Saddam’a idam kararı ve federalizm

ABD yönetiminin Irak’ta üçlü federasyona ikna olması Saddam’ın idamını, Saddam’ın idamı da üçlü federatif yapının kurulmasını hızlandıracak gelişmeler olarak gözüküyor.

Tarih 16 Temmuz 1979, Saddam Hüseyin et-Tıkriti, amcası ve kayın pederi Hasan el-Bekr’i devirerek Irak cumhurbaşkanı oldu ve Devrim Komuta Konseyi’nin başına geçti.

 

Yüzlerce kişinin bulunduğu toplantı salonunda Saddam Hüseyin ağzında o ünlü Havana purosu ile elindeki listeden isimler okuyor, ismi okunan ve ayağa kalkarak yalvarır bir ses tonuyla durumlarıyla ilgili açıklama yapmak isteyen şahıslar, Cumhuriyet Muhafızları tarafından kollarından tutularak zorla salondan çıkarılıyor ve malum akıbetlerine kavuşturulmak üzere götürülüyor.

 

Saddam’ın purosundan keyifli nefesler çekerek yüzlerce Baas Partisi üyesini idama gönderişine dair görüntüler, Soğuk Savaş’ın son on yılının Irak’ına ilişkin hatıralar olarak zihinlere kazınıyor.

 

Irak’ın yeni güçlü lideri, iktidarı ele geçirmesinden 14 ay sonra İran’la imzalanan Cezayir Anlaşması’nı televizyon kameraları önünde yırtıyor ve her iki taraftan bir milyondan fazla kişinin ölümüne sebep olacak olan sekiz yıllık Irak-İran savaşını başlatıyordu.

 

1972 yılında Sovyetler Birliği ile 15 yıllık dostluk ve işbirliği anlaşması imzalamış olan Irak, Saddam liderliğinde İran’la savaşa başlayarak 1979’da gerçekleşen İslam Devrimi’nden dolayı İran’la gerginlikler yaşayan ve Tahran’daki yeni rejimi devirmek isteyen ABD’nin de desteğini arkasına alıyordu.

 

İslam Devrimi ve İran’ın Tebes çölünde başarısızlığa uğrayan rehine kurtarma operasyonu yüzünden Jimmy Carter liderliğindeki Demokrat Parti’nin yerine bugünkü Yeni Muhafazakarlara kadrolaşma imkanı yaratan Cumhuriyetçi Ronald Reagan’ın ABD başkanlığına seçilmesi, Washington’un Irak politikasında da değişikliğe sebep olmuştu.

 

Reagan, 2003 yılındaki Irak savaşının mimarlarından biri olan Donald Rumsfeld’i Saddam’a özel elçi olarak gönderiyor, geleneksel olarak Sovyetler Birliği’ne yakın duran Irak Baas Sosyalist Partisi yönetimindeki Irak’la ilişkileri başlatıyordu.

 

ABD’nin 1989’a kadar sürecek olan İran-Irak savaşı boyunca Saddam rejimine verdiği destek, hem Avrupalı müttefiklerini hem de Ortadoğu’daki müttefiklerini savaş boyunca Saddam’a destek vermeleri konusunda teşvik ediyordu.

 

Saddam rejimi, 8 yıllık İran savaşı boyunca Sovyetler Birliği’nden istediği kadar konvansiyonel silah alabilen, Fransa’ya nükleer reaktör yaptırabilen, savaş sırasında kullandığı kimyasal silahların kimyasal maddelerini Almanya’dan temin edebilen ve bölgedeki tüm Arap rejimlerinden finans sağlayabilen “saygın” ve güçlü bir lider rolüne sahipti.

 

Fransa’nın Irak’ta inşa ettiği Osirak nükleer tesisleri 7 Haziran 1981’de İsrail tarafından bombalandıysa da Saddam yönetimindeki Irak, Arap dostlarından sağladığı petro-dolarlar ve 8 yıllık savaş sırasında ABD’den, Avrupa ülkelerinden ve Sovyetler Birliği’nden aldığı silahlar sayesinde adeta bir silah ambarı haline geldi.

