Musevi ve Ayetullah Muntezeri’den lider yontmak

İran, birilerinin “bunalımların adamı” diye ün yapan Ayetullah Haşimi Rafsancani’yi siyasi hayattan silmeye çalışmasının, birilerinin de buna izin vermesinin bedelini ödüyor.

Medya, İran’ın son Başbakanı Mir Hüseyin Musevi ve eski Meclis Başkanı Mehdi Kerrubi’yi “muhalif lider”, Ayetullah Muntezeri’yi ise “muhalefetin manevi lideri” olarak niteliyor.

 

Halbuki söz konusu şahısların ortaya koydukları pratikler, onların “muhalifliklerini” bir yana “liderliklerini” bile tartışmalı kılıyor.

 

Liderlik vasfının tek başına olumlu bir değer taşımadığını nazarda tutarak, söz konusu üç şahsın “liderliğini” bir liderde bulunması gereken asgari zorunlu nitelikler çerçevesinde doğru analiz etmek gerekiyor.

 

Liderliğin asgari zorunlu şartları

Taraftarların sayısı ve beklentisi oranında farklı lider tanımlamaları söz konusu edilebilir; ancak kitlesine belli bir hedef göstermek, kitlesinin önünde olmak ve kitlesini öngördüğü hedefe yönlendirmek, bir liderde aranacak asgari zorunlu nitelikler olarak gözüküyor.

 

Ayetullah Muntezeri ve liderlik

Ayetullah Muntezeri, 20 yıl önce kamuoyunda yanlış bilinenin aksine Rehber Vekilliği görevinden azledilmemiş, görevinden alınmasını istemiş büyük bir İslam alimiydi.

 

Ayetullah Muntezeri’nin aslında oluşturulan şartlar çerçevesinde Rehber vekilliği görevinden azledildiği ve görevden alınma talebinin ise sadece yasal bir seremoni olduğu iddia edilerek onun kendi devrimi tarafından yenilmiş bir evlat olduğu öne sürülebilir.

 

Bu iddiayı doğru kabul edenlerin İmam Humeyni’nin sağlık durumunun son derece kötüleştiğine ilişkin doktor raporlarından haberdar olan Ayetullah Muntezeri’nin rehber vekilliği görevinden alınmasını istemek yerine, muhalif olduğu şeyleri İnkılap Rehberi sıfatıyla değiştirmek için neden 65 gün daha susmayı tercih etmediği sorusuna cevap vermeleri gerekiyor.  

 

Öte yandan Ayetullah Muntezeri’nin, Uzmanlar Meclisi’nin kendisini rehber vekili seçmesine karşı olduğunu,  o sırada rehber olan İmam Humeyni’nin ise bu kararı doğru bulmamakla birlikte karara İnkılap Rehberi’ni seçmekle görevli olan Uzmanlar Meclisi’nin yasal yetkilerine müdahale etmemek için karşı çıkmadığını son yazışmalarından öğreniyoruz.

 

Binaenaleyh, “maslahatı” ve “sorumluluğu” öncelemeyerek bir “lider” gibi değil, kendi algısı ölçüsünde marufu emrederek münkerden sakındıran bir fakih gibi eleştirel davranan Ayetullah Muntezeri, ağır sorumluluğunu kaldıramayacağını söylediği görevinden alınmasını isteyerek bir erdemlilik örneği göstermişti.

 

İran İslam Cumhuriyeti’nin Kurucusu İmam Humeyni’nin “fakih-i alikadr” [kadri yüce fakih] olarak nitelediği Ayetullah Muntezeri’ye görevden alınması talebini onaylarken bile “ömrümün hasılı” diye hitap etmesinin ve ondan, devrime bu fakih ve alim yönüyle hizmet etmesini istemesinin sebebi de bu olsa gerek.

 

Ayetullah Muntezeri’nin güce ve iktidara ulaşıncaya kadar hakim şartları göz önünde bulundurarak susup, gücü ele geçirdikten sonra “aleme liderlik göstermek” yerine idealize ettiği liderliğe güç yetiremeyeceğini belirterek, kurduğu sisteme iyiliği emredip kötülükten sakındıran bir fakih olarak hizmet etmek yönündeki talebi sonraki İranlı siyasi aktörlerce adeta cezalandırılması gereken bir günah olarak algılandı.

