‘Dostlar Grubu’ndan ‘Terörle Mücadele Koalisyonu’na

Cidde ve Paris toplantıları sonucu şekillenen ABD liderliğindeki ‘terörle mücadele koalisyonu’ aslında 4 Ocak 2011’de Rusya ve Çin vetosu sebebiyle BM’den Suriye’ye müdahale kararı çıkaramayan ülkelerin aynı yılın şubat ayında kurduğu ‘Dostlar Grubu’ndan ibaret.

‘Uluslar arası toplum’ adına Cidde ve Paris toplantıları sonrası başlatılan ‘terörle mücadele’ süreci, uluslar arası yasalarla ve bölgesel güvenlik kaygısıyla izah ediliyor.

ABD liderliğindeki uluslar arası koalisyonun yasal meşruiyeti, BM üyesi egemen bir devlet olan Irak’ın bir bölümünün terörist olarak nitelenen bir örgüt tarafından işgal edilmesiyle açıklanıyor.

Teröre karşı uluslar arası bir koalisyon kurma ‘zorunluluğu’ ise tüm bölgedeki güvenlik ve istikrarın ‘terör’ tehdidi altında bulunmasıyla izah ediliyor.

Ancak uluslar arası koalisyonun oluşum kronolojisi, yapısı ve açıklanan hedefleri dikkate alındığında iki gerekçe de inandırıcılıktan uzak gözüküyor.

Uluslar arası yasalar bakımından meşruiyet

Terörist olarak kabul edilen bir örgütün BM üyesi egemen bir devlet olan Suriye’nin Rakka kentini 2013 yılından beri işgal altında tutuyor olmasına rağmen uluslar arası müdahaleye muhatap olmaması, Irak için öne sürülen ‘yasal meşruiyet’ gerekçesinin sorgulanmasına neden oluyor.

Öte yandan mütecaviz bir devlet veya örgütün saldırısına uğrayan BM üyesi egemen bir devlete verilecek desteğin uluslar arası yasalar bakımından meşru sayılabilmesi için ya mağdur devletin talebi ya da BM kararı gerekiyor.

Bağdat’ın yardım talebi dikkate alındığında uluslar arası koalisyonun Irak’taki operasyonları uluslar arası yasalar bakımından meşru sayılsa da aynı şeyi Suriye’deki operasyonlarla ilgili olarak söylemek iki bakımdan mümkün gözükmüyor.

1- ABD liderliğindeki uluslar arası koalisyonun BM üyesi egemen bir devlet olan Suriye yönetimi ile koordinasyon kurmayı baştan reddetmiş olması.

2- Suriye’deki operasyonların herhangi bir BM Güvenlik Konseyi kararına dayanmıyor olması.

Bölgesel güvenlik kaygısının inandırıcılığı

18 Temmuz 2012’den itibaren Suriye’nin birçok yerinde kurtarılmış bölgeler yaratmaya başlayan silahlı grupların Lübnan ve Irak’ı doğrudan; Ürdün ve Türkiye’yi ise dolaylı olarak güvenlik ve istikrar sorunlarıyla karşı karşıya bıraktığı biliniyor.

2003’te Irak el-Kaide’si olarak doğan örgütün 2005’te Irak İslam Devleti’ne, 2013’te Irak-Şam İslam Devleti’ne, 2014’te de hilafet devletine dönüşmesi, aynı zamanda büyüme aşamalarını ifade ediyordu.

2003 öncesinde var olmayan örgütün Irak ordusu dağıtıldıktan sonra Irak İslam Devleti’ne, Suriye krizi başladıktan sonra Irak-Şam İslam Devleti’ne dönüşmesi, hem Irak hem de Suriye devletleri zayıflatıldıktan sonra ise Irak’tan Lübnan’a, Türkiye’den Ürdün ve Suudi Arabistan’a kadar tüm bölgeyi tehdit eden bir Hilafet Devletine dönüşmesi tehditteki büyümenin sebeplerine işaret ediyor.

