Nükleer Proje konusunda Batı “hiçbir halt edemiyor”

İran, 2 Şubat’taki toplantıdan önce gerek sevk veya gerekse rapor edilmesi yönünde bir karar çıkarılması durumunda bunu hukukî dayanaktan yoksun, siyasî bir tavır olarak değerlendireceğini ve başta Ek Protokol’ün uygulanması olmak üzere attığı tüm iyi niyet adımlarını geri alacağını belirtmişti.

İran, nükleer silahların yayılmasını öngören NPT konvansiyonunu yıllar önce imzalamış olmasına ve Uluslar arası Atom Enerjisi Ajansı ile işbirliği yapmasına rağmen sürekli olarak ABD tehditlerine maruz kaldı.

 

Uluslar arası hukuk açısından nükleer meselede İran’ın tek yasal muhatabı Ajans olmasına rağmen, Tahran, meseleyi uluslar arası bir krize dönüştürmek isteyen ABD stratejisini etkisiz bırakmak için, uluslar arası topluma nükleer projesinin şeffaf ve barışçı olduğu yönünde güven vermeye çalıştı.

 

Bu çerçevede nükleer proje konusunda herhangi bir hukukî sıfata sahip olmamakla birlikte Ajans’ın Yöneticiler Kurulunda bulunmalarından dolayı Almanya, Fransa ve İngiltere ile siyasî müzakere yapmayı kabul etti. Yani İran tüm teknik ve hukukî haklılığına rağmen, nükleer projesi konusunda tek hukukî muhatabı olan Atom Enerjisi Ajansı’nın ABD baskıları karşısındaki zayıflığından dolayı, ABD müttefiki olan AB ülkeleri ile yapacağı müzakereler aracılığı ile projesinin barışçı ve şeffaf olduğunu dünyaya göstermeye çalıştı.    

 

Tahran 2003 yılı eylülünde İngiltere, Fransa ve Almanya ile Sadabad Anlaşması’nı imzaladı. Burada ABD ve İsrail iddialarının aksine nükleer projesinin barışçı olduğuna dair güvence vermek için, hukukî zorunluluktan kaynaklanmayan bir dizi iyi niyet adımını gönüllü olarak attı.

 

Bu cümleden, mecliste onaylanmamasına rağmen ani denetimlere ve askerî tesislerin incelenmesine de imkân tanıyan Ek Protokol’ü gönüllü olarak uygulamaya koydu, İsfahan’daki nükleer yakıt üretmeye dönük UCF tesislerini ve Natanz’daki uranyum zenginleştirme tesislerini geçici olarak durdurdu.

 

İran bu güven verici adımlarla, kendi teknik ve hukukî haklılığı ile ABD siyasi baskıları arasında sıkışmış bulunan Ajans’ın yanında, o dönemde güya yansız bir üçüncü taraf olarak sürece katılan üç AB ülkesini projesinin barışçılığı konusunda ikna etmeye çalıştı.

 

Sadabad Anlaşması sonrasında başlayan süreçte, Ajans ve ABD ile birlikte artık söz konusu üç AB ülkesi de konuya fiilen taraf olmuş oldu. O dönemde tarafların konuya ilişkin tutumu açısından ortaya şöyle bir manzara çıktı:

 

1-Kendi mühendislik imkânlarıyla başardığı barışçı nükleer projesini uluslar arası bir krize dönüştürmeden yürütmek isteyen İran.

2-Uluslar arası bir kurum olmaktan kaynaklanan konumuyla meselenin yasal teknik ve hukukî boyutundan sorumlu tek yasal kuruluş olan BM Atom Enerjisi Ajansı.

3-İran’ı nükleer silah yapmaya çalışmakla suçlayan ve Ajans’a siyasî baskı yapıp bu ülkeye de askerî tehditler savuran ABD.

4-Meseleyi diplomatik yollarla halletme adına güya tarafsız bir şekilde devreye giren söz konusu AB ülkeleri.