 

Şimdilerde kendisi için ağıt yakan bugünün pek çok siyasi figürünün, o dönemde başbakan, bakan vs gibi devlet yetkilisi sıfatıyla Ayetullah Muntezeri’nin adının sanının silinmesinden, medresesine buldozer dayamaya kadar her türlü aşırılık konusunda adeta yarışa girdiği bilin(me)mektedir.

  

Kısaca İnkılap Rehberi (Devrim lideri) vekilliği görevinden bu makamın “ağır sorumluluğunu” kaldıramayacağını belirterek alınmasını isteyen Ayetullah Muntezeri, ne resmi lider ne de muhalefet lideri olmak gibi bir amacının veya tutkusunun olmadığını 20 yıl önce ortaya koymuştu.

 

O, modern çağ için teorisini yazdığı velayet-i fakihi, yazımında aktif rol aldığı İslam Cumhuriyeti anayasasına yerleştirme konusunda öncülük etmiş biriydi. Ancak onun, kuruluşunda teorik ve pratik emeği bulunan velayet-i fakih sistemine, lider sorumluluğu alarak değil, iyiliği emredip kötülükten sakındıran sivil bir müçtehit ve fakih olarak hizmet etme talebi her nedense bir ulusal güvenlik tehdidi olarak değerlendirildi.

 

Şah rejimi döneminde hapis ve sürgünlerle, fiziksel olarak zulme uğratılan Ayetullah Muntezeri, İslam Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra da yalıtılarak ve abluka altında tutularak düşünsel açıdan mağdur edildi.

 

Ancak vefatından sonra onun ömrünü adadığı değerlerle hesaplaşmak adına kendisinden bir karşı devrimci ruhani lider yaratmak için onu araçsallaştıranların Ayetullah Muntezeri’ye reva gördüğü zulmün diğerlerine rahmet okutacak boyutta olduğu da görülmelidir. Kum’daki cenaze töreni sırasında kimilerinin ismini bayraklaştırarak onun ömrünü adadığı değerlere hakaret içerikli slogan atmalarıyla, ABD’nin yayımladığı taziye mesajı bu açıdan son derece dikkat çekicidir.

 

Musevi ile Kerrubi’nin muhalifliği ve liderliği

Devrim sürecinde ve İslam cumhuriyetinin ilk yıllarında çeşitli aktif görevlerde bulunsa da İran’ın eski Meclis Başkanı Hüccetulislam Mehdi Kerrubi, 9. ve 10. dönem cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki renkli ve “harbi” kişiliğiyle tanındı.

 

Kerrubi’nin “muhalif lider” olarak anılması, onun son tartışmalı seçimlerde dikkate değer oranda oy alabilmesinden ve “Yeşil Hareket” olarak adlandırılan ve büyük ölçüde içerideki reformcuları ifade eden kesimi yönlendirme gücüne sahip olmasından dolayı değil, seçim sonuçlarına yönelik itirazlarından ve hükümetin bu itirazlara uyguladığı şiddete gösterdiği tepki biçiminden kaynaklanıyor.

 

Binaenaleyh içeride “Şeyhu’l- Islahat” (Reformun Şeyhi) olarak nitelense de Kerrubi aslında, reformcu kanat içerisinde bile eski Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi ile kıyaslanamayacak ölçüde zayıf bir siyasi aktör olarak tanınıyor.

 

Son seçimlerde –resmi veriler doğru kabul edilecek olsa bile- aldığı oy miktarı ve arkasında gözüken güçlü heterojen kitle desteği bakımından “muhalif lider” nitelemesine en uygun isim olarak gözüken Mir Hüseyin Musevi’ye gelince…

 

Rejim muhalifliğini çağrıştırır bir şekilde “muhalif lider” olarak nitelenen Mir Hüseyin Musevi, 20 yıl aradan sonra aktif siyasete neden döndüğünü, özellikle son dört yıllık dönemde devrim ilkeleri ve İslam Cumhuriyeti’nin Kurucusu İmam Humeyni’nin öngördüğü değerler konusunda yaşanan sapmalardan duyduğu kaygıyla izah etti ve misyonunu İmam Humeyni’nin saptırılan ve araçsallaştırılan çizgisini yeniden ihya etmek olarak tanımladı.

