Viyana anlaşması ve değişim imkanı

Yaklaşık 2 yıl önce ‘kazan-kazan’ anlayışıyla başlatılan müzakereler sonunda varılan bu anlaşma tarafların hiçbirine ne mutlak zafer armağan etti ne de teslimiyet.

İran’la 5+1 arasında 14 Temmuz’da Viyana’da varılan anlaşma, kendi bağlamı çerçevesinde değil muhtemel etkilerine dair varsayımlar esas alınarak tartışılıyor.

Dolayısıyla da nükleer müzakereler, adeta başta Suriye ve Irak olmak üzere bölgesel konularda yapılan bir pazarlık; Viyana anlaşması ise Tahran-Washington ilişkilerinin normalleştirilmesinin ilk adımı olarak okunuyor.

Elbette nükleer müzakerelerin Tahran-Washington ilişkilerinde her iki taraf açısından da zorunluluktan kaynaklanan farklılaşmanın bir sonucu olduğu ve Viyana anlaşmasının dolaylı da olsa tüm bölgesel gelişmeleri etkileyebilecek potansiyeller taşıdığı doğru.

Ancak Tahran-Washington ilişkilerindeki farklılaşmanın ‘normalleşme’ yönünde bir sonuç doğurup doğurmayacağına ve Viyana anlaşmasının bölgesel gelişmeleri ne yönde etkileyeceğine dair bir tahminde bulunabilmek için öncelikle anlaşmanın kendi bağlamı olan nükleer alanda neye tekabül ettiğinin açıklığa kavuşturulması gerekiyor.

Bir başka deyişle her iki muhtemel sonucun da kimin lehine gelişeceğini; kimin hangi tavizi verip neyi kazandığını gösterebilecek tek veri olan anlaşma metninden çıkarmak mümkün olabilecektir.  

Yani hem Tahran-Washington ilişkilerindeki farklılaşmanın hem de anlaşmanın bölgesel etkilerinin yönü, sadece anlaşma metninde yer alan şu soruların cevapları ile belirlenebilir:

“Acaba İran bu anlaşma ile ağır yaptırımlar ve askeri tehditler karşısında dünyanın 6 süper gücü karşısında diz mi çöktü? Yoksa dünyanın 6 süper gücü, 11 yıl boyunca nükleer programını durduramadığı İran’a teslim olup Tahran’ın taleplerini kabul mü etti?”

14 Temmuz’da yapılan anlaşma, her iki sorunun da yanlış olduğunu ortaya koyduğu için nükleer müzakereleri bölgesel konularda yapılan bir pazarlık, Viyana anlaşmasını ise Tahran-Washington ilişkilerinin normalleştirilmesi olarak okuyanların tüm çıkarımlarını daha en başından iptal ediyor.

Çünkü yaklaşık 2 yıl önce ‘kazan-kazan’ anlayışıyla başlatılan müzakereler sonunda varılan bu anlaşma tarafların hiçbirine ne mutlak zafer armağan etti ne de teslimiyet.

Tarafları, 22 ay önce ‘kazan-kazan’ anlayışıyla müzakere masasına oturmaya zorlayan sebeplerin 11 yıllık tarihsel serüvenine 2 Nisan’da varılan çerçeve anlaşmasına ilişkin yazdığım yazıda değinmiştim.[1]

Dolayısıyla şimdi Viyana’daki nihai anlaşmayla hangi tarafın ne kazandığını ve bu kazançların Tahran-Washington ilişkilerinde ve bölgesel konularda yaratacağı muhtemel etkinin çapına odaklanmak gerekiyor.

İran’ın kazanımları

İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, anlaşmadan bir gün sonra yaptığı konuşmada 22 aylık müzakereler sırasında 4 hedef öngördüklerini belirterek bunların tamamına ulaşmalarından dolayı Viyana anlaşmasını kendileri açısından bir başarı olarak ortaya koydu:

Ruhani’nin bahsini ettiği hedefler şunlar:

1- Nükleer gücü, nükleer teknolojiyi ve nükleer faaliyetleri ülke içerisinde devam ettirmek.

2- Yaptırımların kaldırılmasını sağlamak.

3- BM’den nükleer konuda İran aleyhine çıkarılan tüm kararların iptalini sağlamak.

4- İran nükleer dosyasının BM sözleşmesinin 7. Maddesi kapsamından çıkarılmasını sağlamak.[2]

Ruhani, kendilerini bu 4 hedefe ulaştıran müzakere sürecine ilişkin ayrıntıları da şöyle anlattı:

“Müzakerelerin ilk günlerinde karşı taraf bizde diyordu ki: ‘Anlaşmada 8 yıl olarak belirlenen sınırlama döneminde İran yalnızca 100 santrifüje sahip olacak.’ Uzun tartışmalar sonunda sayıyı 1000’e yükselttiler. Gösterilen direnişin ardından değiştirilmesi mümkün olmayan son sözleri 4 bin santrifüjdü. Ama bugün yapılan anlaşmayla 5 binden fazlası Natanz’da, binden fazlası da Fordo’da olmak üzere 6 binden fazla santrifüj kalacak ve tüm santrifüjler uranyum zenginleştirmeye devam edecek.

