İsrail’le ilişkilerin normalleştirilmesi ve Pakistan toplantısı

Suudi Arabistan endişe ettiği İran nüfuzundan dolayı Irak’ta, Lübnan’da ve Filistin’de ABD’nin önünü açacak politik manevralar yapıyor. Bu üç yerde mezhep ve grupsal çatışmalarla siyasi süreçleri baltalayan Riyad yönetimi, bu üç noktadaki gelişmelerin İran’ın stratejik vizyonuna uygun şekilde sonuçlanmasını önleyecek adımlar atıyor.

Ortadoğu ile ilgili politikalarda inisiyatif aldığına çok fazla tanık olmadığımız Pakistan, 25 Şubat’ta ilginç bir adım attı ve Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün, Malezya, Endonezya ve Türkiye dışişleri bakanlarıyla İKÖ Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu’nu İslamabat’ta düzenlediği bir konferansta bir araya getirdi.

 

Filistin, Lübnan, İran ve Irak özelinde uluslar arası ve bölgesel gelişmelerin ele alındığının belirtildiği konferansa ilişkin bir sonuç bildirisi yayınlanmadı. Söz konusu konferans, davetlilerin niteliği, temsil düzeyi ve yarı gizli gündemi sebebiyle hedefleri konusunda kuşkular uyandırdı.

 

Yapılan resmi açıklamada toplantının amacının “İslam Konferansı Örgütü (İKÖ) zirve toplantısı için taslak hazırlamak” olarak açıklandı. Bununla birlikte İKÖ Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu’nun Ankara’nın müdahalesiyle davet edilmesi, konferansı İKÖ çerçevesinde izah etmeye yetmedi. Çünkü İslamabat konferansına katılan 7 ülke İKÖ’ye üye olsa da toplantının neden sadece bu 7 ülkeyle sınırlı tutulduğu yahut bu 7 ülkenin hangi kritere göre belirlendiği cevapsız kalıyordu.

 

Konferansa davet edilen Suudi Arabistan, Mısır ve Ürdün, Arap dünyasında sadece belli bir tutumun temsilcileriydi. Örneğin Arap dünyasının bir parçası olan Irak ve bölgede önemli bir aktör olan Suriye neden bu toplantıya dâhil edilmemişti. Kaldı Arap dünyasının bir parçası olan ve konferansa konu olan Filistin ve Lübnan’dan da İslamabat’a temsilci çağrılmamıştı.

 

Konferansın Arap olmayan üyelerinden ev sahibi olarak Pakistan ve güçlü bir bölge ülkesi olarak Türkiye’nin katılımı son derece anlaşılabilir olsa da İran neden çağrılmamış, Endonezya ve Malezya ise bölgeyle ilgili hangi denklem bağlamında konferansa davet edilmişti?

 

Bütün bu sorulara şimdiye kadar açıklayıcı bir cevap verilmiş değil. Öte yandan toplantı sonrasında herhangi bir kapanış bildirgesi yayınlanmamış olması ve toplantıya ilişkin gündemin spekülatif bir şekilde basına sızan haberlerden hareketle öğrenilmesi de İslamabat konferansını kuşkulu kılmaya yetiyor.

 

İran’da yayınlanan Keyhan gazetesi, toplantı gündeminin konferansa katılan “devrimci” bir diplomat aracılığıyla kendilerine sızdırıldığını iddia etti.[1]

 

Keyhan’ın iddiasına göre, konferansın amacı, Pakistan tarafından hazırlanan ve İsrail’le ilişkilerin normalleştirilmesini öngören bir plana katılan 7 ülkenin ikna edilmesiydi.  

 

 

General Müşerref’in Ortadoğu ilgisi         

 

11 Eylül’den sonra ABD’nin “terörle mücadele” konusunda bölgedeki en yakın partnerlerinden Pakistan Devlet Başkanı General Müşerref’in Ortadoğu ilgisini aşağıdaki gelişmelerle birlikte değerlendirmek açıklayıcı olabilir.

 

1- 28 Mart 2002: Beyrut’ta toplanan Arap zirvesi, Suudi Arabistan tarafından sunulan Ortadoğu Barış planını onayladı. Toplantıya Mısır ve Ürdün katılmamış, Arafat Suudi barış planını desteklerken İsrail, “dilinin net olmaması” dolayısıyla planı eleştirmişti. Plan, İsrail’in 1967 yılında işgal ettiği topraklardan çekilmesi ve burada bağımsız bir Filistin devletinin kurulması şartıyla Arap ülkelerinin İsrail’le ilişkilerini normalleştirmesini öngörüyor.

 

2- 27 Ekim 2004: 120 sandalyeli İsrail parlamentosu, İsrail ve bölge açısından tarihi sayılabilecek bir karar aldı ve 1967 yılından beri işgal altında tutuğu Gazze şeridini tamamen terk edeceğini ilan etti.

