• 02/09/10 - 01:00
  • Yazar: Admin
  • Bu sayfayı yazdır img
    YDH

    YDH- Mehr haber ajansı, Hüccetulislam Muhammed Mutahhari ile İslam devrimi ve ülkede yaşanan son gelişmeler üzerine bir röportaj yaptı.




    YDH- Mehr haber ajansı, Hüccetulislam Muhammed Mutahhari ile İslam devrimi ve ülkede yaşanan son gelişmeler üzerine bir röportaj yaptı.

     

    Ünlü İslam alimi ve filozof Murtaza Mutahhari’nin oğlu olan Hüccetu’l- İslam Muhammed Mutahhari, lise öğrenimini tamamladıktan sonra dini ilimler tahsil etmek üzere Havza-yı İlmiye’ye başladı.

     

    Şerif Üniversitesi Elektrik Mühendisliği bölümünü bitiren Muhammed Mutahhari, Tahran Üniversitesi Edebiyat Fakültesi’nde felsefe ve Kanada’daki Toronto Üniversitesi’nde de din felsefesi alanında doktora yaptı.

     

    Hüccetulislam Muhammed Mutahhari, halen Kum kentindeki İmam Humeyni Araştırmaları Enstitüsünde öğretim görevlisi olarak görev yapıyor.   

     

    - İslam Devrimi’nin üstünden 30 yıl geçerken, sizce İslam Devrimi’ni ve İslam nizamını genlere tanıtırken hangi hususları dikkate almak gerekiyor?

     

    - Halkımızın İmam Humeyni’nin liderliği altında gerçekleştirdiği bu devrimin büyüklüğünü sadece genç nesil değil, bu devrimi gerçekleştiren nesil de tanıması gerektiği gibi tanımıyor. Devrim’in bugün her zamankinden daha fazla propaganda bombardımanı altında bulunduğu unutulmamalıdır. Dolayısıyla da bugünün gencinde İslam Devrimi’nin kazanımları konusunda doğru analizlerle güven oluşturmak gerekiyor.

     

    İslam Devrimi’nin eşine az rastlanır hatta bazı noktalarda eşsiz kazanımlarının yanında eksiklerine ve yanlışlarına değinmeden de bu güven oluşturulamaz veya korunamaz. Kapkara göstermek ümitsizliğe sebep olurken, bembeyaz göstermek de güveni yıkmaktadır. Bu konudaki en iyi yol gerçekçiliktir. Bu, üzerinde durulması gereken önemli bir noktadır.

     

    - Sizce İslam nizamı ile halk arasındaki bağı güçlendirmek için neler yapılmalıdır?

     

    - Bizim nizamımız dini demokrasidir. Bu durum, bizim halkımızın özellikle de gençlerimizin kendi kendine şu iki mukayeseyi yapmasına sebep oluyor: Bunlardan birincisi ölçütlerle, ikincisi de sorunlarla ilgilidir.

     

    Öncelikle herkes nizamın davranışlarını –salt Doğruların Öyküsü düzeyinde dahi olsa- İslam konusundaki bilgisiyle mukayese etmektedir. Bu noktada bir belirsizlik oluşmasına izin vermememiz gerekiyor.

     

    Eğer bir yanlış varsa “bunu neden zamanında ortadan kaldıramadık ve bunun için nasıl bir programımız var” diye sormalıyız. Bugünün gencinin daima yaptığı ikinci mukayese de Batı’yla mukayesedir.

     

    Bugün herhangi bir kimse sadece televizyon izlese bile Batı ile ilgili bilgi sahibi olur. Batı’da ölçüsüzlük ve kuralsızlık türünden birçok mesele söz konusudur ki salim bir zihin, bunların İslam toplumunda neden serbest olmadığı konusunda kanaat sahibidir. Ama Batı’da herhangi bir devlet yetkilisi veya sıradan bir şahıs, maddi olsun ya da olmasın herhangi bir yolsuzluktan dolayı medyada rezil olmaktan korkar. Ancak bizim ülkemizde bu böyle değildir, bizde hatta böylesi bir kişiye yeni bir makam bile verilir.

