ABD’nin Irak’taki Son Manevraları

Irak’ta siyasi süreci kilitlemeye ve hükümeti ABD’nin Irak stratejisine uygun bir şekilde oluşturmaya dönük çabalar hız kazandı.

Saddam rejiminin kitle imha silahlarına sahip olmasını, uluslar arası terörizme destek vermesini ve halkına zulmeden baskıcı bir diktatörlük olmasını Irak savaşının gerekçesi kılan ABD, Irak savaşı konusunda BM Güvenlik Konseyi’ni ikna edememişti.

 

Savaşın başlamasından bugüne kadar geçen süre içerisinde başta dönemin Dışişleri Bakanı Colin Powel olmak üzere birçok Amerikalı yetkili, Irak savaşına ilişkin ilk iki gerekçe konusunda yanıldıklarını itiraf etti.

 

Bununla birlikte ABD, savaşın meşruiyeti konusunda Irak’ı demokratikleştirmek şeklindeki bir diğer gerekçeye sığındı ve bu gerekçe, üç haftalık askeri galibiyetten fazlasıyla etkilenen “uluslar arası toplum” tarafından ikna edici bulundu.

 

Buna göre ABD’nin Irak savaşı, her ne kadar Saddam’ın kitle imha silahlarını ve uluslar arası terörizme verdiği desteği ortaya koyamadıysa da bu diktatör rejimi yıkarak Irak halkına demokrasi getirmeyi başarması açısından makul ve meşru sayılabilirdi.

 

Irak’ta Saddam rejiminin devrildiği 9 Nisan 2003’ten sonra yeni bir ulus-devletin inşası süreci başladı. Irak, bu süreçte Jay Garner ve Paul Bremer’li ABD yönetimini, ardından ABD tarafından tayin edilen İyad Allavi kabinesini tecrübe etti. Daha sonra da 30 Ocak 2005 seçimleriyle demokratik yollarla kendi kaderini belirleyecek süreci başlattı.

 

30 Ocak seçimleri anayasayı hazırlayacak ve ülkeyi atananlar eliyle değil seçilenler eliyle yönetecek geçici hükümeti belirlemek; 15 Aralık seçimleri ise referandumla kabul edilen anayasa doğrultusunda kalıcı hükümeti belirlemek için yapıldı.

 

Irak halkı, tüm bu siyasal süreçleri hem de ABD’nin çok iddialı olduğu demokratik zeminlerde gerçekleştirdi ve 15 Aralık itibariyle son noktayı koydu.

 

Fakat 30 Ocaktan başlamak üzere Irak’taki tüm demokratik süreçler, İslamcıları iktidara getirerek ABD’nin Irak’tan başlamak üzere tüm bölge için tasarladığı ünlü Büyük Ortadoğu Projesi’ni fiyaskoya dönüştürdü.

 

ABD, Irak’taki siyasal süreçlerde aldığı ağır yenilgi ortadayken bu ülkeden çıkış konusunda da kabul edilebilir bir adım atamıyor. İran’a yapılan müzakere önerisinin temelinde de ABD’nin içine düştüğü çıkmazın etkisi açıkça gözlemleniyor.

 

15 Aralık seçimlerinde ortaya çıkan parlamento aritmetiği ABD’ye Irak’ta kendi silahıyla vurulduğunu göstermiş oldu. Seçimlerinin üzerinden üç ay geçmiş olmasına rağmen Irak’ta hükümetin kurulamaması, ABD’nin süreci baltalamasının sonuçlarından biri olarak gözüküyor.

 

ABD’yi, Irak’taki hükümet kurma sürecini baltalama konusunda başarılı kılan çeşitli iç etkenler bulunuyor ve ABD bu etkenlerden sonuna kadar yararlanacağının da işaretlerini veriyor.

 

Şiiler, Kürtler ve Sünni Araplar şeklinde üçe bölünmüş bir toplumsal yapı ve bu toplumsal yapının birbiriyle çelişen talepleri doğrultusunda oluşturacağı muhtemel yeni pragmatik ittifaklar ABD açısından elverişli bir ortam yaratıyor.

 

15 Aralık seçimleri 30 Ocak seçimlerinin ve anayasa referandumunun aksine Irak’taki tüm kesimlerin geniş ölçüde katıldığı ve siyasal iradesini yansıttığı bir seçim oldu ve İslamcı Şiileri açık farkla birinci, Kürt partilerini ikinci, Sünni Arap bloğunu üçüncü ve laikleri de dördüncü yaptı.

