"Suriye’nin zaferi bölgeye bağımsızlık; yenilgisi ise kölelik getirir"

img
"Suriye’nin zaferi bölgeye bağımsızlık; yenilgisi ise kölelik getirir" YDH

Tahran’da yayımlanan üç aylık Dış Politika Araştırmaları Dergisi'nin Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed'le yaptığı söyleşinin 1. bölümü 




YDH- 8 yıllık Irak-İran savaşında tüm Arap dünyasından dışlanma pahasına Tahran’ın yanında yer alan Şam ile 2011’deki kriz sonrasında tüm bölgeden dışlanma pahasına ekonomik, siyasi ve askeri varlığıyla Şam’ın yanında yer alan Tahran, 1980’li yıllardan beri kelimenin tam anlamıyla stratejik ittifak ilişkisine sahip.

Tahran’da yayımlanan üç aylık Dış Politika Araştırmaları Dergisi tarafından yapılan bu kapsamlı söyleşi, Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed’in sadece Suriye, bölge ve uluslararası gelişmelere değerlendirmelerini yansıtması bakımından değil; İran ile Suriye arasındaki bu özel ilişkinin niteliğine dair çok önemli ayrıntılar vermesi bakımından da son derece dikkat çekici.

Özellikle akademisyenler ve gazeteciler açısından taşıdığı önemi dikkate alarak tamamını çevirdiğimiz bu söyleşinin 1. Bölümünü yayımlıyoruz.

- Sayın Cumhurbaşkanı, öncelikle Dış Politika Araştırmaları Dergisine zaman ayırdığınız için çok teşekkür ederim. Umarım bu söyleşi Suriye’de yaşananların gizli kalan boyutlarının yansıtılmasında ve İranlı aydınların ülkenizdeki gerçekleri anlamasında etkili olur. İzin verirseniz ilk sorumu şöyle sorayım: Çağdaş tarihten hafızamda kaldığı kadarıyla iki Amerikan başkanı Suriye’ye karşı düşmanca tutuma sahipti. George Bush, Suriye’yi şer ekseni olarak tanımladı ve dünya ülkelerinin ikiye ayrıldığını belirterek “ya bizden yanasınız ya da bize karşısınız” dedi. O, Suriye’yi düşman olarak tanımlamıştı. Aynı şekilde Barack Obama da Suriye krizinin başında siyasi rejimin ve cumhurbaşkanının değişmesinde ısrarcı oldu ve olarak Beşşar Esed, iktidardan gitmelidir” dedi ve demeye devam ediyor. Bu ifadeler sadece içten geçen bir söz veya propaganda söylemi değildi; kapsamlı bir tutumdu. Onlar tüm diplomatik güçleri ve askeri yöntemleri de dahil olmak üzere bu yönde her türlü seçeneklerini kullandılar. “Suriye’nin Dostları” adını verdikleri bir grup kurdular. Kimyasal silah kullanımı ile ilgili bir psikolojik savaş başlattılar. Suriye’deki yönetimi devirmek için bölgedeki tüm müttefiklerini seferber ettiler. Bütün bunlara rağmen Suriye somut bir stratejiyle tüm bu tehditlere karşı koydu ve Amerikan stratejisini zora soktu. Bugün Obama Suriye ile ilgili hedeflerini gerçekleştiremeden Beyaz Saray’ı terk ediyor. Suriye’nin dış tehditlere karşı uyguladığı stratejinin özelliklerini anlatır mısınız?

Allah’a ve onun yardımına inanç oldukça sonuç kesindir

- Öncelikle Suriye’ye hoş geldiniz diyorum, derginizin ilk sayısına söyleşi veren ilk yetkili olmaktan büyük memnuniyet duyuyorum. Umarım bu söyleşi aracılığıyla tıpkı Suriye’nin Saddam’ın kışkırtılmasıyla İran’a dayatılan savaşta İran’ın yanında yer alması gibi, İslam Devrimi’nin başından beri tüm savaşların ileri hatlarında Suriye’nin yanında yer alan İranlı kardeşlerime seslenmiş olurum.