Bölgesel terör tehdidindeki artış ile bölge devletlerinin zayıflatılması arasındaki doğru orantılı ilişki ortadayken uluslar arası koalisyon ‘terörle mücadele’ stratejisini şu esaslar üzerine kurdu.

1- Irak ve Suriye’de terörist unsurlara karşı mücadelenin hava operasyonları ile sınırlı tutulması.

2- Irak’taki kara operasyonlarında, orduya, Peşmerge’ye ve milis güçlerine lojistik destek verilmesi. Suriye’de ise Şam’la koordinasyon kurulmaması ve hem Suriye yönetimine hem de terörist gruplara karşı savaşacak ‘ılımlı muhaliflerin’ eğitilip silahlandırılması.

Bölge devletlerini zayıf tutmaya devam edip terörle sadece hava operasyonları ile mücadeleyi öngören bu stratejinin, terörü yok etmeyi değil kontrol altında tutmayı, dolayısıyla da bölgeye yönelik müdahale inisiyatifini sürekli hale getirmeyi öngördüğü söylenebilir.

Uluslar arası koalisyonun oluşum kronolojisi   

170 bin askerle işgal ettiği Irak’a ‘Uzun Vadeli Stratejik İşbirliği Anlaşması’ imzalatamadan ve askeri üs elde edemeden 2011’de veda eden ABD’nin, 2014’te terör gerekçesiyle ve Bağdat’ın ricasıyla geri dönmesi ‘terörle mücadelenin’ hedefine dair fikir veriyor.

“Ebu Bekir Bağdadi, 30 Haziran’da hilafet ilan etmeyip Kürdistan Bölgesi, Ürdün ve Suudi Arabistan sınırlarına saygılı bir ‘Irak-Şam İslam Devleti’ olarak kalsa ‘uluslar arası toplumda’ ‘terörle mücadele’ ‘kararlılığı’ oluşabilir miydi?”

ABD liderliğindeki uluslar arası koalisyonun oluşum kronolojisi, bu soruya olumlu cevap vermeyi güçleştiriyor.

10 Haziran: IŞİD Irak’ın en büyük ikinci ili olan Neyneva’nın merkezi Musul’u, ertesi gün de Selahaddin ilinin merkezi Tıkrit’i ele geçirdi.

19 Temmuz: Yüzlerce yıl Musul’da yaşayan Hıristiyanlar kenti terk etti.

7 Ağustos: Kürdistan Bölgesi’ne doğru saldırıya geçen IŞİD Erbil’e 45 kilometre yaklaştı.

9 Ağustos: Amerikan savaş uçakları Erbil’e yaklaşan IŞİD unsurlarını bombaladı.

11 Eylül: ABD Başkanı Barack Obama, IŞİD’e karşı mücadele stratejisini açıkladı. Aynı gün ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin inisiyatifiyle Körfez ülkeleri, Mısır, Ürdün ve Türkiye’nin de katıldığı ‘terörle mücadele toplantısı’ Cidde’de yapıldı.

15 Eylül: Cidde toplantısının devamı olarak Paris’te yapılan toplantıya 40 ülke temsilcisi katıldı ve uluslar arası koalisyon şekillenmiş oldu.

23 Eylül: ABD liderliğindeki uluslar arası koalisyon, Suriye’deki IŞİD ve Nusra mevzilerini bombaladı.

‘Dostlar’ terörle mücadelede görünsün

Cidde ve Paris toplantıları sonucu şekillenen ABD liderliğindeki ‘terörle mücadele koalisyonu’ aslında 4 Ocak 2011’de Rusya ve Çin vetosu sebebiyle BM’den Suriye’ye müdahale kararı çıkaramayan ülkelerin aynı yılın şubat ayında kurduğu ‘Dostlar Grubu’ndan ibaret.

Libya’da olduğu gibi BM kararıyla Suriye’ye müdahale gerçekleştiremeyen Dostlar Grubu, Suriye yönetimini devirmek için 18 Temmuz 2012’de vekalet savaşı seçeneğine başvurdu ve silahlandırdığı örgütler aracılığıyla birkaç ay içerisinde zafere ulaşmayı bekledi.