     

    Bu meselede ikiden fazla seçeneğimiz yok. Ya halkı falanca akli veya dini delille Batı’daki bu durumun yanlış olduğuna ikna edeceğiz ve onun için bizim ülkemizde bunu uygulamadığımızı kabul ettireceğiz ya da bunun doğru olduğunu ve bunu uygulamanın önündeki engelleri kaldırmaya çalıştığımızı söyleyeceğiz. Nizamla halk arasındaki bağın korunabilmesi için zihinlerin bu iki mukayese bakımından daima ikna edilmesi gerekiyor.

     

    Elbette bazılarının kalkıp “yabancılarla özellikle de Batılılarla ilgili hiçbir şeyin, hata onların araba sürüşlerinin bile övülerek anlatılmaması gerekir” demesi mümkündür.

     

    Bizim şu anki Radyo Televizyon Kurumumuzun bu yöntemi, bugünkü genç kuşağın televizyonun Batı ile ilgili doğru eleştirel analizlerini bile çekici bulmamasına sebep oluyor. Nitekim önceki gece [yayımlanan bir programda] Batı karşısında duruşun simgesi olan İmam’ın yaptığı bir konuşmada Amerikan başkan adaylarının ülkelerinin ulusal çıkarlarını kendi şahsi çıkarlarına tercih edişlerini övdüğünü gördük.

     

    Batı’nın fikri köklerinin temelsiz olduğunu ispat etmek ayrı bir mesele, Batı’nın ve Batı insanının olumlu ya da olumsuz noktalarını insafla dile getirmek ayrı bir meseledir. Müminlerin Emiri Ali, (as) Muaviye’nin bazı askerlerinin duruşunu ve çalışkanlığını överken hatta onları kendi dostlarına örnek gösterirken herhangi bir korku duymuyordu.

     

    Aynı şekilde Kur’an da tahrif edilmiş Hıristiyanlığa ilişkin çok şiddetli eleştirilerde bulunurken bazı Hıristiyanların emanet ehli oluşunu övmektedir. Kendimizi ve nizamı sürekli övüp, muhalifleri ise sadece eleştirmek nereden çıktı belli değil!

     

    -İzin verirseniz biraz da son dönemde yaşanan olaylarla ilgili konuşalım. Siz, aylar önce Kehrizek meselesiyle ilgili çok geniş bir yankı uyandıran bir makale yazdınız. Sizi böylesine bir makale yazmaya yönelten sebep neydi, nasıl tepkiler aldınız ve ondan sonra neden uzun bir süre suskun kaldınız?

     

    - Yumuşak savaş zihinleri kuşatmış bulunuyor. Hiçbir şey zulüm kadar halkı nizamdan, devrimden, ulemadan, İmam’dan ve Rehber’den uzaklaştırmıyor. Yumuşak savaşın kurbanlarının tabiriyle adaletin uygulanma biçimi özellikle siyasi alanla doğrudan ilgilidir.

     

    Bir din alimi ve bir şehit evladı olarak İslam adına yapılan bazı kötü davranışlar konusunda aydınlatmayı kendime görev bildim. Böylesi bir eleştirinin devrimin içindeki güçlerden sadır olması bazı kardeşlerimizi rahatsız etmiş olabilir; ancak bu eleştiriler, bu tür kötü işlerden dolayı nizamın esasından şüpheye düşenleri devrimin kucağına geri döndürmektedir.

     

    Ancak herhangi bir siyasi cenah adına yapılmamış olan bu itirazımın bazı cenahlar tarafından istismar edilmeye başlandığını görünce eleştirilerimi sürdürmemeye karar verdim. Nitekim benim o makalemdeki itirazımın seçim hengamesiyle bir ilgisinin olmadığı son derece açıktı. Ben bir cenaha hoş gözüksün diye söz söylemeyi bir çeşit şirk olarak görüyorum. Nitekim geçtiğimiz yıl da Hemedan’da öldürülen bayan doktorun dosyası –ki bu tamamen siyaset dışı bir dosyaydı- konusunda da son derece açık bir şekilde itiraz etmiştim.

     

    - Sizce nizamın taraftarı olan birisinin onu güçlendirmeye dönük yöntemlerinin özellikleri nelerdir?