Yeni güçlerin ortaya çıkması Amerika’nın karşı çıktığı bir şey

Söylediğiniz doğru. Amerika, özellikle Sovyetlerin dağılmasından sonra dünya ülkelerine hakim olmaya dayalı bir tutuma sahip. Bugün Amerika, savaşlardaki başkalaşımdan dolayı bu yaklaşıma karşı çıkan tüm ülkeleri yok ederek hegemonyasını pekiştirmeyi hedefliyor. Özellikle de dünyada yeni güçlerin ortaya çıkmasından ve dünyada yeni bir dengenin oluşmaya başlamasından sonra…

Bu (yeni güçlerin ortaya çıkması ve dünyadaki güç dengesinin değişmesi) Amerika’nın karşı çıktığı bir şey. Doğal olarak da bu projeye karşı olan ülkelere saldırı da Amerikan projesinin araçlarından biri. Tıpkı 2003’te İran’ın nükleer programına karşı uyguladıkları yöntemi bugün de Suriye’ye karşı uyguluyorlar. Siz önemli bir konuya işaret ettiniz. Terörizm, psikolojik savaş, ekonomik savaş gibi araçlar tüm alanlarda vardı. Ama bu alanda kullandıkları daha önemli bir araç medyaydı. Bununla tim Suriye halkını, hatta tüm bölge halklarını etki altına almaya çalıştılar.

Kullandıkları en önemli araç medya

Medya sadece yetkilileri değil, tüm halkı muhatap aldı ve onları doğru olmayan bir analiz yönünde yönetmeye çalışıyor. Bu, şu an bizim Suriye’de çok geniş çaplı olarak karşı karşıya olduğumuz bir şey. Bu psikolojik savaşın başlarında medya aracılığıyla yansıtılan manzara şuydu: Suriye’deki asıl sorun Suriye cumhurbaşkanının şahsıdır. Ardından da şu sonucu ilan ettiler: Cumhurbaşkanı bir kişidir ve bir ülkeden daha önemli olamaz. Elbette bu söz doğrudur. Onlar şu an Suriye hükümetini ikinci sorun olarak gösteriyor ve siyasi rejimin değişmesinde ısrar ediyorlar.

Asıl hedef, Suriye toplumunun tarihi kimliğine ve inancına darbe vurmak

Halbuki onlar medyada asli hedefleri olan Suriye devletinin, ülkesinin yok edilmesini dile getirmiyorlar. Onların asıl hedefi, ülkeye ve Suriye toplumunun tarihi kimliğine, inancına ve yaklaşımına darbe vurmaktır. Düşmanla savaşta bize yardım edecek olan ilk şey Allah’a inançtır. Allah’a ve onun yardımına inanç oldukça sonuç kesindir. Fakat buna ilaveten millete ve milli potansiyele de inanç gereklidir.

Siyasi açıdan kavradığımız ilk şey, şuydu: Bu aldatıcı savaş, cumhurbaşkanı ve hükümet çerçevesinde oluşmuştur; halbuki asıl savaş ülkeye yöneliktir. Düşmanın propaganda yaklaşımlarına aldırış etmedik onların söz konusu ettiği başlıklara takılmadık. Asıl savaşın ülkeye yönelik olduğunu biliyorduk. Dolayısıyla öncelikle düşmanla mücadele konusunda belli bir tasavvuru olmayan vatandaşlara meselenin gerçekliğini anlatabilmek için Suriye içinde ulusal diyaloga odaklandık.      

- Bu geniş cephede düşmana karşı Suriye’yi ortaklaştırmaya yönelik Suriye stratejisinin araçları nelerdi?

Esas mesele halkın bilinçlenmesi

- Her savaşta birinci esas, halkın bilinçlenmesidir. Dolayısıyla Suriyelilerle Suriyelilerin diyalogunu (ulusal diyalog) başlattık. Çünkü şuna inanıyoruz ki eğer halkın bilinci artarsa biz bu savaşı kesinlikle kazanırız. Bilinç olmazsa da kesinlikle hemen yeniliriz. İşte bu esas üzerinde 5 yıldır güçlü bir şekilde ayaktayız.

Dolayısıyla bu güçte ilk etken, diğer unsurları da inançlı kılan halkın bilincidir. Ülkedeki ekonomik çarkı döndüren bu bilinç esasıdır. Suriye aleyhine yayın yapan 700 uydu kanalına rağmen aydınların doğru tutum almasını sağlayan bu bilinçtir.

Bu alanda söz etmemiz gereken ikinci önemli mesele de halkın Suriye ordusunu desteklemesidir. Halkın bu bilinci ve desteği olmasa ordu bu terörist gruplarla nasıl baş edebilirdi? Bu asla mümkün değildir. Orduya manevi desteği ve insan kaynağını kim verebilir? İşte bunlar Suriye’yi güçlü kılan temel faktörlerdir. Elbette diğer bir önemli mesele de dost ülkelerin desteğidir. İran, Suriye’nin güçlü bir şekilde ayakta kalmasında temel bir rol oynamıştır, bu da herkes tarafından bilinmektedir.