 

3- 1 Eylül 2005: İsrail ve Pakistan Dışişleri Bakanları Türkiye’nin arabuluculuğuyla İstanbul’da bir araya geldi. Pakistan Dışişleri Bakanı Hurşit Kasuri, ülkesinin temas kurma kararını, İsrail'in Gazze Şeridi'nden çekilmesinin ardından aldığını açıkladı. Ülkesinin İsrail’le İstanbul’daki teması konusunda Suudi Arabistan Kralı’na ve Mahmud Abbas’a bilgi verdiğini belirten Devlet Başkanı Müşerref, kendilerinin bu görüşmeyi desteklediğini bildirdi.[2]

 

 

4- 9 Eylül 2005: Pakistan Devlet Başkanı Perviz Müşerref, Şaron’un Gazze’den çekilme kararını cesurca bir hareket olarak niteledi.[3]

 

5- 12 Eylül 2005: Dönemin İsrail Başbakanı Ariel Şaron tarafından alınan Gazze’den tek taraflı olarak çekilme kararı resmen hayata geçmiş oldu ve İsrail tarafından boşaltılan Gazze şeridinde artık Filistin bayrakları dalgalanmaya başladı.

 

6- 18 Eylül 2005: BM zirvesi için gittiği New York’ta ABD Yahudi Kongresi’nde konuşma yaptı, Orta Doğu barış sürecinde ilerlenme sağlanmasına paralel olarak İsrail'le ilişkileri normalleştirecek adımlar atacaklarını söyledi.[4]

 

7- 25 Ocak 2006 Filistin Yasama Meclisi seçimlerini İsrail’i ve İsrail’le daha önce yapılmış anlaşmaları tanımayan Hamas kazandı.

 

8- 28 Mart 2006: Gazze’den tek taraflı çekilme kararının İsrail iç politikasında yarattığı siyasi bunalım erken seçimlerle aşıldı, İsrail’deki erken seçimlerin galibi Ariel Şaron’un Likud’dan ayrılarak kurduğu Kadima partisi oldu.

 

9- 26 Mart 2006: Arap Birliği dışişleri bakanları 28 Mart’ta Hartum’da yapılacak Arap zirvesi öncesinde İsrail’in tek taraflı sınır belirleme politikasını eleştirerek bu politikanın Filistin devletinin kurulmasını imkansız hale getirdiğini bildirdi.[5]

 

10- 19 Ağustos 2006: İsrail Başbakanı Ehud Olmert hükümetin önceliklerinin yeniden düzenlenmesi gerektiğini belirtti ve sınırların tek taraflı olarak belirlenmesinin artık bir öncelik olmadığını ifade etti.[6]

 

11- 2 Şubat 2007: Pakistan Devlet Başkanı Pervez Müşerref’in ABD ile yaptığı bir anlaşma çerçevesinde İsrail’in tanınması için Müslüman ülkeler nezdinde girişimlerde bulunduğu iddia edildi.[7]

 

12- 8 Şubat 2007: Suudi Arabistan Kralı Abdullah bin Abdülaziz’in girişimiyle Hamas ve el-Fetih liderleri ulusal uzlaşma hükümeti konusunda uzlaştırıldı. Hamas lideri Halid Meşal, imzalanan Mekke Anlaşması’nı Hamas’ın yeni siyasi dili olarak niteledi.

 

13- 8 Şubat 2007: Suudi Arabistan, Mısır, Endonezya, Malezya ve İran’ı ziyaret eden Pakistan Cumhurbaşkanı Perviz Müşerref, Türkiye’ye de gelerek düzenleyeceği Ortadoğu konferansı konusunda destek istedi.

14-25 Şubat 2007: Pakistan’ın girişimiyle düzenlenen Ortadoğu konulu uluslararası toplantı, Pakistan’ın başkenti İslamabad’da yapıldı. Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün, Malezya, Endonezya ve Türkiye dışişleri bakanlarıyla İKÖ Genel Sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu’nun katıldığı toplantıda Filistin meselesinin Ortadoğu’daki temel sorun olduğu vurgulandı.

 

Değişen öncelikler ve Türkiye’nin tutumu

Toplantı sonrasında Türkiye’de basına yansıyan haberlere göre Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, İslamabat’ta İslam Konferansı Örgütü bünyesinde bölgeyle ilgili alınacak kararlarda Tahran’ın görüşlerinin de alınması gerektiğini belirtti.

 

Bu haber doğruysa, İsrail’le çok iyi ilişkilere sahip olan Türkiye, İsrail’le ilişkilerin normalleştirmesi yönünde 2002’de oluşan Arap iradesinin Pakistan aracılığıyla tüm İslam ülkelerini kapsayacak şekilde genişletilmesine karşı çıkmış mı oluyor?

 

Türkiye’nin 23 Şubat 1996’dan sonra İsrail’le “stratejik ittifak” olarak nitelendirilen ilişkilerinin Filistin sorunu ve Ortadoğu barış süreci gibi olgularla doğrudan ilgili olmadığı biliniyor. Türkiye İsrail ilişkilerini, her iki tarafın Atlantik ötesi ilişkileriyle ve bu ilişkiler çerçevesindeki bölgesel rol arayışlarıyla açıklamak daha doğru gözüküyor.