 

Saddam rejiminin sahip olduğu uluslar arası askeri ve ekonomik destek, kendisine diplomatik alanda da rahat bir manevra alanı yaratıyordu. ABD ve İngiltere 1986 Mart’ında, BM Güvenlik Konseyi’nin Irak’ın İran’a karşı kitle imha silahları kullanmasını eleştiren kararlar almasını, karşı oy kullanarak engelliyor; dönemin BM Genel Sekreteri Javier Perez De Cuellar, İran Irak savaşına son veren 598 sayılı kararın yürürlüğe girmesinden sonra bile savaşı başlatan tarafın İran mı yoksa Irak mı olduğuna hala karar veremiyordu.

 

Öte yandan “terörle mücadele” şimdiki kadar rayiç bir kavram olmamasına rağmen, kuzeyde Kürtleri, güneyde ise Şiileri demir yumruk politikasıyla ezen Saddam yönetimi, hiçbir şekilde insan hakları ihlallerinin kapsamı içinde değerlendirilmiyordu.

 

Tüm bu uluslar arası desteğe rağmen, 8 yıllık savaşın ikinci yarısından itibaren dengenin Saddam aleyhine bozulması, uluslar arası ambargoya rağmen İran ordusunun Fav Yarımadası’nı ele geçirmesi ve savaşın artık Irak topraklarında cereyan etmesi üzerine ABD savaşa müdahale etmeye karar veriyor ve savaş gemilerini Körfez’e göndererek yolcu uçaklarından petrol platformlarına kadar İran’a ait her türlü hedefi vuruyordu.

 

İran, 1989 yılının Ağustosunda 598 sayılı BM kararını kabul ederek, 8 yıllık savaşı bitirip yaralarını sarmaya başlarken, Saddam liderliğindeki Irak, baba George Bush başkanlığındaki Washington’un pek de ima sayılmayacak cesaretlendirmeleri sonucu 2 Ağustos 1990’da savaş sırasındaki finansörü Kuveyt’i işgal ve ilhak ediyordu.

 

İran’la yaptığı savaşta Saddam’ın yanında yer alan dünya, Kuveyt’i işgal edince bir anda Saddam’ın karşısına geçmişti. ABD, Saddam’ın Kuveyt’i işgal etmesi karşısında BM Güvenlik Konseyi’ni harekete geçirmekte zorlanmadı. Saddam’ın, Güvenlik Konseyi’nin Kuveyt’ten kayıtsız şartsız çekilmesi yönündeki isteğini kabul etmemesi üzerine ABD liderliğindeki koalisyon güçleri 17 Ocak 1991’de başlattıkları “Çöl Fırtınası” adlı askeri operasyonla Saddam’ı Kuveyt’ten çıkardı.

 

Irak’ın Kuveyt’teki birliklerinin büyük bir kısmının imha edilmesi, bir kısmının esir alınması, bir kısmının da kaçmasıyla sonuçlanan Çöl Fırtınası operasyonu, 28 Şubat 1991’de sona erdiğinde Saddam’ın askeri gücü büyük ölçüde budanmış, ama yerine alternatif bulunamadığı için iktidarına dokunulmamıştı.

 

Saddam’ın askeri yenilgisini fırsat bilen kuzeydeki Kürtlerle güneydeki Şiilerin ayaklanmaları, Irak’ı Saddam’ın kontrolünden çıkarmış, Irak’taki 18 ilden 16’sının kontrolünü devrimcilerin eline geçmişti.

 

ABD, Saddam’a son bir iyilik daha yaparak içerideki isyanı bastırmasına izin verdi ve Saddam rejimi, ABD birliklerinin kenara çekilerek izlediği kuzeyde ve güneyde binlerce insanın öldürülmesiyle sonuçlanan meşhur Enfal operasyonlarının sonuncusunu gerçekleştirdi.

 

Körfez Savaşı sonrasında Saddam’ın sadece askeri gücü sıkı bir denetim altına alınmakla kalmamış, 36 paralelin kuzeyinin uçuşa yasak bölge ilan edilmesiyle Irak’ın toprak bütünlüğü ve siyasal bağımsızlığı da tartışmalı hale getirilmişti.

 

1991’deki askeri müdahaleden, rejimin 8 Nisan 2003’te Bağdat’ın Firdevs Meydanı’ndaki Saddam heykeliyle beraber devrilmesine kadar geçen süre, bir bakıma Irak’a ABD çıkarlarıyla uyumlu bir rejim yaratmanın hazırlıklarıyla geçti.