 

Geçen zaman içerisinde Ajans, “İran’ın nükleer programında NPT’den hiçbir sapma göstermediğini” defalarca rapor etti. Üç AB ülkesi, İran’ın Sadabad’ta attığı iyi niyet adımlarının, “hukukî bir zorunluluktan kaynaklanmadığını, bunların geçici ve gönüllü iyi niyet adımları” olduğunu 24 Kasım 2004 tarihinde imzaladıkları Paris Anlaşması’nda da ikrar etti. O dönemde sorunun diplomatik yollarla çözümünden yana tarafsız bir üçüncü şahıs olma rolü oynayan AB ülkeleri, giderek meseleyi adeta sonu gelmez bir müzakere sürecine taşıyarak İran’ın attığı iyi niyet adımlarını kalıcı hale dönüştürmenin çabası içerisine girdi.

 

İran, sorunu uluslar arası bir krize dönüştürmeden kısa sürede halledebilmek için güven verici tek taraflı adımlar attıkça, söz konusu üç AB ülkesi Tahran’ı oyalamaya ve atılan adımları kalıcı kılmaya çalıştı. Hâlbuki İran’ın bu ülkelerle müzakerelerinin resmî çerçevesi, “İran’ın silah peşinde olmadığına dair objektif garantiler vermesi”, üç AB ülkesinin de sorunun çözümüne dair “güvence vermesi” şeklindeydi. Fakat iki yıllık müzakere sürecinde Avrupalıların, Dünya Ticaret Örgütü’ne üyelik ve bazı uçak parçalarının satışı üzerindeki ambargonun kaldırılması gibi tuhaf rüşvetlerle İran’a “geçici adımlarını sürekli hale getir” dayatmasında bulundukları gözlemlendi.

 

2005 yılı boyunca yapılan görüşmelerde “objektif garantiler” çerçevesinde üzerine düşenden fazlasını yapan İran, üç AB ülkesini müzakerelerin resmî çerçevesi içinde kalmaya davet etti. Avrupalıların Cenevre ve Brüksel görüşmelerinde de aynı tutumu sürdürmesi üzerine İran, bu ülkelerin oyalama ve geçici iyi niyet adımlarını kalıcı hale getirme çabalarına 3 Ağustos 2005 tarihine kadar sabredebildi.

 

Bu tarihte, daha önce geçici olarak faaliyetlerini askıya aldığı İsfahan’daki UCF tesislerini faaliyete geçirdi ve üç AB ülkesine müzakereler konusunda bir uyarıda bulunmak istedi. Bununla birlikte müzakereleri sürdürmekte istekli olduğunu belirterek Cumhurbaşkanı Ahmedinejad aracılığıyla objektif garantiler çerçevesinde çok daha ileri bir adım attı.

 

Ahmedinejad, BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada, nükleer konuda barışçılıklarından şüphe eden ülkeleri, İran’da bu alanda ortak yatırımlara davet etti. Bu adım İran’ın nükleer projesi konusunda tartışmaya mahal bırakmayan en net bir objektif garanti idi.   

 

Bununla birlikte aslında önceleri farklı bir üslup içinde gözükse de İran’ın nükleer projesini durdurma konusunda ABD’den farksız bir stratejiye sahip olan AB ülkeleri, zeytinyağı gibi üste çıkmaya çalışarak İran’ı Paris Anlaşması’nı ihlal etmekle, yükümlülüklerini yerine getirmemekle ve müzakereleri baltalamakla suçladı. ABD ve İsrail’in İran’a yönelik askerî saldırı tehditlerinden de güç alan üç AB ülkesi, böylece sorunu siyasî bir krize dönüştüreceğinin işaretini vermeye başlamıştı. Bununla birlikte Avrupalılar, ABD ve İsrail gibi sürekli olarak askerî tehdit üslubuyla konuşan ABD ve İsrail’e göre, güya hâlâ diplomasiden yana olmak gibi bir rol de oynamayı sürdürüyordu.

