Yanlış hesap Bağdat’tan döner

Beyaz Saray’ın askeri işgalle başlayan Irak stratejisi, itaatkâr siyasi aktörlerin iktidar kılındığı yönlendirilebilir bir siyasal yapı ve askeri tedbirlerle kontrol edilebilir bir güvenlik ortamı öngörüyordu.

Irak’taki siyasi süreçler, Beyaz Saray’ın üzerine Büyük Ortadoğu Projesini bina etmeyi tasarladığı Irak stratejisinin en temel aracı olarak görülüyordu. Fakat siyasal süreçlerin son adımı olan 15 Aralık seçimleri Irak stratejisinin başarısızlığının miladı oldu.

 

Beyaz Saray’ın askeri işgalle başlayan Irak stratejisi, itaatkâr siyasi aktörlerin iktidar kılındığı yönlendirilebilir bir siyasal yapı ve askeri tedbirlerle kontrol edilebilir bir güvenlik ortamı öngörüyordu.

 

Irak’ta Şiiler, Sünniler ve Kürtler olarak ifade edilen kesimlerin siyasi aktörleri ABD’nin ne yerel, ne bölgesel ne de küresel güçler tarafından durdurulamadığını gördüler ve yaşanan bunalımın kesin çözümünü değil, maslahatlarına uygun şekilde yönetimini öngören gerçekçi bir strateji izleyerek siyasal sürece girdiler.

 

Sonuç itibariyle Başbakan Nuri el-Maliki liderliğinde kurulan ulusal uzlaşma hükümetiyle, ne ABD’nin ne de Irak halkının beklentileri karşılanabildi.

 

Öte yandan eski rejimin tümden tasfiyesini öngören “Baasçıları temizleme yasası” sebebiyle siyasal süreç umudu taşıyamayan kesimin gösterdiği silahlı direniş, ülkede Iraklıların da ABD’nin de kontrol edemediği bir güvenlik bunalımı yarattı.

 

Beyaz Saray’ın Irak stratejisinin gerek uluslar arası düzeyde, gerekse bölgesel düzeyde tek taraflılığa dayandığı biliniyor. Irak işgalini Güvenlik Konseyi iradesine rağmen gerçekleştiren Bush yönetiminin Irak konusuyla ilgili olarak uluslar arası toplumla tek ilişkisi, aldığı kararları bildirmekten, bölge ülkeleriyle ilişkisi ise tehdit ve şantajdan ibaret oldu.

 

İşgalden bu yana geçen 3 buçuk yıl içerisinde ABD bu stratejisiyle ne uluslar arası toplumu yanına alabildi, ne de tehdit ettiği bölge ülkelerini korkutabildi. Bununla birlikte ulusal çıkarlarıyla ABD şantajı arasında kalan bölge ülkelerinin gölge etmemesini sağlamış olması bu stratejinin tek başarılı olduğu nokta oldu.

 

Irak’ta, bölgede ve uluslar arası alanda yaşanan başarısızlık 2006 sonlarında ABD’de bile açıkça itiraf edilir oldu. Askerler eleştirilerini yükseltti, Cumhuriyetçiler Kongre seçimlerini kaybetti, CIA ve Savunma Bakanlığı yönetimlerinde yapılan revizyonlar yaşanan başarısızlığın niteliğini değiştirmedi.

 

Başarısızlığın ve yaşanan çıkmazın giderilmesine ilişkin ilk somut adım olan Baker-Hamilton raporu, strateji değişikliği konusundaki beklentileri arttırdı. Nihayet Bush yönetimi Irak stratejisinde değişikliğe gideceğini açıkladı.

 

Gerçi Irak içinde askeri tedbirlerin yerine siyasal dinamiklerin öne çıkarılmasını ve bölgeyle diyalogu öngören Baker-Hamilton raporunun harfiyen uygulanacağı beklenmiyordu; ama ABD Başkanı Bush tarafından açıklanan yeni Irak stratejisi, tüm beklentileri boşa çıkaran ve adından başka hiçbir yenilik içermeyen bir strateji olarak ortaya çıktı.