 

Binaenaleyh İran’daki “muhafazakarlar” ve “reformcular” olarak binen iki belirgin siyasi çizginin her ikisinin de bilinen kalıplarının dışında bir siyasi anlayışa sahip olan Musevi; her iki kesimden de kutsalların araçsallaştırılmasına, yalana, tezvire, ifrat ve tefrite, popülizme dayalı siyaset tarzından rahatsızlık duyanların ortak temsilcisi oldu.

 

Mahmud Ahmedinejad’ın 9. dönem cumhurbaşkanlığı sürecinde İran’daki siyasi aktörlerin, hedefleri ve siyasal davranışları bakımından genel anlamda şu dört kategoride yer aldıkları söylenebilir:

 

1- Hükümet yanlıları: Siyasi kesimlerden, “muhafazakar” olarak bilinen kesimin bir bölümü; kurumsal olarak, Devrim Muhafızları komuta kademesi, Anayasayı Kuruyucular Kurulu ve İslam İnkılabı Rehberi’nin Bürosu; ulema arasında ise Ayetullah Misbah Yezdi ve çevresi bu grup içerisinde değerlendirilebilir.

 

2- Hükümeti eleştirenler: Meclis Başkanı Ali Laricani, Düzenin yararını Belirleme Kurulu Genel Sekreteri Muhsin Rızai, Tahran Belediye Başkanı Muhammed Bakır Galibaf eski cumhurbaşkanı adayı Natık Nuri vb. gibi “muhafazakar” kesimin etkili isimleri, Ayetullah Cevadi Amuli, Ayetullah Mekarim Şirazi, Ayetullah Safi Gulpayegani, Ayetullah Ustadi ve İbrahim Emini gibi dini merciler bu grup içerisinde mütalaa edilebilir.

 

3- Hükümet karşıtları: Reformcu kesimler ile Ayetullah Sanii ve Ayetullah Musevi Erdebili gibi dini merciler ve Uzmanlar Meclisi Başkanı Ayetullah Haşimi Rafsancani bu grup içerisinde zikredilebilir.

 

4- Rejim karşıtları: Saltanat yanlıları, Halkın Mücahitleri örgütü, Muhsin Sazgara vb yurt dışında yaşayan aydınların liderlik ettiği cumhuriyetçiler vs. bu grupta yer alıyor.

 

Binaenaleyh cumhurbaşkanı adayı sıfatıyla yukarıdaki kategorilerden üçüncüsüne giren Mir Hüseyin Musevi’nin muhalifliğinin rejim değil, hükümet muhalifliği olduğu söylenebilir.

 

Musevi’nin “liderliği”

Mir Hüseyin Musevi, aktif siyasetteki son resmi görevi olan başbakanlığa halk üzerindeki nüfuzuyla seçim meydanlarından yükselerek gelmiş biri değildi. Dönemin Cumhurbaşkanı Ayetullah Hamenei’nin kabinesine diğer bakanlar gibi başbakan olarak atanmış biriydi; yani aktif siyasette serbest seçimlerin doğal bir sonucu olarak rekabet ortamında yer almadığı için, liderlik kavramının asgari zorunlu şartlarına sahip olması da gerekmemişti.

 

20 yıl aradan sonra aktif siyasete dönen Mir Hüseyin Musevi, liderliğin zorunlu asgari şartlarıyla ilişkisi bakımından 20 yıl öncesinden farklı değildi; ama riya, tezvir, yalan, kutsalları araçsallaştırma ve popülizme dayalı hakim siyasi anlayıştan duyulan geniş çaplı rahatsızlık, Muhammed Hatemi gibi sadece belli bir siyasi kesimin temsilcisi olarak görülmemesi ve savaş yıllarının devrimci nostaljisi onu bir lider olarak sahneye taşıyan etkenler oldu.

 

Musevi, seçim kampanyaları sırasında dürüstlük, akılcılık, samimiyet, itidal gibi bir lider için fırsat yaratıcı niteliklerini, belki de liderliğin asgari zorunlu şartlarından yoksun olması sebebiyle kendisi açısından tehdide dönüştürdü.