 

Tüm kesimlerin büyük bir teveccühle katıldığı seçim sonunda tüm siyasal gruplarla birlikte ABD de Irak’ın nasıl bir siyasi iradeye göre şekilleneceğini görmüş oldu. Mevcut parlamento aritmetiği, İslamcı Birleşik Irak İttifakını dışarıda bırakacak bir yönetime izin vermiyor.

 

Bununla birlikte özellikle Samerra’daki patlamalar sonrasında ortaya çıkan düşük yoğunluklu iç savaş ortamı, bir ulusal birlik hükümetinin kurulmasını kaçınılmaz kılarken, Sünni Araplar ve Kürt partiler gibi küçük siyasi grupları, taleplerini dayatma konusunda cesaretlendiriyor.

 

Kürt Partiler Kerkük’ün geleceği konusunda taviz koparmak, Sünni Araplar da petrol, içişleri ve savunma bakanlıklarıyla stratejik kararlarda veto yetkisine sahip güçlü bir başbakan yardımcılığı talebiyle hükümeti kurabilecek tek grup olan Birleşik Irak İttifakı’na baskı yapmaya çalışıyor.

 

Öte yandan İbrahim Caferi’yi tek oy farkla başbakan adayı olarak belirleyen Birleşik Irak İttifakı, 17 gruptan oluşuyor ve hâlihazırda, içerideki güvenlik sorunlarının çözülmesi, azınlıktaki siyasi grupların taleplerinin karşılanması ve güvenlik sorunlarının temel kaynağı olarak görülen işgalcilerin manipülasyonlarıyla baş etmek bu çok parçalı yapıdan bekleniyor.

 

ABD’nin Irak büyükelçisi Zalmay Halilzad, başbakan adayı olarak İbrahim Caferi’nin belirlenmesinde etkin olan Sadr grubunu “Irak’ın siyasi geleceğinde milislere yer olmayacak” diye işaret ederek hedef aldı ve bu açıklamadan bir gün sonra ABD askeri güçleri “el-Mustafa” Camiine saldırarak 17 kişiyi öldürdü.

 

Sadr’a yakınlığıyla bilinen Irak Ulaştırma Bakanı Selam el-Maliki, Sadr hareketi ile ABD güçlerini savaştırmak yönündeki bir komplodan bahsediyor ve bununla Şii ittifakın zayıflatılmasının hedeflendiğini söylüyor.

 

Öte yandan Ayetullah Sistanî, hükümetin kurulmasında yaşanan gecikmenin siyasal boşluk yarattığını ve hükümetin kurulmasının hızlandırılması gerektiğini ifade ederek "Iraklılar, meclisi belirleyerek üzerlerini düşeni yaptılar, bunun karşılığında hiçbir şey alamadılar" diyor ve hükümetin kurulmasında yaşanan gecikmenin daha fazla terör eylemine neden olduğunu ve kurulacak hükümetin terörizme ölümcül darbeyi vurabileceğini belirtiyor.

 

Samerra’daki patlama sonrası ortaya çıkan düşük yoğunluklu iç savaş ortamı ve azınlıktaki siyasal kesimlerin yüksek talepleri, hükümet kurma sürecini kilitleme konusunda ABD’nin elini güçlendiriyor.

 

ABD’nin bir yandan terör ve güvenlik sorunları, öte yandan da yaşanan siyasi çıkmaz nedeniyle baskı altında kalan Birleşik Irak İttifakı’nı parçalamaya ve azınlıktaki siyasal grupları Allavi başbakanlığında bir hükümete razı etmeye dönük bir strateji izlediği söylenebilir.

 

Birleşik Irak İttifakı’nın birliğini koruması ve baştan beri pragmatik siyasetler izleyen ve Şiileri stratejik ortak olarak gören Kürt grupları hükümeti kurmaya razı etmeyi başarması, ABD’nin bu stratejisini başarısız kılabilecek etkenler olarak gözüküyor.

 

İran Cumhurbaşkanı Ahmedinejad, öne sürdüğü şartlarla ABD-İran müzakeresini Washington açısından olabildiğince zorlaştırsa da gerçekleşmesi durumunda İran-ABD müzakerelerinin de Irak’taki siyasi süreci belirlemede etkin bir rol oynayacağı söylenebilir.



Makaleler

Güncel