 

ABD, 1998’de Süleymaniye ve Erbil’de hakim olan Kürt grupları uzlaştırıp, Ahmet Çelebi liderliğindeki Irak Ulusal Kongresi ile Saddam rejimine alternatif bir yönetim kuracak siyasi aktörleri örgütlerken, Saddam da bayrağına “Allahu Ekber” yazdırarak, İslami jargonlar kullanarak ve İsrail karşıtlığı söylemi geliştirerek Arap ve İslam dünyasının desteğini kazanmaya çalıştı.

 

İran’la yaptığı savaş sırasında kendisine Kadisiye kahramanı unvanını vererek “Mecusi İran’a” karşı “2. Halife Ömer” rolü oynadığı imajını vermeye çalışan Saddam, Körfez Savaşı’nın başladığı ilk saatlerde televizyon kameraları karşısında namaz kılarak ve İsrail’e 3 tane Scud füzesi fırlatarak Arap ve İslam dünyasının duygularına hitap etmişti.

 

25 yıllık iktidarı boyunca ülkesine ve bölgesine kan, savaş, yıkım ve işgalden başka bir şey vermeyen Saddam, 2003’teki işgalin uluslar arası hukuk ve dünya kamuoyu nezdindeki gayri meşru niteliğinden hareketle; ABD karşıtlığı, Arap nasyonalizmi ve Sünni İslam jargonlarına dayalı bir politik tutuma sığındı.

 

BM Güvenlik Konseyi iradesine rağmen gerçekleştirilmesinden dolayı uluslar arası hukuk açısından meşruiyeti tartışmalı olan Irak savaşı; hedefleri, niteliği ve sonuçları bakımından ne maşeri vicdanlarda ne de uluslar arası politikalarda meşru ve makul görülebildi.

 

25 yıl Irak’a bir korku ve ölüm tanrısı olarak hükmeden Saddam, Irak’ı terk etme önerisini reddedip savaşı kabullenerek onur şovu yaparken, Irak halkına hem işgal hem de iç savaş acılarını yaşatıyordu.

 

Gerek devlet başkanı sıfatıyla, gerekse sanık sandalyesinde kameralara, boyun eğmez onurlu lider pozları veren Saddam, saklandığı delikten çıkarıldığında saçlarında bit arayan ABD askerlerinin arasında sokaklarda yaşayan zavallı bir ihtiyar görüntüsü veriyordu.

 

Saddam’ın “onuru”yla, Washington’un “demokrasi aşkı”  kimilerine göre 650 bin, resmi rakamlara göre de 130 bin Iraklının hayatına mal oldu. ABD’nin Irak’ta istediği türden bir siyasi yapı kurmayı başaramaması ve Saddam’ın mahkemede sürdürdüğü onur şovu sebebiyle bu rakamın her geçen gün daha da artması şaşırtıcı olmayacaktır.

 

İşgalcilerin Irak’taki gayri meşru varlığı ve sebep olduğu olumsuz sonuçlar, Saddam’ı yargılayan mahkemenin meşruiyetiyle ilişkilendiriliyor. Kimileri, Duceyl davasından ötürü Saddam’ı idama mahkum eden mahkemeyi işgal altında kurulmuş bir mahkeme olması sebebiyle gayri meşru sayıyor. Bunlara göre işgalin ve işgale sebep olan siyasi aktörlerin işlediği insanlık suçları, Saddam açısından hafifletici bir sebep teşkil etmelidir.

 

25 yıllık iktidarının her aşamasında işlediği savaş suçları ve siyasi cinayetlerden dolayı tüm vicdanlarda mahkum edilmiş olan Saddam, aslında yargılandığı mahkemenin niteliğinden dolayı değil, mezhebi mensubiyetinin Irak iç politikasında sahip olduğu siyasi rol bakımından savunuluyor.

 

Binaenaleyh, Saddam’ın yargılandığı mahkemenin ve kendisine verilen idam hükmünün hukuksal niteliğinden çok, bu durumun etnik ve mezhebi iktidar mücadelelerine tanık olduğumuz Irak’taki siyasi etkileri üzerinde durmak gerekiyor.

 

Saddam Hüseyin rejiminin devrilmesi, Irak’taki Sünni Arap azınlığına dayalı iktidarın devrilmesi anlamını taşıdığı için niteliği her ne olursa olsun sosyolojik bağlamdaki mezhebi mensubiyetinden dolayı Saddam’a verilecek idam cezasının Sünnilere verilmiş bir idam cezası şeklinde algılandığı söylenebilir.