 

Bu konuda sadece tek bir örnek bile yeterli gözüküyor. Musevi, bir devlet politikası olan Filistin, Lübnan ve nükleer program konularındaki politikaların ve kazanımların siyasi çıkarlar için araçsallaştırılması karşısında –kendince dürüst, akılcı, samimi ve itidalli olmasına rağmen- liderlik niteliğinden o kadar uzak bir söylem geliştirdi ki bu tutumu kendisi hakkında “rejimle sorunlu” propagandası yapmak isteyenlerin ekmeğine yağ sürdü. Kudüs Günü’nde birtakım marjinal grupların attığı “ne Gazze ne Lübnan canım İran’a feda olsun” sloganının kendisine mal edilmesine zemin hazırladı.

 

Musevi’nin seçim kampanyaları sırasında hissedilen liderlikten uzak profili, seçimlerden sonra yaşanan ve en çok da kendi geleceğini etkileyecek olan bunalımı yönetmekten uzak tutumuyla tamamen belirgin hale geldi.

 

Musevi’nin “İmam Humeyni’nin saptırılan çizgisini yeniden ihya etmek” şeklindeki aktif siyasete dönüş gerekçesini, liderlik iddiasında bulunduğu “Yeşil Hareket”e bir siyasi hedef olarak benimsetmediği, “Yeşil Hareket”in önünde yürüyemeyip arkasına düştüğü ve Yeşil Hareketi yönlendiremediği seçimlerden sonra yaşanan şu gelişmelerle iyice belirginleşti.

 

1- Yasaların ve hukukun egemenliğini şiar edinmesine rağmen seçim sonuçlarına yönelik itirazını yasal zeminlerde değil, kendisini ve hareketini “ötekileştirmek” isteyenlerin eline koz verecek şekilde sokakta dile getirdi.

 

a) Musevi, itirazın yasal mercii olan Anayasayı Koruyucular Kurulu’nun tarafsızlığına güvenmemekte haklı görülebilir ve Musevi’nin, üyelerinin çoğunun siyasal tercihini gizleme gereği bile duymayan bir kurulun vereceği karara itibar etmemesinin anlaşılabilir olduğu söylenebilir.

 

Ancak yasa egemenliğini şiar edinen biri olarak Musevi, cumhurbaşkanı adayı olabilmek için aynı kurulun onayını almıştı ve hiç kuşkusuz, seçimlerden önce de sonuçlara yönelik muhtemel bir itirazın tek yasal merciinin bu kurul olduğunu biliyor olması gerekirdi.

 

b) Musevi, sonucu baştan belli olsa bile itirazlarını yasal zemin olan Anayasayı Koruyucular Kurulu’nda  (AKK) söz konusu etseydi, en kötü ihtimalle kaybedeceği şey –şimdikinden farklı olarak- muhtemelen sadece cumhurbaşkanlığı olurdu.

 

Hukuki açıdan sorunlu olsa dahi AKK’nın yasal merciliğini hiçe saymak yerine, sorunu Düzenin Yararını Belirleme Kurulu, Yargı hatta dini mercilerin gündemine sokarak “diklenmeden dik durma” liderliğini gösterebilseydi en kötü ihtimalle cumhurbaşkanlığı hakkı elinden alınmış bir mazlum olarak kalacaktı. Şimdi ise rejimi değiştirmek için girişilen "kadife devrim fitnesinin lideri" olarak hedef gösteriliyor.

 

c) Musevi’nin, yasa egemenliği şiarına rağmen yasal mercilere “diklenen” siyasi tercihi, en çok da kendisini “fitnenin lideri” diye niteleyen ve onu tamamen silmeyi hedefleyen iktidar yanlılarının işini kolaylaştırdı.

 

2- İmam Humeyni’nin çizgisini ihya için siyasete döndüğünü açıklayan Musevi, İmam Humeyni’nin kırmızıçizgisi olan velayet-i fakih konusunda tutarlı bir liderlik gösteremedi. İslam İnkılabı Rehberi Ayetullah Hamenei’nin kıldırdığı cuma ve bayram namazlarına katılmaması, doğal olarak Rehber’in seçim sonuçları konusundaki tutumuna yönelik protesto olarak algılandı.