Onlar önce sınırlama dönemi, 20 yıl ve artı 25 yıl olsun dediler. Sonra 20 yıl artı 10 yıl; ardından son olarak ‘20 yıl olsun bundan daha azını kabul etmeyiz’ dediler. Son olarak 10 yıla, müzakere gününde ise 8 yıla indiler.

AR-GE konusunda ise İran için yalnızca IR-1’lerin (santrifüj) mümkün olabileceğini söylediler. Bu, mantıksız ve gülünçtü; çünkü onu zaten üretmiştik ve kullanıyorduk. Sonra IR-2’yi ardından son olarak IR-8’i söylediler ve bundan başkasının mümkün olamayacağını ifade ettiler. İran ise IR-8 ve IR-6’yı istiyordu. Biz yürürlüğe girdiğinin ilk günü IR-8’lere UF-6 gazını zerk edeceğimiz bir anlaşma istiyorduk ve bu anlaşmayla bunu elde ettik.

Erak’la ilgili olarak bize ‘reaktör kalabilir; ancak ağır su kesinlikle olmaz bu bizim kırmızıçizgimiz’ diyorlardı. Ama bugün yaptığımız anlaşmada ağır su reaktörü açık bir şekilde zikrediliyor. Erak reaktörü ağır su mahiyetiyle ve anlaşmada geçen kompleksleriyle tamamlanacak.

Fordo ile ilgili olarak ise ‘Fordo’nun adını anmak zor, duymak ondan daha da zor. Ne siz söyleyin ne de biz duymuş olalım. Fordo’da en azından hiçbir şekilde santrifüj olmayacak kararlı izotop merkezi haline dönüştürülecek’ dediler. Daha sonra 164 santrifüjün olmasını kabul ettiler. Bugünkü anlaşmayla ise 1000’den fazla santrifüj yerleştirilecek ve Fordo’nun bir bölümü kararlı izotoplar için AR-GE faaliyetinde bulunacak.

Yaptırımların kaldırılması konusunda ise ‘size güvenebilmemiz için aylar geçmesi lazım. Daha sonra da aşamalı olarak kaldırılsın. Hatta adı da kaldırma olmamalı, belli bir süre sonra askıya alırız. Yıllar sonra da Ajans’ın raporları sonucu güven oluşursa yaptırımları kaldırırız’ dediler. Ama şimdi İran halkına açıklıyorum hatta füze ve silah yaptırımları bile anlaşmada geçtiği şekliyle kaldırılacak.

Bankacılık, sigorta, taşımacılık, petrokimya, ağır metaller ile ilgili yaptırımlarla ekonomik ve mali yaptırımların tamamı, kaldırılacak askıya alınmayacak. Hatta silah ambargosu için de 5 yıl sınırlama olacak ve sonra kaldırılacak.

BM kararlarının lağvedilmesi için de ‘bu kararları en azından lağvedilme zamanı gelinceye kadar 6 ay uygulayalım. Henüz uygulamadığınız bir şeyi nasıl kaldıralım’ dediler. Ama bugün yapılan anlaşma doğrultusunda BM Güvenlik Konseyi önümüzdeki günlerde bunu kabul edecek ve önceki 6 kararın tamamı lağvedilecek.

İran nükleer dosyasının BM Güvenlik Konseyi’nden tamamen çıkarılması konusunda ise ‘Önce Ajans rapor vermeli. Başlangıçta 20 yıl, ardından da 10 yıl inceleyelim’ dediler. Ama bugün geçen on yılın ardından Ajans’ın raporu dikkate alınmaksızın artık İran’ın nükleer dosyası Güvenlik Konseyi’nde olmayacak.

Amerika’nın kazanımları

ABD Başkanı Barack Obama, Ruhani ile eş zamanlı yaptığı açıklamada Ruhani gibi müzakere sırasında öngörüp de anlaşmayla elde ettikleri hedefler ortaya koymadı.

Çünkü 11 yıllık süreçte ABD, ortaklarıyla birlikte İran’ın nükleer programının durdurulmasını hedeflemiş; 22 aylık müzakerelerde ise ‘durdurma’ hedefini ‘sınırlama’ şeklinde değiştirmek zorunda kalmıştı.