 

Irak’tan kademeli olarak çekilme beklentilerinin oluştuğu bir dönemde Bush yönetiminin yeni Irak stratejisinin en somut adımı 20 bin yeni asker gönderme kararı oldu.

 

“Baasçıların temizlenmesi yasasını” yumuşatarak, eski rejimin ordu mensuplarını istihdam ederek ulusal uzlaşma adına siyasal adımlar atan ve güvenliği ve istikrarı bu yolla sağlamaya çalışan Irak Başbakanı tehdit edildi.

 

ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice, “Irak hükümeti Amerika’nın kendilerine verdiği fazladan süreyi dolduruyor, Irak hükümeti ABD’nin güvenini kazanacak adımlar atmalı” dedi.  ABD’nin Bağdat Büyükelçisi Zalmay Halilzad da Irak Başbakanı’na “Maliki artık yalnızca demokrasiyle Irak’a huzur getirilemeyeceğini anlamalı, Irak’ta güvenliğin sağlanması için pratik adımlar atılmalıdır. Maliki’ye şunu hatırlatmalıyım ki zaman doluyor ve Amerika’nın Irak’taki olaylar karşısında artık sabrı tükeniyor” diye tehditler savurdu.

 

İran ve Suriye ile diyalogu öneren ve Kerkük’ün statüsünü belirleyecek referandumun ertelemesini tavsiye ederek Türkiye’nin hassasiyetlerinin dikkate alınmasını isteyen Baker-Hamilton raporu, Bush’un yeni Irak stratejisine adeta tersinden ilham vermişti.

 

Son bir yılda Irak konusunda İran’la müzakere edilmesi yönünde yaratılmaya çalışılan olumlu hava, yeni stratejiyle yerini yeniden suçlama, tehdit ve dışlamaya dayalı gerilimli atmosfere bıraktı. İran ve Suriye Irak’ın iç işlerine karışmakla ve Irak’ta istikrarı bozmakla suçlandı.

 

Önce Cumhurbaşkanı Talabani’nin daveti üzerine Irak’a giden İranlı diplomatlar Bağdat’ta, daha sonra da İran’ın konsolosluk personeli Erbil’de ABD askerleri tarafından kaçırıldı. ABD Dışişleri Bakanı Rice, Erbil’deki kaçırma eyleminin ABD Başkanı Bush’un emriyle gerçekleştirildiğini açıkladı.

 

Irak’a komşu ülkelerden Yeni Muhafazakarların “şer ekseni” listesinde yer alan İran ve Suriye’ye yönelik tehditler, fiili saldırılara dönüşürken ABD’nin geleneksel müttefiki Türkiye de Irak’ın iç işlerine karışmakla suçlandı.     

 

Kuzey Irak’taki PKK varlığı konusunda ne kendisi harekete geçen ne de Türkiye’nin müdahalesine izin veren Washington’un, atadığı koordinatörle izlediği oyalayıcı tutum, Türkiye açısından fazlasıyla can sıkıcı oldu.

 

Başbakan Erdoğan, yeni Irak stratejisinin açıklanmasıyla neredeyse eş zamanlı bir şekilde Irak’ın, Türkiye dış politikası açısından AB’den daha öncelikli hale geldiğini belirtti ve Türkiye’nin Kerkük’ün statüsünün bir oldubittiye getirilmesini izlemekle yetinmeyeceğini ifade etti.

 

ABD’nin yüz binin üstünde askerle Irak’ı işgal ettiği ortadayken Irak Büyükelçisi Zalmay Halilzad’ın Başbakan Erdoğan’ın sözlerini Irak’ın iç işlerine karışmak olarak nitelemesi, Türkiye’nin de “şer ekseni” olarak tanımlanan İran ve Suriye kategorisine sokulabileceği mesajını veren üstü kapalı bir tehditti.