     

    - Şuna dikkat edilmelidir ki nizama taraftarlık iki şekildedir. Birincisi salt övme ve yüceltme yöntemidir ve bu işte ekmek de vardır. Ben ne bu yöntemi bilirim ne de buna niyetim var.

     

    İkinci yöntem ise pratik taraftarlıktır. Halkı nizamdan uzaklaştıran işler konusunda uyararak yapılan nizamı koruma yöntemidir. Benim niyetim böylesi bir iş yapmaktır. Geçen yıl Tabnak internet sitesinde yayımlanan yetkilileri eleştiren makalelerimi bu görev duygusuyla yazdım ve bunların belli cenahlar tarafından kötüye kullanılmamış olmasından dolayı da mutluyum.

     

    Elbette şundan hiçbir kuşku yok ki nizama yapılmış zulüm on milyonlarca kişiye yapılmış bir zulüm olduğu için fertlere yapılmış olan zulümden daha büyüktür. Fakat şuna da dikkat etmemiz gerekir ki nizama yapılan zulmün neticesi halkın yumuşak savaşa kurban edilmesini gerektirmez. Çünkü nizam kendisini savunacak, meseleleri aydınlatacak birçok imkana ve güçlü bir propaganda aygıtına sahiptir. Ama halka yapılan zulüm konusunda ikna edici bir müdahale yapılamazsa bunun neticesinde binlerce, hata milyonlarca kişi yumuşak savaşın kurbanı olur ve bu savaş zihinleri kuşatır.

     

    - O dönemde seçimlerle ilgili kişisel bir mesele peşinde olmadığınızı belirttiniz, peki bugün itiraz eden liderlere hitap etmek isterseniz onlara hangi tavsiyelerde bulunursunuz?

     

    - Ben siyasetçi değilim; ancak ülke şartlarını göz önünde bulundurarak birkaç cümle arz edeyim. Çünkü bana göre Devrimin bu 31. yılı Devrim’in tüm dostları açısından en sıkıntı yıl olmuştur. Payidar olmasa da Komala’dan Münafıklara [Halkın Mücahitleri Örgütü] saltanat yanlılarından Tudehçilere kadar devrim karşıtları arasında İslam Devrimi’ne karşı şimdiye değin bu şekilde bir dayanışma görülmemişti.

     

    Allah korusun eğer Devrim karşıtları gücü ele geçirecek olursa Sayın Kerrubi ile Şeriatmedari [Keyhan gazetesi genel yayın yönetmeni] arasında bir fark görmeyecek, her ikisini de aynı darağacına asacaktır.

     

    İzin verin şimdi kendi söylemimizle itirazcı liderlere konuşayım. Onlara ne zaman kendi tutumlarını düzeltmeleri söylense onlar “burada şahsi bir hak yok ki bundan vazgeçelim, mesele halkın haklarıdır halkla yaptığımız ahde bağlı kalacağız” diyorlar. Onlara cevaben şöyle denmelidir: Bu halk için bu Devrim’den daha büyük bir sermaye yoktur. Bu, halkla nasıl bir ahit yapmaktır ki şu an fiilen bu en büyük sermayeyi onlardan alıyorsunuz?

     

    Ben, itirazcı liderlerin Devrimin ve nizamın onların söz ve eylemlerinden zarar gördüğünden kuşku duymadıklarına inanıyorum. Fakat burada düşündürücü olan şu ki, bu şahısların davranışlarını düzeltmesine engel olan en önemli etkenlerden birisi özellikle bu maceranın başında ifratçıların onlara karşı giriştiği yanlış buldozerce müdahalelerdir. Bu tutum onları yavaş yavaş bu noktaya taşımıştır.

     

    -Buldozerce müdahalelerden ne kastediyorsunuz?

     

    - Bazen bakıyoruz ki nizama bir eleştiri yapıldığı zaman veya nizamla bir sorun oluştuğu zaman maalesef İmam’ın 8 maddelik emrinin veya İslam İnkılabı Rehberi’nin azami derecede kucaklama vurgusunun aksine, sözlerini açıklama konusunda ona yardım etmek ya da hatasını düzeltmesini sağlayarak onu kazanmak yerine ilgili ilgisiz her cepheden ona saldırılıyor.

