Suudi Arabistan’ın İŞİD’e Suriye içindeki saldırıları bu açıdan görülebilir.

Kuveyt’in Suriyeli diplomatlara izin vermesinin aslında Suudi Arabistan’ın isteği ile olduğu ve Krallığın Şam yolunu açmak için bu taktiğe başvurduğu; ABD’nin de Şam’a tekrar dönmek için hazırlık yaptığı öne sürülüyor.

Fransa’nın birkaç kez Suriye ile ilişkileri tekrar başlatmak istediği; ancak Suriye tarafının reddettiği başına yansımıştı.

Tunus’a başkan seçilen Sibsi’nin kısa zaman içinde Suriye ile ilişkileri başlatma kararında olduğu da biliniyor.

Katar, İhvan’ı Türkiye’ye sattı

Katar ise İhvan aşkına son verip “Sisi güzel adamdır, Suudi Arabistan’a da Sisi ile aramızın düzelmesine katkılarından dolayı teşekkür ederiz” diyerek İhvan’ı (muhtemelen son Ankara ziyaretinde) Türkiye’ye sattı.

Katar’ın Suriye politikasında değişiklik olur mu, eğer olursa Sisi Suriye’ye dönüşün Katar tarafını, Sibsi Avrupa tarafını tutar mı, bunu zaman gösterecek.

ABD ile ‘ekonomik kırım’ savaşını kıyasıya sürdüren Putin ne yapacak peki? Putin’in Suriye’den vazgeçmesi gibi bir durum söz konusu olamaz.

Sadece Tartus limanında bulunan üsten ya da Esad’a aşkından dolayı değil; Esad bir Kaddafi gibi zoru görünce Batı ile pazarlığa oturmadığı ve ‘sağlam durarak’ hem içeride pozisyonunu sağlamlaştırdığı hem de ‘Putin’in yüzünü kara çıkartmadığı’ için. Diğer yandan Akdeniz’deki gaz yatakları Rusya’yı yakından ilgilendiriyor.

Aynı Putin bir yandan Esad’ı göndermek için hayatının kumarını oynayan Erdoğan’a övgüler yağdırıyor, stratejik-ekonomik anlaşmalar yapıyor; ama diğer yandan ABD ile Ukrayna konusunda ipler daha da geriliyor.

Kimsenin nedenini anlayamadığı bir sürpriz ile Küba’ya “dostluk elini uzatan” Obama’nın elinde ise Ukrayna’nın intikamını almak için Suriye’den başka coğrafya yok. Ama diğer yandan büyük taşları kaybettiği bu satrançta ABD’nin ılımlı erleri yeterli güce sahip değil.

Bu durumda cambaz değneğinin bir tarafını Rusya’nın, diğer tarafını ABD’nin tuttuğu Erdoğan ipte daha ne kadar yürüyebilecek?

Diğer yandan Büyük Ortadoğu Projesi kapsamında Kürtlerin bölgede ve dolayısıyla Türkiye’de istediklerini alabilecek duruma geleceklerini hesaplayan Erdoğan’ın “üzerimize gelen treni durduramayız en iyisi trene binip yönlendirmeye çalışalım” siyaseti içeride ve bölgede kendisine neler getirecek?

Erdoğan’ın doğrudan/dolaylı destek olduğu iddia edilen İŞİD ve diğer örgütler “Türk halkını da gerçek dine zorlamayı” düşünürlerse ne olacak?

Nusra iddiası: IŞİD militanları Türkiye üzerinden Trablus’a geçiyor

Lübnan’a geçelim. Ortadoğu’da “Suriye hapşırırsa Lübnan hastalanır” denilir. Yaklaşık 4 yıldır istisnalar haricinde kendisini koruyabilen Lübnan’da hava iyi değil.

Son günlerde yaşanan gelişmeler Lübnan’da yaşanan sorunların Sünni Bab Tabbane ile Alevi Cebel Muhsin’i birbirinden ayıran “Suriye Caddesi” ile sınırlı kalmayacağını gösteriyor. 

El Nusra tehditlerini daha da sertleştiriyor; ama daha da önemlisi Lübnan’ın birkaç ay içinde El Nusra ve İŞİD ile ‘daha yakından tanışabileceği’ senaryoları konuşuluyor.

Trablus’ta bulunan bir Nusra militanının Suriye’deki muhalif bir kaynağa verdiği bilgi doğru ise tüyler ürpertici: İŞİD militanları Türkiye üzerinden Trablus’a geçiyor. Diğer bir deyişle Türkiye Trablus’a İŞİD militanları gönderiyor.

Hariri’yi Müstakbel Hareketi – Hizbullah görüşmelerine zorlayan şartlar ne?

Suriye’de durum

Bölge çapında bu gelişmeler yaşanırken Suriye içinde savaş kritik bir aşamaya daha girdi.