Silahlı gruplara kentlerin dış banliyölerinde ve kırsallarında kurtarılmış bölgeler kurma imkanı sağlayan bu savaş, beklenenin aksine Suriye halkını ve ordusunu Dostlar Grubu tarafından desteklenen muhalif örgütlerin safına geçmeye sevk etmedi.

Dolayısıyla dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun öngörüsüyle “aylar veya haftalar”[1] içerisinde zaferle sonuçlanmadı ve yıllara yayılan bir yıpratma savaşına dönüştü.

Yıpratma savaşında güçlüler ayakta kalır

En dayanıklı olanların ayakta kalabileceği yıpratma savaşında en zayıf halkayı Dostlar Grubu tarafından örgütlenip desteklenen ve ÖSO tabelasını kullanan ‘ılımlı muhalifler’ oluşturuyordu.

Doğal olarak ta iki yıl sonra tasfiye edilenler dış yardımla savaşan ‘ılımlılar’ ayakta kalanlar ise ‘ulusalcılık ve vatanseverlik’ motivasyonu ile savaşan Suriye ordusu ile ‘cihat’ motivasyonu ile savaşan radikal gruplar oldu.

18 Temmuz 2012’de vekalet savaşı başlatan ‘Dostlar Grubu, 15 Eylül 2012’de ‘terörle mücadele koalisyonu’ şeklinde evrim geçirmiş gözükse de yapılan açıklamalar, stratejinin hedefinde bir değişim olmadığını gösteriyor.

Belki de Arap Baharı adı verilen isyanların yaşandığı tüm ülkeler için geçerli olan bu stratejinin hedefi, namlusunu içeriye doğrultmuş bölge ülkelerindeki bunalımların kontrollü bir şekilde sürmesini sağlamak, bölge ülkelerini müdahaleyi talep eder hale getirmek ve müdahalede sürekliliği sağlamak olarak gözüküyor.

Yeni işbirliği ve farklı ittifak kombinasyonları

Dostlar Grubu’nun yarattığı tehdit öznesini ‘terörle mücadele koalisyonu’ adıyla kontrol altına alma çabası, farklı işbirliği ya da ittifak kombinasyonlarının ortaya çıkmasına neden oldu.

Karşıt devletler veya örgütlere işbirliği zeminleri yaratan, müttefik devlet veya örgütleri ise karşı karşıya getiren bu yeni süreçte beş tavır öne çıkıyor:

1- ABD liderliğindeki uluslar arası koalisyonun tavrı: Yazının başından beri oluşum şekli, stratejisi, bileşenleri ve hedefleri özetlenen bu grup, terörü bölgesel bir tehdit kendisini ise bir kurtarıcı olarak sunuyor.

2- Rusya ve İran’ın tavrı: Terör ve aşırılığı bölge için en büyük tehdit olarak görmesi bakımından uluslar arası koalisyonla paralel gözüküyor olsa da önerdiği yöntem ve araçlar bakımından ondan ayrılıyor.

Moskova ve Tahran, terörle mücadeleye yönelik kararlarda ve girişimlerde uluslar arası yasalara uygunluğu vurguluyor ve bu konuda terör mağduru ülkelerin talebinin veya BM kararlarının esas alınmasını istiyor.

Bölge devletleri zayıf bırakıldığı için terörün güçlendiğini savunan Tahran ve Moskova, herhangi bir ayrım yapılmadan terör mağduru olan tüm ülkelerin desteklenmesi gerektiğini savunuyor.[2] Irak’a terörle mücadelede destek verilirken Suriye’de devlet karşıtlarının silahlandırılıp eğitilmesini samimiyetsiz buluyor.[3]

3- Türkiye’nin tavrı: 2011’de Dostlar Grubu’nun kurulmasına öncülük etmekle övünen Türkiye, 2014’te uluslar arası koalisyon şeklinde evrim geçiren ortaklarına mesafeli duruyor.[4]

Mesafeli duruşunu, öne sürdüğü “Irak hükümetinde etkili olan Şii gruplar güçlenmemeli, bölgeye sevk edilen silahlar PKK-YPG gibi Kürt unsurların eline geçmemeli ve Suriye’de Esad yönetimine alan açılmamalı”[5] şartlarıyla destekliyor.