     

    Eleştiriler saptırılıyor, doğru veya yanlış meselelerle ailesi medya konusu haline getiriliyor, doğru ya da yanlış boyutlarıyla hakkında dosya tanzim ediliyor ve onun İsrail’le irtibatlı olduğu ifşaatları yapılıyor! Bu tür girişimler BBC ve benzerlerine müşteri toplamaya dönük bedavadan yapılmış hizmetlerdir.

     

    Bu tür yöntemler, gayri ahlakiliği ve gayri İslamiliği bir yana birkaç bakımdan da sorunludur. Birincisi, bu tür şeylerden sonra o kişiyle ilgili doğru eleştiriler bile şüphe içindeki muhataplara etki etmemektedir.

     

    İkinci olarak “falanca muhalif veya eleştirel şahısla ilgili bu kadar dosya vardı da bunlar şimdiye kadar nasıl oldu da hiçbir sorun yaşamadan nizamın içerisinde bulunabildi o halde nizamla ol canının istediğini yap. Yoksa bunların hepsinin suç dosyası mı var” şeklinde bir tasavvur oluşmaktadır.

     

    Üçüncü olarak bu şahıslar inada sürüklenmekte ve inadı yüzünden –gerçekleşmesi için kendisinin de eziyetler çektiği- İslam Cumhuriyeti’ne yönelik yalan yanlış iddialarla dünyadaki milyonlarca insanın zihninde onlarca yıl kalacak şekilde siyasi muhaliflere tecavüz edildiğine ilişkin iddialar dile getirebilme noktasına gelmektedir.

     

    Elbette bunu söylerken bir kişiye sert müdahalede bulunulmasının o kişinin yaptıklarını açıklanabilir hale getirdiğini ve bunlara yasal açıdan müdahale edilemeyeceğini söylemek istemiyorum.

     

    Buldozerce müdahalelere ilişkin bir başka örnek birilerinin Kur’an ya da İmam- Zaman’la ilgili küfre sebep olabilecek sözlerini tüm reformculara mal ederek “tüm reformcuların geleceği nokta işte budur” dememizdir. Bu insafsızlıktır.

     

    Benim açımdan da reformcuların düşünsel açıdan ya da başka açılardan çok temel yanlışları bulunmaktadır. Bu ayrı bir meseledir. Burada söz konusu olan insafla müdahale etmektir. Münazaralara katılmak istemeyen reformcuların isimlerini yayımlayıp bunların katılmama gerekçelerini yayımlamamak ve onların onurlarıyla oynamak doğru değildir.

     

    Halbuki devlet televizyonunda ekonomik yolsuzluklar yapanların ve mütecavizlerin bile onurları ve haysiyetleri korunmaktadır. Her halükarda nizama mensup kişi ya da organların insaf ölçüsünden uzaklaşması yumuşak savaşın kurbanlarının sayısını arttırmaktadır.

     

    - Son olarak yumuşak savaşın kurbanları ifadesini biraz daha açar mısınız?

     

    - Bunu başka bir örnekle açıklamak yerinde olacaktır. İmam, Allame Tabatabai ve Şehit Mutahhari gibi büyük insanların yaydığı İslam’ın “şah beyiti”  “bu din toplumu en güzel bir şekilde idare edebilir” ifadesidir.

     

    İslam Devrimi’nin zaferinden 18 yıl sonra halkın ekseriyeti, özellikle de seçkinleri üstelik de iki defa Batılı bir kavram olan “sivil toplum”u sözünün “beytül gazeli” haline getiren birine oy vermişse ne olmuştur.

     

    Elbette ben seküler bir düzen kurma peşindeydi diyenleri suçlamıyorum. Ama asıl mesele şudur, niçin o dönemde Batılı bir kavram kendisine o kadar çok taraftar bulabildi? Acaba bu seçkinler insan hakları konusundaki hem Kur’an ayetlerini ve rivayetleri hem de Batılı görüşleri araştırıp inceleyip ondan sonra Batılılar haklıdır sonucuna mı varmışlardı?