Dolayısıyla Obama, her şeyin ABD’nin kontrolünde geliştiği ve İran’ın nükleer silah üretmesinin engellendiği argümanına dayalı bir başarı öyküsü anlatarak kazanımlarını şu 4 başlıkta özetledi.[3]

1- ABD diplomasisi gerçek bir değişim yaratabiliyor. Anlaşma ‘güvene’ değil ‘doğruluğun sınanmasına’ (denetime) dayalı.

2- İran’ın nükleer silah elde etmesi engellendi.

3- İran’ın nükleer programına sınırlama getirildi.

4- Yaptırımlar, İran’ın taahhütlerine uymasına bağlı olarak aşamalı bir şekilde kaldırılacak, gerekirse yeniden uygulanacak.

Halbuki Obama’nın birinci maddede söylediği gibi nükleer müzakereler, 22 ay önce ABD diplomasisinin girişimi ile değil, yeni seçilen Ruhani hükümetinin ‘kazan-kazan’ anlayışına dayalı yeni bir müzakere ufku açmasıyla başladı.

ABD diplomasisi de nükleer programın durdurulmasını hedefleyen 11 yıllık ‘sen kaybet-ben kazanayım’ anlayışından geri adım atarak Tahran’ın sunduğu ‘kazan-kazan’ anlayışına eşlik etti. Yani bu, ne ABD’nin ne de İran’ın tek taraflı kontrolünde ve inisiyatifinde geliştirdiği bir süreç olmadı.

Sonuçta da her iki tarafın hem geri adım attığı (bir bakıma kaybettiği) hem de kazandığı bir anlaşmaya ulaşıldı.

Viyana anlaşmasıyla ABD, İran’ın nükleer programını durdurma hedefinden geri adım atarak ‘kaybetmiş’ oldu; ama bu programı 8 yıllığına dahi olsa sınırlandırarak kazanmış oldu.

Aynı şekilde İran, NPT’den kaynaklanan yasal haklarının 8 yıllığına dahi olsa sınırlanmasını kabul ederek ‘kaybetmiş’ oldu; ama nükleer gücünün dünyanın 6 süper gücü tarafından tanınmasını sağlayarak ‘kazanmış’ oldu.

Dolayısıyla her iki tarafta da kendi kazanımlarını vurgulayarak başarı öyküsü anlatan hükümetler, gerçek dışı bir şey söylemiyor.

İran’da ‘Dilvapesan’, ABD’de ‘Cumhuriyetçiler’

Öte yandan İran’da ‘Dilvapesan’ (kaygılılar) adını kullanan; mecliste, medyada ve bürokraside de ciddi bir ağırlığı olan çevreler ile Amerika’daki Cumhuriyetçiler de anlaşma konusunda gerçek dışı bir şey söylemiyorlar.

Çünkü İran’da ‘Dilvapesan’, ABD’de ise Cumhuriyetçiler hükümetlerinin aksine kazançları değil kayıpları vurguluyorlar.

Ancak ABD Başkanı Obama’nın anlaşmadan 3 gün sonra yaptığı ikinci konuşmasında ‘gerçekçi olmak gerektiğini’ vurgulayarak anlaşmayı eleştirenlere “o halde alternatif seçeneklerinizi getirin”[4] diye verdiği cevabın en net mesajı şu:

“11 yıldır sizin seçeneklerinizi denememize rağmen nükleer programı durdurmayı başaramadık. Yeni bir seçenek getiremiyorsanız şimdi gerçekçi olun ve programın sınırlandırılmasının sağladığı kazanıma odaklanın.”

Anlaşmanın bölgeye yönelik muhtemel etkileri

Viyana anlaşmasının şu iki sebepten dolayı Tahran-Washington ilişkilerinin normalleşmesine ve tarafların bölgesel politikalarına doğrudan etki etmeyeceği söylenebilir.

1- 22 aylık müzakere ve Viyana anlaşması, sadece İran’la ABD arasında değil; İran’la 5+1 arasında gerçekleşti. Dolayısıyla çok taraflı bir anlaşma, Tahran-Washington ilişkilerini doğrudan değil belki dolaylı olarak etkileyebilir.

2- Müzakereler ve anlaşma sadece nükleer meseleyle sınırlı tutuldu. Anlaşmada ikili ilişkilere ve bölgesel gelişmelere dair hiçbir konu yer almadı.

Öte yandan 1979’daki İslam Devriminden bu yana İran’la Amerika arasında diplomatik ilişki bulunmamakla birlikte Tahran ile Washington ilk defa Viyana’da yüz yüze müzakere etmedi.

Örneğin taraflar 2005’te Irak konusuyla sınırlı olmak üzere 4 tur müzakere yaptı ve o müzakerelerde üçüncü bir taraf da yer almadı. Bununla birlikte ne Washington Irak politikasını değiştirdi ne de İran.