 

Bu arada Ahmedinejad’ın nükleer alanda İran’da ortak yatırım teklifi, Rusya’ya bu konuda rol alma inisiyatifi verdi. ABD ve İsrail’in askerî, üç AB ülkesinin de siyasî tehditleri arasında baskı altına alınmış olan İran’a UCF ve uranyum zenginleştirme tesislerini Rusya’da ortaklaşa yürütme teklifi getiren Moskova, 4 Şubat’taki Ajans Yöneticiler Kurulu’nda Batılılarla birlikte hareket ederek Tahran’ı bu teklif karşısında pazarlık yapamayacak hale getirmeye çalıştı.

 

Batılı haber ajansları ile birlikte Türkiye’de de yanlış bir şekilde “İran’ın Güvenlik Konseyi’ne sevki” olarak yansıtılan Ajans Yöneticiler Kurulu’nun 4 Şubat 2006 tarihli kararı, aslında İran’ın Güvenlik Konseyi’ne (GK) sevki anlamına gelmiyor. Venezüella, Küba ve Suriye’nin aleyhte oy verdiği, beş ülkenin çekimser kaldığı ve 27 ülkenin de kabul oyu verdiği karar, İran’ın GK’ye sevk edilmesini değil, nükleer faaliyetlerinin GK’ye rapor edilmesini öngörüyor.

 

Zira GK’ye sevk durumunda Ajans tamamen devreden çıkmakta ve dosya, GK’ye havale edilmektedir. Burada olduğu gibi rapor edilmesi yönündeki kararda ise dosya Ajans’ta kalmaya devam etmekte; ama Ajans konuyla ilgili incelemeleri GK’ye rapor etmektedir.

 

İran, 2 Şubat’taki toplantıdan önce gerek sevk veya gerekse rapor edilmesi yönünde bir karar çıkarılması durumunda bunu hukukî dayanaktan yoksun, siyasî bir tavır olarak değerlendireceğini ve başta Ek Protokol’ün uygulanması olmak üzere attığı tüm iyi niyet adımlarını geri alacağını belirtmişti. Nitekim 4 Şubat kararının ardından İran Ajans yetkililerini çağırarak gönüllü olarak askıya aldığı tesislerdeki mühürleri kırdırdı, buralardaki faaliyetlerini başlattı ve Ajans’la ilişkilerini sadece NPT çerçevesine indirdi.

 

Peki bundan sonra ne olabilir? Başta ABD olmak üzere üç AB ülkesi oynayabilecekleri son kozlarını da oynadılar. 6 Mart’taki Ajans Yöneticiler Kurulu’nun olağan toplantısında muhtemelen Konsey’e sevk yönünde bir karar çıkmayacak. Çünkü 4 Şubat’ta kendi teklifi konusunda İran’ın pazarlık gücünü kırmaya dönük bir adım atarak Batılılarla birlikte hareket eden Rusya ve Çin, muhtemelen sevk yönünde bir karara imza atmayacak.

 

İran’ın Rusya teklifini hâlâ incelenebilir gören tutumu, muhtemelen Rusya’yı ve Çin’i GK’ye sevk konusunda caydırıcı olacaktır. Öte yandan İran, rejim karşıtlarının bile ulusal bir mesele olarak gördüğü barışçı nükleer projesi konusunda kararlı gözükmekte, GK’ye sevk edilmesi durumunda bile çıkarılması imkânsız gibi gözüken ekonomik ambargo kararına bile boyun eğmeyeceğini ortaya koymaktadır.

 

Bu günlerde İranlıların ortaklaşa söyledikleri bir cümle var: Savaş sırasında ambargo uygulamadılar mı? “Amrika nemi tevaned galati ra bekoned” (ABD hiçbir halt edemez)



Makaleler

Güncel