 

Başbakan Erdoğan’ın ABD’nin Irak’taki varlığına işaret ederek Kerkük özelinde Irak’a ilişkin tutumunda ısrar etmesi de ABD’nin restinin görüldüğünü ortaya koyan bir karşı rest mesajı verdi.

 

Kerkük’teki güvenlik sorunlarının, Başbakan Erdoğan’ın açıklamasıyla eş zamanlı olarak tırmanışa geçmesinin birbiriyle doğrudan ilişkili gelişmeler olduğuna dair nesnel bir veriye sahip değiliz. Ama ABD’nin Ankara Büyükelçisi Ross Wilson’un “Türkiye Irak’ın iç işlerine karışmıyor” diyerek Halilzad’ın açıklamasını yumuşatmaya çalışması ve ABD ordusunun Kuzey Irak’taki Mahmur kampına 17 Ocak’ta göstermelik de olsa gerçekleştirdiği baskın, bu karşılıklı restleşmede ABD’nin Erdoğan’a yönelik restinin bir blöf olduğunu ortaya koydu.

 

İran ve Suriye ile diyalogu öneren Baker-Hamilton raporunun tartışıldığı günlerde Arap ülkelerinin geleneksel müttefik olarak Irak konusunda rol almaya hazır olduğunu açıklaması, Bush’un yeni stratejide İran’a yönelik tehditleri öne çıkarmasında temel etken olmuştu.

 

Eski stratejinin son bir umut olarak yeniden tekrarı anlamında yeni sayılabilecek “Yeni Irak stratejisi” Beyaz Saray’ın son umudunun, Irak hükümeti ve bölge ülkeleri açısından da son umut anlamına geldiğini göstermeye dönük bir adım olarak dikkat çekiyor.

 

Açıklanan yeni stratejiyle Irak hükümetine ve bölge ülkelerine şu dört mesajın verildiği söylenebilir.

 

1-Beyaz Saray yeni dediği stratejide hiçbir yenilik yapmadığını ortaya koyarak eski stratejideki kararlılığını göstermiş oluyor.

2-Güvenlik yetkisine sahip olmayan Irak hükümetinden ülkedeki güvenliği sağlamasını emrivaki yoluyla isteyerek ve “ya güvenliği sağlarsın ya da gidersin” mesajını vererek aslında temel sorunun güvenlik değil mevcut siyasal yapı olduğunu ortaya koyuyor.

3-Üç buçuk yıldır askeri tedbirlerle çözülemeyen güvenlik sorununu yeni stratejide 21 bin yeni askerle çözeceğini söyleyerek, işgal ve güvenlik sorunundan birbirini bütünleyen araçlar olarak yararlandığını ima ediyor.

4-Irak’ın iç işlerine karışmakla suçladığı İran ve Suriye’ye yönelik tehditlerini, Türkiye’nin Kuzey Irak ve Kerkük politikaları karşısında bir psikolojik manevra aracı olarak kullanıyor.

 

Peki ABD’nin bu son umut resti karşısında Irak hükümeti, İran ve Suriye, tıpkı Türkiye gibi bu resti gördüğünü ortaya koyup reste karşı rest çekerse ne olacak? Beyaz Saray’ın böylesi bir durum karşısında ortaya koymaya mecbur kalacağı “yeni ötesi yeni stratejisi” muhtemelen tek taraflılığı terk etmeye, diyaloga ve uzlaşmaya dayalı olmak durumunda kalmayacak mıdır?

 

Türkiye, İran ve Suriye’nin gittikçe daha fazla tehdit altına giren ulusal çıkarları karşısında bölgesel işbirliğini geliştirmesi, Washington’a yanlış hesabın Bağdat’tan döneceğini gösterecektir. Elbette bu üç ülkenin Irak’taki etnik ve mezhebi kesimlere eşit mesafede durmayı başarması şartıyla…

 

Kaynak:Haberajanda

[email protected]