 

Musevi’nin Ayetullah Hamenei’nin şahsına yönelik protesto gerekçesi haklı görülse bile bunun İmam’ın çizgisini ihya hedefiyle siyaset sahnesine çıkan bir liderin tutumu olarak nitelenebilmesi oldukça zor gözüküyor.

 

Çünkü Musevi’nin başbakanlığını yaptığı mevcut anayasal sistemin veli-yi fakihe hangi yetki ve sorumlulukları verdiği bilinmektedir; binaenaleyh sorunun kişiselleştirilmesi, onun çözümüne bir katkı sunmadığı gibi ismi velayet-i fakihle özdeş hale gelmiş İmam Humeyni’nin çizgisini ihya etme hedefi koyan Musevi’nin “velayet-i fakih” karşıtlığına savrulduğu görüntüsünün ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

 

3- Musevi, ihya etmek istediği çizginin dürüstlük, istikbar karşıtlığı, mazlumu savunmak, dışlayıcı değil kucaklayıcı olmak vb gibi değerlerini güçlü bir şekilde sahiplenerek örneğin toplumda yalan ve tezvirin adını resmi istatistik koymakla suçlanan hükümetin ve “İsrail halkını” İran’a dost ilan eden ve ABD ile görüşmeye can atan hükümet yanlılarının tezvirlerini boşa çıkarabilirdi.

 

Mir Hüseyin Musevi, bunu yaparak “Yeşil Hareket” içerisindeki “rejim karşıtı fırsatçıların” ayrışmasını ve kendilerinden yararlanmasını engelleyerek liderliğini göstermek yerine, İmam Humeyni’nin ilan ettiği Kudüs Günü’nde bu günün ruhuna tamamen ters olan sloganlar atan marjinal grupların liderlik inisiyatifini ele geçirmesine seyirci kalmış, dolayısıyla da kitlenin arkasına düşmüş oldu.

 

Sonuç

Liderliğin resmisini kaldıramayacağı ağır bir sorumluluk olarak gören Ayetullah Muntezeri’nin iyiliği emredip kötülükten sakındırmayı şer’i sorumluluğu olarak gören fakih sıfatıyla takındığı eleştiren tutum sebebiyle “muhalefetin ruhani lideri” olarak nitelenmesi gerçekçi bir analiz olmaktan çok yönlendirici bir propaganda olarak gözüküyor.

 

Mir Hüseyin Musevi ve Mehdi Kerrubi gibi sistemin ıslahı için sistem içinde siyaset yaptığını belirten aktörlerin ise ortaya koydukları pratikler, onların kitlelerine belli bir hedef gösterebilen, kitlelerinin önünde duran ve onları öngördükleri hedefe yönlendirebilen, birer lider niteliği taşımadıklarını ortaya koyuyor.

 

Elbette Ayetullah Muntezeri’nin lider olamaması, onun büyük bir fakih olarak yaptığı eleştirilerin tümünü değersizleştirmediği gibi Musevi ve Kerrubi’nin liderlik niteliğinden yoksun olmaları da onların ıslah çabasını anlamsızlaştırmıyor.

 

Her şeye rağmen Musevi ve Kerrubi tecrübesi, hükümet cenahındaki radikalliğin asimetrisini siyaset diye uygulayarak liderlik yaptığını zannetmenin yanlışlığını göstermesi bakımından önemli gözüküyor.

 

Bugün itibariyle İran’daki siyasi cenahların politik tutumunun bu cenahların radikal unsurları tarafından belirleniyor oluşu, İran’a son 30 yıllık tarihinin en büyük iç bunalımlarından birini yaşatıyor; radikalliği ve ifratı çözüm diye dayatanlar, itidali ve bunalımları çözücü yönüyle sembolleşen Ayetullah Rafsancani’nin konuşmasına bile tahammül edemiyorlar.

 

Kim bilir belki de İran, birilerinin “bunalımların adamı” diye ün yapan Ayetullah Haşimi Rafsancani’yi siyasi hayattan silmeye çalışmasının, birilerinin de buna izin vermesinin bedelini ödüyor.

 



Makaleler

Güncel