Halk orduyu destekledi

Mevcut şartlarda İran İslam Cumhuriyeti’nin yaşadığı sorunların kaynağı nükleer program değil; onun Suriye’nin yanında hakkı savunmasıdır. Dolayısıyla halkın bilinci, orduyu desteklemesi, ekonomik alanda etkin bir rol oynaması ve dost ülkelerin desteği, Suriye’nin ayakta durmasında temel unsurlar sayılabilir.   

- Halkın bilinçlenmesinden ve aydınlatılmasından bahsettiniz. Halkın öncelikle ülke yönetimini kabul etmesi gerekir. Yönetimin halk arasında kabul görmesinin sebebi nedir? Halk bu bunca soruna ve yıkıma rağmen bu savaşta neden bu kadar destek veriyor?

Halk, teröristlerin ve yabancı ülkelerin yaptıklarının farkında

- Bu bilinç, bizim bölgedeki tarihsel tecrübelerimize dayanıyor. Bizim bölgemiz, birçok komplolar, işgaller ve direnişler tecrübe etti. Bu tarihi tecrübeler, Suriye halkının bilincinin artmasına neden oldu. Halk, bu anlayışla, ülkeye kriz şartlarının dayatılmasına neden olan yürütme organının hatalarını teşhis ediyor.

Kuşkusuz hatalar var. Krizden önce de vardı, şimdi de devam var. Ancak krizden önce bu yanlışlarla ilgili hiçbir izah yoktu. Şimdi ise küçük de olsa izahlar var. Biz, izahların tam ve yeterli olduğunu söylemiyoruz. Dolayısıyla halk sahip olduğu bilinçle yetkililerin hatalarını teröristlerden ve yabancı ülkelerin yarattığı şartlardan kaynaklanan baskıları birbirinden ayırıyor.

Halkın desteği olmasaydı hükümet 5 yıl ayakta kalamazdı

Yönetimdeki şahsiyetlerin ne ölçüde kabul gördüğüne gelince… Şu an elimizde bununla ilgili somut bir veri yok. Çünkü şu an Suriye’nin yüz binlerce kişinin yaşadığı bazı bölgelerine gidip onlarla irtibat kurabilecek durumda değiliz. Ayrıca çok sayıda Suriyeli de şu an yurt dışında bulunduğu için onlara ulaşma imkanımız yok.

Dolayısıyla bu konuda somut ve kesin bir veriye sahip değiliz. Fakat şurası kesin ki eğer halkın hükümetten hoşnutluğu olmasaydı, hükümet 5 yıl ayakta kalamazdı. Bu destek onu ayakta tuttu. Öncelikle ekonomik olarak ayakta kalması… Suriye’yi incelediğinizde görürsünüz ki herkes işinin başında duruyor, sanayiciler, tacirler faaliyetlerini sürdürüyor. İşte bu bir güçtür. Bir aydın veya akademisyen işine devam ediyor. Geri kalmışlıkla ve cehaletle mücadeleyi sürdürüyor. İşte güç budur.

Burada daha somut ve nesnel bir durumu örnek vereyim. Suriye halkı anayasayı ve hükümeti seçimlere katılım yoluyla desteklemedi mi? Bu yıl yapılan meclis seçimlerine ve 2014’teki cumhurbaşkanlığı seçimlerine katılım, ülkenin bağımsızlığa kavuştuğu günden bu yana diğer seçimlere kıyasla benzersizdi.

 Siyasi açıdan ihtilafları olanlar bile yönetimi savunuyor

Suriye halkı bu seçimlere neden katıldı? Halkın seçimlere katılımı, halkın kesin olarak siyasi alanda hükümetle tam bir uyum içinde olduğu anlamına gelmeyebilir; ancak halk şu an hükümetin terörizmle mücadele ettiğini biliyor, kendisinin temsilcisi olarak gördüğü yönetimi destekliyor; hatta siyasi açıdan ihtilafları olanlar bile yönetimi savunuyor.

Belki savaştan sonra başka bir görüşe sahip olacaklar; ama savaş sırasında yönetimin yanında yer alıyorlar. Bu durum, halkın yönetimi kabulü konusunda istatistiklerden bile daha güçlü ve nesnel bir göstergedir. Biz vatandaşlara form göndermedik, onların kendileri seçimlere katıldılar.