     

    Sivil toplum meselesi insan haklarıyla ilgili bir meseledir. Acaba İslam’dan önce herhangi bir öğreti; delilli, makul ve mantıklı bir şekilde insan haklarına mı dayanmıştı? Batı toplumları, halkın yönetimi eleştirmesini bir hak olarak tanımışsa, Müminlerin Emiri Ali, 34. Hutbesinde bunun en ileri derecesini söylüyor.

     

    Masum olmasına rağmen kendisini eleştirmeyi halkın hakkı olarak tanımlıyor. Yani şunu söylüyor eğer bize nasihat etmez ve bizi eleştirmezseniz sadece bu hakkı kullanmamakla kalmaz, aynı zamanda bana cefa etmiş olursunuz. Burada dikkat çekici olan bir diğer husus da şudur: Hz. Ali nasihatin hem gizli hem de halkın önünde açıkça yapılması kaydını getiriyor. (أمّا حقّی علیکم فالوفاء بالبیعة و النصیحة فی المشهد و المغیب).          

     

    Sayın Hatemi’ye oy verenlerin çoğu kendilerinden “nizam, nizam, nizam” lafından başka bir şey duyulmayan bazı nizam savunucularının söyleminden bıkıp usanmış kişilerden oluşuyordu.

     

    Nizamın korunup desteklenmesi gerektiğinden şüphe yok; ama bu tür tek taraflı savunma şekliyle bazıları da şöyle düşündüler: Mademki İslam’da halkın hakları bu kadar teferruata ilişkin bir meseledir, o halde biz de gidip Batı’nın kazanımlarından yararlanalım.

     

    Bu söylem, İslam’ın halkın haklarıyla ilgili ciddi özeninin doğru bir şekilde kazanılmamasına sebep oldu ve bu yüzden de gençlerimizin zihni bu kadar kolayca kuşatılabildi. Elbette bir kişinin aldığı oy tek bir sebeple de izah edilemez.

     

    Batılı kavramların zihinlerde hakimiyet kurmasını istemiyorsak buldozer müdahalelerinin yerine ayırıcı ve eleyici müdahaleleri, geçirmeliyiz. Benim bu söylediğimin Batlı hoşgörü ve mudara kavramıyla bir ilgisi yoktur. Yeri geldiğinde kati bir şekilde müdahale de edilmelidir; ancak İslam nizamında hiç kimse zulüm görmemelidir.

     

    Salt bir teorik görüş olarak “Batı insan merkezlidir, İslam ise Allah merkezlidir” diyerek Batı’nın gençlerimizin zihinlerini kuşatmasını önleyebileceğimizi düşünmek yanlıştır. Gencin önce bu sözü söyleyenin duyarlılığını ve sözü doğrultusunda hareket ettiğini, nizama ait medyanın herkese, hatta düşmanlarına bile –ki bu Kur’ani bir emirdir- insaf ve adaletle davrandığını görmesi gerekiyor. Bu sözler ancak o zaman etkisini gösterebilir.

     

    Bugün neden birisi herhangi bir gerekçeyle tutuklanınca onun ailesiyle görüşülmesi bağışlanmaz bir suç veya en azından tartışma yaratan bir mesele olarak görülüyor? Babası tutuklandığı için diğer aile üyelerinin de dışlanması ve kimsenin onlarla görüşmemesi mi gerekiyor? Bu İslami bir davranış mıdır?

     

    Elbette bazıları tutuklanan kişinin ailesini ziyarete gitmek şeklindeki İslami davranışı siyasi sebeplerle yapıyor; ama eğer bütün cenahlar bu aileleri ziyarete gitse en azından o tutuklunun çocuklarının Devrim’le sorunlarını azaltması ümidi artar.

     

    - İtirazcı liderleri bir tarafa bırakalım sizce nizamı ve İslam İnkılabı Rehberi’ni savunması gereken bazı seçkinler bugün neden susuyorlar?

     

    - Bence bunun en önemli sebeplerinden biri, bunun zeminin hazırlanmamasıdır. Nizama ve büyük İslam Devrimi Liderine gönülden bağlı olanlar için bazı meselelerin açıklanması için bazı seçkinlere ihtiyaç yoktur. Bazı seçkinlerin açıklamalarına, çeşitli gerekçelerle şüpheleri olan kişilerin aydınlatılması noktasında ihtiyaç bulunabilir.