Sen yumruğunu çöz; ben sana namlu uzatmaya devam edeyim

Gerçi ABD Başkanı Obama, 15 Temmuz konuşmasında yapılan anlaşma ile yeni şartların oluştuğunu belirterek “Ben İran halkına defalarca saygıya dayalı bir ilişkiye hazır olduğumuzu söyledim. Aramızdaki birçok ihtilafa rağmen değişim mümkün”[5] dedi ve ikili ilişkiler konusunda bir kapı açmaya çalıştı.

Ancak İran İslam Devrimi Lideri Ayetullah Hamenei, 18 Temmuz’da -el-Arabiya’nın ifadesiyle- Tahran-Washington ilişkilerinin iyileşeceğine dair tüm umutları söndürerek, aralanan bu kapıyı tek taraflı olarak kapattı.

Obama Başkan seçildikten sonra “İran sıkılmış yumruğunu açarsa” ABD’nin tokalaşmak için el uzatmaya hazır olduğunu söylemişti. Ancak geçen 6-7 yıllık dönemde ABD’den nükleer meselede, Irak’ta, Suriye’de, Lübnan’da, Filistin’de ve Yemen’de İran’a sadece namlu uzatıldı.

Ayetullah Hamenei, ABD’nin Viyana’da uzatılan eli başka çaresi olmadığı için sıktığına işaret ederek anlaşmanın sadece nükleer meseleyle sınırlı olduğunu vurguladı. Tahran’la Washington’un bölge politikalarının 180 derece zıt olduğunu söyledi ve tek tek isim vererek Filistin, Lübnan, Suriye, Irak, Bahreyn ve Yemen’deki dostlarını desteklemeye devam edeceklerinin altını çizdi.[6]

Viyana anlaşmasının IŞİD faktöründen dolayı İran’la ABD arasında bir işbirliği zemini yaratabileceği yönünde tahminler yapılsa da tarafların Irak’ta Gönüllü Halk Güçleri, Suriye’de ise Suriye yönetimi konusunda zıt kutuplarda yer alıyor olması, bu ihtimali de oldukça zayıflatıyor.

 BM Güvenlik Konseyi Pazartesi günü daha önceki kararların lağvedilmesine ve Viyana’da varılan anlaşmanın uyulmasına dair karar taslağını oylayarak,[7] anlaşmanın yürürlüğe girmesi yönünde ilk adımı atacak olsa da Amerika da aslında General Kasım Süleymani’ye uyguladığı yaptırımı kaldırılmayacağını açıklayarak[8] Tahran’la bölgesel işbirliği konusundaki mesafesini göstermiş oluyor.

      



[1] YDH. 5 Nisan 2015. Nükleer anlaşma, kazananlar, kaybedenler ve kardan zarar edenler http://www.ydh.com.tr/YD455_nukleer-anlasma-kazananlar-kaybedenler-ve-kardan-zarar-edenler.html

[2] Cam-ı Cem gazetesi, 15 Temmuz 2015. همه تحریم‌ ها لغو می‌شوند حتی تسلیحاتیhttp://www.jamejamonline.ir/newspreview/2017500431783271415

[3] Hürriyet. 14 Temmuz 2015. İran ve Batılı devletler nükleer müzakerelerde anlaştı http://www.hurriyet.com.tr/dunya/29544342.asp

[4] Amerika’nın Sesi Farsça servisi. 17 Temmuz 2015. اوباما خطاب به منتقدان توافق اتمی با ایران: گزینه جایگزین ارائه دهیدhttp://ir.voanews.com/content/us-obama-iran-nuclear-deal-presser/2863093.html

[5] DW. 15 Temmuz 2015. سخنان باراک اوباما و حسن روحانی پس از اعلام توافق هسته‌ای http://www.dw.com/fa-ir/سخنان-باراک-اوباما-و-حسن-روحانی-پس-از-اعلام-توافق-هستهای/a-18583422

[6] YDH. İran: ABD ve bölge politikamızda hiçbir değişiklik olmayacak

18 Temmuz 2015. http://www.ydh.com.tr/HD14022_iran--abd-ve-bolge-politikamizda-hicbir-degisiklik-olmayacak.html

[7] BBC Farsi, 15 Temmuz 2015. قطعنامه شورای امنیت در مورد توافق هسته‌ای ایران 'هفته آینده به رأی گذاشته می‌شود' http://www.bbc.com/persian/iran/2015/07/150715_l10_nuclear_deal_unsc_resolution_draft

[8] BBC Farsi 16 Temmuz 2015. آمریکا: توافق وین در آینده نزدیک تحریم‌ها علیه فرمانده نیروی قدس سپاه را لغو نمی‌کند http://www.bbc.com/persian/iran/2015/07/150716_u01-shrman-iran-deal