 

Nitekim mahkemenin idam kararının ardından sadece Tıkrit, Ramadi ve Felluce’deki halk kesimlerinden değil, siyasal süreç içerisinde yer alan Sünni liderlerden de Irak dışındaki Arap medyasından da mahkemenin hukuki niteliğini sorgulayan ve kararı mahkum eden tepkiler geldi.

 

Irak’taki silahlı direnişin büyük ölçüde Saddam rejiminin iki numaralı ismi olan İzzet İbrahim ed-Duri liderliğindeki eski rejimin gayri nizami harp unsurları tarafından sürdürüldüğü düşünüldüğünde, mahkeme sürecinde ve muhtemel infaz sonunda şiddetin tırmandırılacağı beklenebilir.

 

Bölge medyasının Arap onuru, mezhebi asabiyet ve güç-iktidar mücadelesi, üçgeninde sürdürdüğü enformasyon savaşının Irak içindeki iç çatışmaları derinleştirici ve propaganda düzleminde besleyici etkiler yapacağı ifade edilebilir.

 

Irak’taki mevcut çıkmazın Cumhuriyetçilere Kongre seçimlerinde yenilgi yaşatması, Washington’un Irak politikasında değişikliklere gideceği yönündeki beklentileri arttırdı. Başında ABD eski Dışişleri Bakanlarından James Baker’in bulunduğu Irak Çalışma Grubu’nun hazırladığı rapor, Irak’ın üç federatif bölgeye ayrılması yönünde temkinli yaklaşsa da bu çerçevedeki düşünceler yüksek sesle tartışılıyor.

 

Kuzeyde 1991’den beri fiilen var olan federal yapının, yeni Irak anayasası ile hukuksal bir nitelik alması ve Kuzey Irak’taki Kürdistan Federasyonu bölgesinin halen Irak’ın güvenlik ve istikrar açısından en huzurlu yeri olarak görülmesi, Şiileri de güneyde bir federal yapı kurmaya sevk etti.

 

Birleşik Irak İttifakı Lideri Abdülaziz el-Hekim’in öncülüğüyle ortaya konan güneyde yeni bir federatif bölgenin oluşturulması konusu, meclisten geçerek uygulamaya konmak üzere uygun ortam bekliyor. Şiilerin güvenlik ve istikrar açısından uygulamak istediği federal sistem, bazı bölge ülkelerini ve Irak’taki Sünni siyasi aktörleri rahatsız ediyor.

 

Sünni siyasi aktörler, zahiren yeni federal yapıların oluşturulmasına Irak’ı böleceği gerekçesiyle karşı çıkarken, adına “Sünni direnişçiler” denen silahlı grupların Irak’ın Sünni bölgelerini kapsayan kentlerinde bir “İslam Emirliği” kurduklarını ilan etmelerini geçiştiriyorlar.

 

Kuzeyde resmen var olan Kürt federasyonunu, güneyde kurulması teknik ayrıntılara ve uygun zamana kalmış olan Şii federasyonu ve orta kesimlerde Sünni silahlı gruplar tarafından ilan edilen “Sünni Emirliği” ortadayken, Irak’ın üçlü bir federal yapıya kavuşturulması düşüncesine yöneltilen itirazlar oldukça etkisiz kalıyor.

 

James Baker’in başında bulunduğu Irak Çalışma Grubu’nun Washington’un yeni Irak politikasını üçlü federasyona sevk etmesi durumunda, Saddam’ın idam edilmesinin sebep olacağı güvenlik sorunları dolayısıyla bu süreci hızlandıracağı beklenebilir.

 

Merkezi hükümetin güvenlik ve istikrarı sağlamadaki yetersizliği, Samerra saldırısı sebebiyle tırmanan mezhebi şiddet, üçlü federasyonu Irak için bir çözüm düşüncesi haline getirdi. Saddam hakkında verilen idam kararının infaz edilmesinin, Irak’ta ikinci bir Samerra etkisi yapacağı ve Irak’taki tüm kesimleri siyasi ve coğrafi açıdan da üçlü bir federatif yapı istikametinde ayrıştıracağı söylenebilir.

 

Sonuç olarak ABD yönetiminin Irak’ta üçlü federasyona ikna olması Saddam’ın idamını, Saddam’ın idamı da üçlü federatif yapının kurulmasını hızlandıracak gelişmeler olarak gözüküyor.

 

Kaynak: Haberajanda



Makaleler

Güncel