     

    Bu noktada sorulması gereken soru şudur: Toplumun bu kesimi üzerinde hangi seçkinlerin etkisi bulunabilir? Bence bu görev, sözlerinde yalnızca adaletin dalgalandığı seçkinlerin uhdesinde olabilir. Bunlar, nizamı savunurken eleştirilerini ve görüşlerini de söz konusu edebilmelidir. (Tıpkı Rehberin değindiği gibi.)

     

    Maalesef devlet televizyonu ve bazı basın organlarının buna tahammülü bulunmuyor. Bu seçkinler bir şeyler söyler söylemez saldırıların hedefi haline getiriliyor. “Sizin 28. cümleniz İsrail radyosunun 12. cümlesine benziyor, dolayısıyla siz basiretsizsiniz ve düşmanın askerisiniz” türünden suçlamalara maruz kalıyorlar.

     

    Bugün bazıları Rehber’in sözlerini kendilerine göre yorumluyorlar. “İkircikli” konuşmaktan sakınmanın, onların cenahını mutlak anlamda övmek, her türlü eksikliğe göz yummak, her türlü eleştiriden sakınmak olduğu kanısını yayıyorlar. Eğer mesele böyleyse o zaman Rehber’in “birtakım cinayetler işlendi” sözü de “ikircikli konuşmak”tır. İkircikli konuşma belirsiz konuşmaktır, iki taraflı konuşmak değil.

     

    Bence nizamı ve Rehber’i savunan kişinin sözleri, desteğinin yanında eleştirilerini de dile getirmesi durumunda tereddütlü kesimler üzerinde etkili olabilir.

     

    Bu kişiler, Kehrizek’in asli sorumlusuna neden müdahale edilmiyor? Rehber’in içini kan ağlatan olaylarıyla (Üniversite kampusunun basılması) ilgili niçin bir adım atılmıyor? Niçin bazı tutuklamalar gece saat 2’de yapılıyor? diye sorabilmelidir.

     

    Şahıs silahlı mı? Fethu’l- Mubin operasyonuna mı gidiyorsunuz ki şahsı gafil avlamaya ve onun dalgınlığından yararlanmaya çalışıyorsunuz? Karşı tarafın direncini kırmak ve sorguyu kolaylaştırmak ve ondan kolayca itiraf alabilmek için bu tür bir karar veren o meçhul kardeş, kendince düşmanın komplosunu etkisiz bırakıyor! Halbuki aslında yumuşak savaş için düşmana asker hediye ediyor.

     

    Çünkü 10 yaşındaki bir çocuk, bir telefonla çağrılabilecek ya da en azından kendisi okuldayken götürülebilecek babasının gece yarısı götürüldüğünü görünce onun nizama karşı duyacağı kırgınlık kolayca bertaraf edilemeyecektir. Bir başka ifadeyle aslında o meçhul kardeş sekülerizmi kendisinin yaydığının farkında değildir.

     

    Eğer bazı seçkinler nizama verdikleri desteğin yanında eleştiri yapamazlarsa desteklerinin de hiçbir etkisi olmayacaktır. Onların bu eleştirileri hemen bir tahribe dönüşünce onlar da susmayı tercih etmektedirler.

     

    Ben şunu açıkça söylemeliyim ki İnkılap Rehberi’ne uyulmadıkça devrimi darboğazdan geçirmek mümkün olmayacaktır. Şimdi ifratçıların bu söyleşideki eleştirilerden dolayı nasıl tepki vereceklerini göreceksiniz, o zaman da seçkinlerin niçin sustuklarını anlayacaksınız. (Elbette seçkinlerin tanımının da iyi yapılması gerekiyor, ben kendimi o seçkinler içerisinde görmüyorum) Eğer saldırganlar kontrol edilirse seçkinler de konuşabilecektir.

     

    Rehberin her iki tarafın ifratçılarını engellemek için oynadığı rol çok kilit bir roldür. Bunlardan birisi İslam Devrimi’ni yok etmek isteyen Devrim karşıtlarıdır. Diğer akım ise halkın canına sinek kadar bile değer vermemektedir.