Ancak Dostlar Grubu’ndaki ortakları tarafından bile terörü desteklemekle suçlandığı için Cidde toplantısındaki mesafesini ‘49 rehine’ ile gerekçelendiren Ankara, rehinelerin serbest bırakılmasının ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “IŞİD’e karşı askeri destek sağlarız”[6] açıklamasıyla pozisyonunu tadil etmek zorunda kalıyor.

4- Suriye’nin tavrı: Bölgedeki terör tehdidinin müsebbibi olmakla suçlasa da Dostlar Grubu’nun terörle mücadele koalisyonuna dönüşmesinden memnuniyet duyuyor.

Koalisyonun niyet ve hedeflerinden kuşku duysa da uluslar arası sisteme kabulünü sağlayabilecek bir fırsat olarak gördüğü için terörle mücadelede işbirliğine hazır olduğunu ifade ediyor.

5- Silahlı grupların tavrı: Uluslar arası koalisyonun Suriye’deki hava saldırısından önce birbiriyle savaşan silahlı gruplar, ciddi bir kafa karışıklığı yaşıyor.

Ulusal Koalisyon gibi hava saldırılarının Suriye yönetimini hedef almasını bekleyen az sayıdaki ‘ılımlı muhalife’ rağmen sahadaki silahlı grupların çoğu IŞİD’e karşı ABD yanlısı bir ‘Uyanış Konseyi’ pozisyonuna düşmemeye özen gösteriyor. Hatta iç ihtilafları bir tarafa bırakarak ‘Haçlı ittifakı’na karşı birlikte savaşma çağrıları yapılıyor.[7]

Sonuç

Teröre karşı uluslar arası mücadele girişimi, karşıt devletler veya örgütlere işbirliği zeminleri yaratmış ve müttefik devlet veya örgütleri ise karşı karşıya getirmiş bulunuyor ve Dostlar Grubu’nu ortadan kaldıracak potansiyeller taşıyor.

Bununla birlikte Suriye ölçeğinde oluşan Soğuk Savaş dengesi, henüz herhangi bir taraf lehine bozulmuş değil.

 



[1]NTVMSNBC 24 Ağustos 2012. Davutoğlu Esad'a ömür biçti http://www.ntvmsnbc.com/id/25376791

[2]Khabaronline. 24 Eylül 2014. مشروح نشست خبری روحانی در نیویورک/ رئیس جمهور: قرار نیست برای همیشه رابطه ایران و آمریکا خصمانه باشدhttp://www.khabaronline.ir/detail/377503/Politics/4422

[3]YDH. 24 Eylül 2014. Lavrov: Terörle mücadelede çifte standart Batı’nın alışkanlığı. http://www.ydh.com.tr/HD13261_lavrov--terorle-mucadelede-cifte-standart-batinin-aliskanligi.html

[4]Sabah. 12 Eylül 2014. Türkiye Cidde’de imza atmadı. http://www.sabah.com.tr/Dunya/2014/09/12/turkiye-ciddede-imza-atmadi

[5]Fehim Taştekin, Radikal. Haydi şeytana merhaba de 10 Eylül 2014. http://www.radikal.com.tr/yazarlar/fehim_tastekin/hadi_seytana_merhaba_de-1211869

[6]El Cezire Türk. 24 Eylül 2014. “IŞİD’e karşı askeri destek sağlarız”  http://www.aljazeera.com.tr/haber/erdogan-iside-karsi-askeri-katki-saglariz

[7] Hasan Sivri, YDH. 25 Eylül 2014. İttifak operasyonları IŞİD ve Nusra’yı barıştıracak mı? http://www.ydh.com.tr/HD13262_ittifak-operasyonlari-isid-ve-nusra-yi-baristiracak-mi-.html