Planı dışarıda hazırlanmış bir komplo

Seçimlere çok geniş bir katılım olduğu görüldü. Seçmenlerin bir kısmı yurt dışında yaşayan mültecilerdi. Kimse onları seçimlere katılmaya teşvik etmedi. Onlar kendi kararlarıyla seçimlere katıldılar, Lübnan gibi bazı ülkelerde seçimlere katılım çok yüksek oldu. Peki halk niçin bunu yaptı? Ben şuna inanıyorum ki krizin başlamasının üstünden geçen 5 yılın ardından bugün Suriye’de genel bir bilinç hakimdir. Şu an herkes, ülkeye darbe vurmayı hedefleyen planı dışarıda hazırlanmış bir komplonun var olduğunu biliyor. Bu komplo sonuçta bu ülkede reform ve benzeri şeylerle ilgisi olmayan teröristlerin çıkarına olan kazanımlar üretti.

Hedef Direniş Cephesi

- Suriye halkının bilincinden ve rolünden bahsedilince Suriye’deki durumun örneğin bir Mısır veya Tunus’tan farklı olduğu görülüyor. Size göre bu farklılık nedir?

- Bölge halkları toplumsal ve kültürel açıdan birbirine benzerdir. Doğal olarak olağan şartlarda halkların talepleri aynı olabilir. Fakat burada temel farklılık şudur: Tunus ve Mısır rejimleri Batı ile iyi ilişkilere sahipti ve Batı onlardan tamamen hoşnuttu, onları destekliyordu. Fakat Suriye’nin krizden önce de Batı ile ilişkileri bu iki ülkenin Batı ile ilişkilerinden farklıydı.

Suriye ile Batı arasındaki ilişkilerin en iyi dönemlerinde bile bu ilişkiler “çok iyi” değil sadece “olumlu” diye niteleniyordu ve gerçekte bu ilişkiler sadece zahiren iyiydi.  Batı, Suriye ile olumlu ilişkiler yoluyla hedefine ulaşmak istedi. Ama aslında Batı hiçbir zaman Suriye’den hoşnut olmadı. En iyi şartlarda bile ekonomik ve teknolojik yaptırımlarını sürdürdü.

Krizden önce onlar, Suriye’nin Direniş Cephesine ve İran’a karşı olumsuz bir rol oynamasında ısrar etiler; fakat biz bunu kabul etmeyince…

- Onların somut olarak istediği neydi?

- En başta gelen istekleri Direniş Ekseni’nden uzak durulması ve Filistin halkına yardımın durdurulmasıydı. Onlar, hedefi Filistin halkının haklarının görmezden gelinmesi olan barış planı  doğrultusunda adım atmamızı istiyorlardı.

- Bu durumda şu söylenebilir mi: Amerika’nın Suriye karşıtı tutumu aslında Suriye’nin dış politikasıyla ilgilidir; Suriye içindeki uzlaşmayla ilgili değildir. Halbuki şu an Batı ittifakı Suriye halkının sivil ve siyasi haklarının temin edilmesini istediğini iddia ediyor.

- Asla böyle değil. Eğer sorun gerçekten iç mesele ve halkın hakları ise neden örneğin Suudilere yönelik bir şey yapılmıyor? Onlar Suriye’ye yönelik kışkırtıcı adımlar attılar. Suriye, hiçbir zaman medeniyet geçmişi, siyasi ortamı ve demokrasisi bakımından Suudiler ile kesinlikle kıyaslanamaz.

İran, demokrasi ve özgürlükler bakımından Ortadoğu’nun en önemli ülkesi olmasına rağmen neden Amerika, diğer ülkeleri bırakıp İran’a düşmanca tutum izliyor. Bu, siyasi bir meseledir. Bizimle bu ülkelerin farkı şuradadır: Mısır ve Tunus’ta Batı’nın hoşnut olduğu yönetimler değişmeli, onların yerine Batı’nın da halkın da hoşnut olduğu yönetimler getirilmelidir. Yani bu ülkelerdeki yönetimlerden Batı razı olduğu gibi halkları da razı olmalıdır.

Ama Batı’nın Suriye’deki isteği farklıdır. Onlar Suriye’deki yönetimin gitmesini ve Suriye’yi yağlı bir lokma gibi Batı’ya sunacak bir yönetimin iş başına gelmesini istiyorlar. Bu ikisi arasında çok temel bir fark var. İşte bu yüzdendir ki diğer ülkelerde teröristleri desteklemedikleri halde Suriye’de teröristleri desteklediler. Batı, bu ülkelerin yaklaşımından hoşnut olduğu için onların yanında yer aldı.