     

    Yalnızca “nizam, nizam” diyen bu kişiler herhalde Kehrizek’te yüzlerce kişi yerine 3 kişi öldürmüş olmayı nizamın şefkati olarak görüyorlar! Buna rağmen yine de bu kişilerin İslam İnkılabı Rehberi’ni, Rehber’in çizgisinde görüyor olmalarından dolayı Allah’a şükretmek lazım!!

     

    - Bazı seçkinlerin daha açık bir rol oynamaması onların basiretsizliğinden kaynaklanmıyor mu?

     

    - Bu, seçkin derken kimi kastettiğinize bağlı. Seçkinlerin katılımının olmamasının tek bir sebebi yok. Bazen basiretsizlikten kaynaklanıyor olabilir; ama asıl etken saldırganların engellemeleridir. Ayrıca şunu da ekleyeyim ki eğer basiret yoksa da bunun sebebini de daima seçkinlerin içinde aramamak gerekiyor. Basiret bazen tavsiye edici bir şey değil, bazen de ortaya çıkarıcıdır.  Zira bazen de bu davranışlar şahsiyetleri değiştirebilmektedir.

     

    - Devrim karşıtı ifratçıların durumu belli; ama sizin yaptığınız bu tasnife göre niçin bazıları devrimi ve velayeti savunma adına ifrata yöneliyorlar?

     

    - Elbette bu, çoğunlukla iyi niyetten kaynaklanıyor. Ama diğer bir önemli sebep de biz “nizamı savunma ahlakını” ortaya koymuş değiliz. Nizam için canını vermeye hazır olan bazı kimseler bazen nerede katiyet, nerde muhabbet gösterileceğini bilmiyorlar.

     

    Her yerde şiddet göstermek gerektiğini ve bunun sevaba daha yakın olduğunu düşünüyorlar. Örneğin birinin sarığını düşürünce veya birinin yakasını yırtınca onu etkisiz hale getirdiklerini sanıyorlar. Halbuki bu, onun düşüncelerini yayması için en iyi yoldur. O, bu sayede taraftarlarının sayısını on, hatta yüz katına çıkarıyor. Bu ise aslında o işi yapanın istemediği bir şeydir. Elbette yasal olarak katiyet göstermek de yeri geldiğinde gereklidir.

     

    - 11 Şubat Devrim kutlamalarının eşiğinde bulunuyoruz. Halk arasındaki birlik ve beraberliğin daha da artması ve devrim kutlamaları yürüyüşünün daha görkemli olması için neler tavsiye edersiniz?

     

    - Bu gün, herkesin günüdür, bunun her iki tarafın da ifratçısına bırakılmaması gerekiyor. Tüm devrimi sevenler – bazılarının itirazları olsa da- ortak bir tutum içinde olmalıdır. Umarım öyle olmaz ama düşmanların bu gün için birtakım hayallere kapılmış olması da mümkündür.

     

    Mesele bu büyük çoğunluğun çeşitli senaryolar karşısında ne yapması gerektiği meselesidir. Tepki göstermemeli midir? Slogana sloganla mı cevap vermelidir? İşi polise bırakıp bölgeyi terk mi etmelidir? Kitle dalgasıyla onları sürmeli midir? Mümkün olan en samimi müdahalelerle onları kazanmaya mı çalışmalıdır? Bence kalan bu müddet zarfında bu büyük kitleye, en azından Tahran’dakilere nasıl davranılması gerektiğini eğitimi verilmelidir. Eğer bu iş anlayışlara bırakılırsa biri sert müdahale eder, biri fiziki olarak müdahale eder vs. sonuçta da düşmanın hedeflerine yardımcı olunur. Öyle görünüyor ki Devrim Muhafızları Komutanı’nın son açıklamasında yürüyüşe katılanlara birbirine tahammüllü olmayı tavsiye etmesi bu doğrultudaki olumlu bir tedbirdir.

     

    Çeviren: Alptekin Dursunoğlu

     

    http://www.mehrnews.com/fa/newsdetail.aspx?NewsID=1032009

     

    

    Makaleler

    Güncel