 

Binaenaleyh, 2000’li yılların sonlarına doğru Ortadoğu barış sürecinde yaşanan tüm olumsuz gelişmelere rağmen 23 Şubat 1996’dan itibaren Türkiye ile İsrail arasındaki ilişkilerin “stratejik ittifak” olarak nitelendirilen karakterinde herhangi bir değişimin yaşanmaması bunu doğrular niteliktedir.

 

İsrail’le çok yakın ilişkilerine, “Ortadoğu Barışı” konusunda ABD, AB, BM ve Rusya’dan oluşan Ortadoğu dörtlüsünün perspektifine paralel bir tutuma sahip olmasına ve bütün bunlardan dolayı İsrail’le ilişkilerin normalleştirilmesi yönündeki çabalara ilkesel olarak destek vermesine rağmen Türkiye’nin İslamabat toplantısında takındığı ihtiyatlı tutum oldukça anlamlı gözükmektedir.

 

2005 yılında Pakistan’la İsrail’i buluşturan Türkiye, İslam ülkelerini İsrail’le ilişkileri normalleştirmeye çağırmak için düzenlenen İslamabat toplantısını İran faktörünü gündeme getirerek işlevsiz bırakmışsa bunun Irak’ta yaşanan gelişmelerle doğrudan ilgisi bulunmalıdır.

 

Suudi Arabistan endişe ettiği İran nüfuzundan dolayı Irak’ta, Lübnan’da ve Filistin’de ABD’nin önünü açacak politik manevralar yapıyor. Bu üç yerde mezhep ve grupsal çatışmalarla siyasi süreçleri baltalayan Riyad yönetimi, bu üç noktadaki gelişmelerin İran’ın stratejik vizyonuna uygun şekilde sonuçlanmasını önleyecek adımlar atıyor.

 

Suudi Arabistan bu yöndeki çabalarının ilk meyvesini Mekke Anlaşması’yla almış oldu, Ocak 2006 seçimlerinde İsrail’i ve onunla yapılan anlaşmaları tanımadığı için Filistin halkı tarafından iktidar yapılan Hamas, bir yıl sonra iktidarını paylaşmaya ve İsrail’le görüşmeleri sürdürecek bir hükümette yer almaya razı edildi. Yapılan açıklamalara da bakılacak olursa Hamas, 1967 sınırlarında kurulacak bir Filistin devletini zafer olarak değerlendirmeye yatkın görünüyor.

 

Hamas’ın bir yıl içinde bu noktaya getirilmesinde uygulanan ağır ekonomik kuşatma ve dayatılan iç çatışmalar belirleyici rol oynadı. Ekonomik kuşatmayı aşma ve dayatılan iç çatışmaları engelleme konusunda Hamas’a en küçük bir destek dahi vermeyen Arap ülkelerinin Mekke Anlaşması’yla bir kurtarıcı hami rolü oynaması çok inandırıcı gözükmüyor.

 

Bununla birlikte Hamas’ın bile razı edilebildiği bir çözüm planı doğrultusunda İsrail’le ilişkilerin normalleştirilmesi hem ABD hem de İsrail açısından son derece tercihe şayan bir stratejik adım olarak okunuyor.

 

Bu açıdan İslamabat toplantısı da Pakistan’ın bu yönde attığı bir uygun adım olarak değerlendirilebilir.

 

İsrail’le ilişkilerini Ortadoğu bağlamından öte gerekçelere ve stratejik öngörülere dayandıran Türkiye’nin, İslamabat toplantısında sergilediği tutum bu bakımdan şaşırtıcı gözükmemektedir.

 

ABD ve İsrail’le ilişkilerini Ortadoğu barışı vizyonuna borçlu olmayan Türkiye’nin, Suudi Arabistan ve Pakistan tarafından öngörülen ve İslam dünyasında yeni çatışma potansiyellerini barındıran tek taraflı planlar içinde yer almakta ihtiyat göstermesi son derece anlaşılır gözüküyor.

 

Çünkü Irak üzerindeki bölge dışı müdahaleler, Kuzey Irak’ta yaşanan gelişmeler ve terörle mücadele gibi konular, Türkiye ile İran’ın bölgesel işbirliğini zorunlu kılıyor ve Başbakan Erdoğan’ın ifadesiyle Irak konusu Türkiye açısından AB’den bile öncelikli bir hal almış bulunuyor.

 

KAYNAK: HABERAJANDA



[1] http://www.rajanews.com/News/?6699

[2] http://www.bbc.co.uk/turkish/news/story/2005/09/050901_pakistan_israel.shtml

[3] http://www.voanews.com/turkish/archive/2005-09/2005-09-09-voa11.cfm

[4] http://www.bbc.co.uk/turkish/news/story/2005/09/050918_musharraf_jewish.shtml

[5] http://www.saafonline.com/haber_detay.php?haber_id=59

[6] http://www.saafonline.com/haber_detay.php?haber_id=1078

[7] http://www.ntvmsnbc.com/news/398834.asp



Makaleler

Güncel