Batı, bizden İran’ı ikna etmemizi istedi

Son aşamada, (özellikle 2008-2011 yılları arasında) onların Suriye’de talepleri (George Bush tarafından görevlendirilen dönemin Fransa Cumhurbaşkanı aracılığıyla iletildi) şuydu: İran liderlerini Batı’nın sunduğu plana ikna edin. İran elindeki tüm zenginleştirilmiş uranyum rezervini hiçbir garanti almaksızın Batı’ya teslim etsin. Biz onların bu isteğini reddettik; çünkü mantıksız bir istekti. Hangi ülke hiçbir garanti almadan bu isteği kabul eder?

Bizim gibi siz de çok iyi biliyorsunuz ki Batı, İran’ın zenginleştirilmiş uranyumunu alacak ve bir daha asla geri vermeyecekti. Bunu 2008-2011 yılları arasında söz konusu etmişlerdi. Daha önceki süreçlerde de bazı taleplerde bulunmuşlardı. Örneğin 2002’de bizden Kral Fahad’ın plan taslağını kabul etmemizi istediler. O dönemde o, hiçbir karşılık olmaksızın ilişkilerin normalleştirilmesi karşılığında barış söz konusu etmişti.

Kriz başlamadan önce somut olarak Batı’nın temel sorunu İran’dı. Ve Suriye’den İran’a en yakın ülke olarak İranlı liderleri, Batı’nın isteklerini kabullenmeye ikna etmesi isteniyordu.

- Bugün Suriye’nin Batı ve Amerika’ya karşı olan tutumunun bedelini ödemekte olduğu söylenebilir mi?

- Kesinlikle öyle. Çünkü şu an Amerika geriliyor. Amerikan gerçekliği, en azından 2008’deki ekonomik krizden bu yana geriliyor. Buna karşı yeni bloklar gelişiyor. Bu ise yeni güç dengesinin başlangıcıdır. Dolayısıyla Amerika eğer yeni güç dengesini bozmak istiyorsa, İran, Suriye, Kuzey Kore gibi Amerika’ya hayır diyen ülkelere darbe vurmaktan başka şansa sahip değil. Bakın Brezilya ve Venezüella’da ABD sultasını bu ülkelere geri getirme peşindeler. Suriye’de yaşananlarla, ABD ve Batı dünyanın geri kalan yerlerindeki sultasını korumaya çalışıyor.

Amerika yenilecek

- Ancak Amerika; Irak, Afganistan, Suriye Yemen gibi tüm bölgesel konularda başarısız oldu. Onlar bu yenilgilerini telafi edip nasıl yeni ufuklar çizecek?

- Amerika, 1982’de Lübnan’da, daha önce de Vietnam’da yenildi. Amerika, 2. Dünya Savaşı’ndan bu yana sorun yaratıp ülkeleri tahrip etmekten başka hiçbir şeyi başaramadı. Irak’ı yok ettiler, sonra ne oldu? Mezhepçiliği kim ortaya çıkardı? IŞİD ve Nusra’yı kim meydana getirdi? Gerçek şu ki Amerikalılar Afganistan’da yenildiler, ve diğer yerlerde de yenilecekler. Sorun bizim rasyonel politikalara sahip bir devletle karşı karlıya olmayışımız.

Amerikan hükümeti politikalarını seçim kazanımları üzerine kuruyor. Amerika’da silah veya petrol lobileri gibi lobilerin baskısına teslim olan bir hükümet söz konusu. Eğer bu lobilerin çıkarları Ortadoğu’da savaşı, milyonlarca insanın katledilmesini gerektiriyorsa Amerikalılar açısından bu hiç sorun değil. Önemli olan o az sayıdaki ülkenin çıkarları. Bu, Amerikan hükümetinin gerçekliğidir. 

Dolayısıyla Amerikan politikalarını akılcılık esasına göre değerlendiremeyiz. Onlar zarar görüyorlar; ama yine aynı tuzağa düşüyorlar. Obama (başkanlığının ilk döneminde) “Hiçbir savaşa girmeyeceğiz” demişti. Ama başkanlığı sırasında ne yaptı? Tüm savaşlara girdi; tabi zahiren faklı bir şekilde. Savaşlara doğrudan Amerikan askeri göndermedi; ama tüm savaşları destekledi. Füze gönderdi, Batı’nın politikalarını kendine şemsiye yaptı, Avrupa ülkelerini savaşla görevlendirdi.

Gerçek şu ki tüm Amerikan hükümetlerinin yaklaşımı aynı. Yakın gelecekte de bu politika değişmeyecek. Ta ki dünyada gerçek anlamda bir güç dengesi oluşuncaya kadar… Bu benim görüşüm.