İŞİD bir yandan Kürtlerin var olma mücadelesine darbe vurmak, diğer yandan kendi hedeflerini gerçekleştirmek için saldırılarını sürdürüyor. Ancak Kürtlerin direnişi karşısında istediklerini henüz elde edemedi.

İŞİD Diğer yandan coğrafik açıdan muhtemelen doygunluk aşamasına geldi.

Öte tarafta (iddiaya göre Türkiye’nin de katkısı ile) İdlib kırsalında etkili saldırılar gerçekleştiren Nusra burada (geniş şekilde) tutunabilecek mi bunu zaman ve bölgeyi geri almak için hazırlanan Suriye ordusunun performansı gösterecek.

Suriye ordusu sadece Vadi Dayf’ta değil Halep’te de çok hareketli. Türkiye tarafı ile lojistiğin sağlandığı Handarat ordunun kontrolüne girmek üzere. Bu da Suriye ordusuna merkezdeki örgütleri tamamen kuşatma imkanı verecek.

Türkiye ve Fransa başta olmak üzere Batı’nın ‘insanı durum’ adı altında yaptıkları “müdahale edilmezse Halep elden gidebilir” açıklamalarının üstüne De Mistura’nın şapkadan ‘Halep planını çıkartması’ boşuna değil.

Suriye’nin De Mistura’nın planını ‘incelemeye değer bulması’ işe şimdilik taktiksel açıklamadan başka anlam taşımıyor.

Çünkü plan Suriye’de yönetime muhalifler ile yönetim arasında bir mücadelenin olduğu varsayımı üzerine kurulu. Oysa Suriye’nin birçok yerinde artık muhalifler değil; Esad kalsa da gitse de kendi şeriat anlayışlarını yerleştirmeye ve muhalif de olsa insanları kendi anlayışları ile yönetmeye kararlı bir örgütler hareketi var.

Bu durumda Suriye yönetimi kiminle masaya oturacak? ÖSO zaten birçok yerde varlığını kaybetti. Yönetimin ise Afganistan ya da Çeçenistan’dan gelenler ile kendi toprakları için tercüman vasıtası ile pazarlık yapacağı düşünülebilir mi?

Diğer yandan Suriye De Mistura’nın planına taktiksel olarak evet demiş olsa bile BM’nin kontrolünü kabul etmeyeceğini açıkladı. Yani Batı De Mistura ile de Suriye’ye giriş yapamayacak gibi.

Bu durumda De Mistura’nın planı Suriye Uzlaşma Bakanlığının yaklaşık 50 merkezde yürüttüğü çalışmalar ile sınırlı kalacak demektir ki, bu da yönetimin aslında De Mistura’ya ihtiyacı olmadığı anlamına geliyor.

Plan konusunda bundan sonra atılacak adımlar ise sadece Rusya’nın ‘Moskova 1’ toplantıları için makyaj malzemesi olarak kullanılacak.

Rusya ise muhalifleri birleştirdiğini öne sürerek Batı’ya karşı bir taktik adım daha atmış olacak. Ancak sonucu yine savaşan tarafların gücü belirleyecek.

İran ve Suriye farkında

İşte Larıcanı’nın ‘İŞİD’e karşı terör mücadelesi’ anlaşmasından sonra Suriye’yi ziyaret etmesinin nedenleri bunlar.

İran bir yandan Siyasi çözüm söylemlerini Rusya’ya paralel şekilde sürdürüyor; ancak diğer yandan bu çabaların bazı ülkeler tarafından istenmediğini biliyor.

Laricani’nin Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun ziyaretinden sonra Şam’da ‘Batı bile ikna oldu; ancak bazı ülkeler çözümü istemiyor ve provokatif davranıyor, terörü destekleyen ülkeler bu ateşin kendilerini yakacağını da bilmeli’ türünden açıklamaları boşuna değil.

Sonuç olarak denilebilir ki Suriye’de ve Suriye üzerinden savaş cephesinde makyajın dışında değişen bir şey yok.

Suriye ve İran ise muhtemelen Rusya’nın da onayıyla askeri alanda daha hareketli günler için düğmeye bastılar. Önümüzdeki aylar daha ağır çatışma haberleri ile geçecek gibi görünüyor.

Yakında Şam–Jobar ve Guta’dan ordu lehine yeni haberler, İŞİD’in Humus kırsalında, Deyrezzor’da gerilediği, Irak sınırında ağır kayıplar verdiği haberleri gelirse şaşırmayalım.

Vadi Dayf gibi yerlerde Nusra ilerlemeleri ise bunlara karşılık bazı bölge ülkelerinin çabaları.

İran ve Suriye savaşın ‘uzun ince bir yol’ olduğunu biliyor ve ona göre davranıyorlar. Laricani’nin ziyareti bu yolda yapılan kader birliğinin hem teyidi hem de gelecek günlerde yapılacaklar için işarettir.