- Sizce Amerika’nın bölgesel denklemlerdeki yenilgileri onların strateji zaafından mı yoksa saha unsurlarının operasyonel tavrından mı kaynaklanıyor?

- Öncelikle Amerika’nın sorunu onun siyasi rejimi. Şuna bakmak lazım acaba bu siyasi rejim, özellikle akıl ve dirayet açısından en iyi insanların mı yoksa fırsatçıların mı başkanlığa geçmesine izin veriyor? En azından 30 yıl öncesinden Ronald Reagan’ın başkanlığından (daha önceki dönemlere girmiyorum) itibaren bakalım. Onların arasında gerçekten devlet adamı olarak tanıdığımız biri var mı? Hayır. İşte bunu Amerika’nın en önemli sorunlarının bir boyutu olarak niteleyebiliriz. Diğer boyutlara da daha önce işaret ettim.

Onlardan biri de lobilerin ABD seçimlerindeki rolüdür. Dolayısıyla ABD başkanı ulusal çıkarları göz önünde bulundurmadan önce seçim çıkarlarını düşünmektedir. Bu yüzden de Amerika’nın çıkarlarına zarar veren maceralara girmektedir.

Bu yüzden de Amerika’nın en azından son 40 yıllık tutumlarıyla ilgili olarak “acaba bu tutumlar Amerika’nın çıkarlarına uygun mudur?” diye bir soru sorulduğunda bence cevap çok açık bir şekilde olumsuz olacaktır. Aksine bu tutumlar Amerikan çıkarlarının zararına olmuştur. Bu yüzden diyorum ki Amerika’daki siyasi rejim ve lobilerin rolü, bu ülkenin sürekli yenilgisine neden olmaktadır.

Değişimler siyasi yöntemlerle olursa silah fabrikaları işsiz kalır

Tabi medya ve düşünce kuruluşları, ABD siyasi yapısının ve lobilerinin bir parçasıdır. Bu yenilgi sahneleri Amerika bunlardan ibret almaksızın tekrar etmektedir. Amerika’nın saha meselelerini değiştirme sorunu yok. Onlar, öngördükleri değişimi akıllıca ve bilinçlice yöntemlerle gerçekleştirebilirler.

Gerçekçi kültürel yöntemler, dürüst siyasi etkinlikler, askeri yöntemlerden daha fazla değişim yaratır. Tabi eğer bu değişimler siyasi yöntemlerle olursa silah fabrikaları işsiz kalır. Silah fabrikaları, körükledikleri savaş ölçeğinde etkinliğe sahiptir.

Suriye’nin farkı bağımsız tutumu

- Suriye, tarihi ve coğrafi açıdan çok özel bir yere sahip. Suriye’deki savaşı örneğin Libya vb. yerlerdeki savaşlardan farklı görmek gerekiyor. Çünkü Suriye’deki savaş dünyayı iki kutba ayırdı. Bugün Güvenlik Konseyi’nde veto yetkisine sahip olan Rusya, Suriye’ye askeri destek vererek Amerika’ya yeni bir cephe açtı. Dünya güçleri Suriye’deki savaşa ya katıldı ya da onu dikkatle izliyor. Sizce Suriye’nin önemi nedir ki dikkatleri kendi üstünde topluyor ve dünya güçleri çıkarlarını bu ülkede arıyor?

- Söylediğiniz doğru. Suriye, diğer Arap ülkelerine göre küçük bir ülke olmasına ve ekonomik açıdan zengin bir ülke sayılmamasına rağmen; tarihi, siyasi ve toplumsal sebeplerle bu rolü oynamıştır. Bildiğiniz gibi Suriye köklü bir kültüre sahiptir. Ülkeler, tarihsel geçmişleri temelinde günümüzde ve gelecekte rol oynayabilmektedir. Bu tarihsel rol diğer şeylerden daha büyük bir zenginliktir. Bu durum çevre ülkeleri toplumsal, siyasi ve ekonomik olarak etkilemeye zemin yaratmaktadır. Bu özelliği ile Suriye Arap dünyasındaki fay hattına benzer.

Suriye’de yaşananlar, dünyadaki siyasi haritayı etkileyecek

Suriye diğer Arap ülkelerinden çok daha fazla etnik ve mezhebi çeşitliliğe sahiptir ve bunlar geçtiğimiz yüzyıldan beri barış içerisinde bir arada yaşıyordu. Dolayısıyla bu fay hattındaki her türlü kırılma depremlere yol açmaktadır ve bu depremin sonuçları veya artçı depremleri diğer bölge ülkelerine yayılacaktır. Bu, meselenin bir boyutudur.

Diğer boyutu ise şudur: Suriye, geçen 40-50 yıl boyunca bağımsız bir tutuma sahip olmuş ve diğer ülkelerden farklı bir rol oynamıştır. Halbuki diğer Arap ülkeleri, Batı’nın politikalarına eşlik etmiş ve onlara teslim olmuştur. Bu ülkelerden bazıları Allah Teala’ya ve Batı’ya inanmakta; bazıları ise mutlak hakim, mutlak emir ve yasak koyucu olarak; hatta mutlak yaratıcı olarak Batı’ya inanmaktadır.

Suriye, bağımsız tutumuyla diğer Arap ülkelerinden farklı bir rol oynayınca, Suriye’deki ister siyasi isterse toplumsal olsun, her türlü değişim, tüm bölge ülkelerinin durumunu etkileyecektir. Öte yandan daha önce de söylediğim gibi Amerika’nın hedefi Suriye’de yönetimi değiştirip yerine kendi kontrolünde bir yönetim getirmektir.

Bu işteki başarıları, onlara benzer bir projeyi başka ülkelerde de uygulama fırsatı verecektir. Bu nedenle dünyada bağımsızlığını korumaya çalışan ülkeler, Suriye’deki değişimin onların durumunu da etkileyeceğini çok iyi gördüler.

Bu etki sadece Arap ülkeleriyle sınırlı kalmayacak, dünyanın diğer ülkelerine de yayılacaktır. Tıpkı İran’ın nükleer programında Batı karşısında geri adım atmasının diğer ülkelerin de bedel ödemesine sebep olacak olması gibi. Bizler, birbirimizden etkilendiğimiz bir bölgede yaşıyoruz. İran, önemli bir ülkedir, sizde yaşanacak bir değişim bizim hepimizi etkiler. Aynı şeyin aksi için de geçerli olması sebebiyle dünya iki kutba bölündü. Bugün Suriye’de yaşananlar, dünyadaki siyasi haritayı etkileyecektir.

Suriye’nin zaferi Batılılar açısından ciddi bir sorundur

- Tekfirci ve aşırı gruplar, mevcut durumdan yararlanarak Suriye’ye ve Direniş Cephesi’ne karşı koymaya çalışıyor. Bu şartlarda hatta Avrupa ülkeleri de şunu biliyor ki Dr. Beşşar Esed liderliğindeki Suriye yönetimi tekfircilere karşı mücadelede en önemli rolü oynuyor. Şu an Suriye ordusu, terörist gruplar karşısındaki en önemli caydırıcı güç durumunda. Sizce taraflardan birinin zaferi veya yenilgisi Suriye’nin iç durumunu ve dünyayı nasıl etkiler?

-  Bu çok önemli bir soru ve savaşın devam etmesinin en önemli sebebi de burada. Öncelikle Suriye açısından bakıldığında bizim için askeri bir zafer, diğer alanlarda da güçlenmemizi sağlayacak. Bu üstünlük birinci dereceden bir siyasi üstünlük değil, toplumsal ve ulusal açıdan durumumuzun yükselmesiyle sonuçlanacak. Bu ise Batı’nın korktuğu bir şeydir. Onlar bunu biliyor ve eğer Suriye kazanırsa eskisinden daha zengin olur diye açıkça da söylüyorlar. Bu, Batılılar açısından ciddi bir sorun olarak görülüyor.

Direniş Ekseni’indeki en öneli şey bağımsızlıktır

Öte yandan Suriye ve İran’ın iki asli cenahını oluşturduğu Direniş Ekseni ile ilgili olarak baktığımızda ortada şöyle bir önemli mesele var. Bazıları Direniş’i sadece İsrail karşıtlığıyla sınırlıyorlar. Halbuki Direniş, daha kapsamlı bir kavramdır. Biz egemenliğimizi korumak için direniyoruz. Bence bu eksendeki en önemli şey, bağımsızlıktır.

Suriye zafer kazandığı zaman, diğer ülkelerde bağımsızlık düşüncesi çok daha fazla revaç bulacak. O zaman görülecek ki Batı’nın iradesi, Allah’ın iradesi değildir. Ağır bir bedel ödense de bu iradenin mağlup edilebileceği anlaşılacak. Bağımsızlık düşüncesi revaç bulduğunda dünya çapında zenginleşecek. Sonuçta BM sözleşmelerinin ve kararlarının uygulanması için daha fazla fırsat oluşacak.

Uluslararası hukuka ve insan haklarına bağlılık daha fazla mümkün hale gelecek. Bu şartlarda “güçlü zayıfı yutar” kuralı geçerliliğini kaybedecek. Bunlar, Suriye’nin zafer kazanması halinde dünya çapında yapabileceği etkilerden birkaçı.

Suriye’nin terörle mücadelesi tüm dünya halklarına yarayacak

Elbette bölgesel düzeyde de kazanımlar olacak. Patron zayıfladığında, bölgede onun kontrolünde bulunanların rolü de zayıflayacak ve bölge daha fazla bağımsızlaşacak. Suriye’nin zaferinin başka kazanımları daha söz konusu. Suriye şu an dünyada terörle mücadele merkezine dönüştü. Teröristlerin büyük çoğunluğu Suriye’ye geliyor. Teröristlere darbe vurulması, tüm halklardan destek görüyor. Sadece bölge halkları değil, tüm dünya halkları, terörle mücadeleden yararlanacak. Dolayısıyla bizim terörle mücadeleyi kazanmamızın birçok etkisi olacak. Eğer Suriye bu savaşı kaybederse bu sonuçların tam tersi olacak. Batı’nın sultası tüm bölgeye daha fazla yayılacak. Bu durumda hiçbir ülke Amerika karşısında hak iddia edemeyecek ve herkes köleleştirilecek.

“Mezhep savaşı” söylemi İran İslam Devrimi’nden sonra talimatla ortaya çıkarıldı

- Sayın Başkan, Suriye’de yaşanan savaşın bir mezhep savaşı olduğu çokça dile getiriliyor. Siz buna katılıyor musunuz? Siz bu savaşın bir mezhep savaşı olduğuna inanıyor musunuz?

-  Bu söz gerçeklere aykırı. Çünkü eğer bu bir mezhep savaşı olsaydı, on dört yüzyıl önce mezheplerin ortaya çıkması ile başlaması gerekirdi, şimdi değil. Mezhep savaşı bölgemizde ne zaman ortaya çıktı? Bu karşıtlık İran İslam Devrimi’nden sonra oluştu. Suudi Arabistan tarafından yönetilen Vehhabilik akımı İran İslam Devrimi’nden sonra onunla mücadele etmek için görevlendirildi. Bu devrim, bölge halklarının ilgisinin ve devrimci ideallerinin odağı sayılıyordu.

Başta ABD olmak üzere Batılı ülkeler, İran devriminden ve onun model alınmasından korku duydu. Dolayısıyla Suudilere mezhepçilik rekabeti çerçevesinde adımlar atması için talimat verdiler. İşte o anda İran bir anda Şii oldu. Burada sorulması gereken soru şu: İran, devrimden önce hangi mezheptendi? Şah neydi? Şii değil miydi? Peki bu niçin bir anda oldu?

Farklılıklar doğaldır; bu, insan karakterinin doğasıdır

Yani mezhebi karşıtlık konusu tamamen İran İslam Devrimi ile ilgili bir şeydir. Bu çerçevede bunu körüklediler ve diğer araçların yanı sıra bunu da Suriye’de kullandılar. Bu iddia doğru olmuş olsaydı, Suriye’deki savaş için bir mezhep savaşının çıkarılması yeterliydi. Gerçekte ise şu an yaşananlar bu iddiaya aykırıdır. Şu an Suriye’deki taifeler (din, mezhep mensupları) arasındaki uyumun kriz öncesine göre daha iyi olmaması gerekirdi.

Bu kriz, çok daha büyük bir bilinç yarattı. Eğer bugünkü sorun gerçekten mezhep sorunu olsaydı, şu anda durumun bir patlama noktasında bulunması gerekirdi. Eğer çatışan tarafları mezhebi açıdan gruplandıracak olsaydık bugün Suriyelilerin dediği şekilde bir tarafta devletten diğer tarafta da teröristlerden bahsedilmezdi. Mezhepler ve kavimler arası savaştan söz edilirdi. Mevcut gerçeklik ile böylesi bir şeyin yaşanmadığı açıkça ortadadır.

Şu anki sorunun gerçekliği bir mezhep savaşı olması değildir. Elbette inanç farklılıkları var, zaten farklılıklar olmasa mezhepler olmazdı. Farklılıklar doğaldır, bu dünyanın, insan karakterinin doğasıdır. Bu bir düşüncedir, mezhepler, düşünsel çeşitliliktir. Mezhebi sorun olarak bahsedilen şey, gerçekte bir siyasi sorundur ve mezhep kullanılarak kışkırtılmaktadır.

1. Bölümün sonu