Suriye krizinde değişmekte olan çözüm bağlamı ve Türkiye

Suriye krizinin çözümü konusunda 2016’dan itibaren ortaya çıkan bağlam değişikliği, hem Suriye hem de bölge açısından krizin kendisinden çok daha büyük tehditler içeriyor.

Suriye krizinin çözümü konusundaki bağlam değişikliği, bu soruna taraf olan ülkeleri farklı kamplaşmalara itebilecek hem yeni fırsatlar ve hem de yeni tehditler yaratıyor.

Çünkü Suriye krizi, artık sadece ülkenin siyasi rejimi bağlamında değil, toprak bütünlüğü bağlamında da tartışılıyor. Bölünme artık sadece alternatif bir çözüm önerisi olarak gündeme getirilmiyor, ‘Kuzey Suriye Federasyonu’ ilanında olduğu gibi fiili bir durum olarak hayata da geçiriliyor.      

Bu bağlam değişikliği ise krizi öngördüğü modele göre çözmekte başarısız olan ABD ve bölgesel müttefiklerinin çıkarlarını farklılaştırıyor. Çünkü Suriye’nin bölünmesi, sürekli müdahale imkanı kazandıracağı için ABD, İsrail ve Suudi Arabistan’a yeni fırsatlar sunarken, Türkiye açısından ise 900 kilometrelik sınır hattında jeopolitik tehditler yaratıyor.[1]   

Suriye krizinin kaynağı

18 Mart 2011’den beri Suriye ile ilgili tüm taraflar, sorunun kaynağı ve çözümün bağlamı konusunda ittifak etmiş; ancak çözümün şekli konusunda ayrışmıştı.

Muhaliflerin isyan gerekçesi, rejimdi. Suriye devleti de ulusal diyalog konferansı başlatarak ve reform programları açıklayarak sorunun rejimden kaynaklandığını kabul etmiş oldu.

Sorunun kaynağı konusundaki bu ittifak, çözümün bağlamı konusunda da geçerliydi. Zira muhalifler de Suriye hükümeti de sorunun çözümünü ülkenin coğrafi olarak bölünmesi bağlamında değil, siyasi rejimin değiştirilmesi bağlamında tartıştı.

Benzer tutumlar uluslararası taraflar için de geçerliydi. Şam’ın müttefikleri, sorunlu görülen rejimin hükümetle muhalifler arasında görüşmeler yoluyla değiştirilmesini; muhalifleri destekleyen ABD ve müttefikleri ise ‘devrim’ yoluyla değiştirilmesini savundu.

Kazandıkları uluslararası destek sayesinde reform değil devrim isteyen muhalifler, Şam’ın reformlarını yetersiz bulduğu; Şam da muhaliflere teslim olmadığı için sorun müzakere masasına değil savaş meydanına taşındı.

ABD ve bölgesel müttefiklerinin desteklediği gruplar aracılığıyla 2012 Temmuzunda başlattıkları vekalet savaşının kontrolünü 2014 Haziranında tamamen kaybetmesi ve Şam’ın müttefiklerinin 2015 Eylülünde askeri sahaya ağırlığını koyması, sadece sorunun değil çözümün bağlamını da değiştirmeye başladı.

ABD için iki seçenek

Ulusal Koalisyonun eski Başkanı Muaz el-Hatib’in deyimi ile “13 istihbarat örgütünün kontrolünde”[2] oldukları için, muhalifler zaten hiçbir zaman Suriye krizinde asli bir taraf olamamıştı.

Cenevre-2’de de çok açık bir şekilde gözüktüğü üzere 2014 başlarına kadar, Suriye krizinde taraflar Dostlar Grubu ile Şam’dı.

2015 Eylülünden sonra ise ‘Suriye Destek Grubu’ adı altında taraf sayısı arttırılmış gözükse de Rusya ve Amerika’dan başka asli taraf kalmadı.   

Rusya, Suriye krizinin Şam’la muhalifler arasında görüşmeler yapılması, geçiş hükümeti kurulması, yeni anayasa hazırlanması yani rejim değişikliği yoluyla çözümünü öngören geleneksel tutumunu koruyor.  

Ancak Suriye’deki krizi, rejimi ‘devrim’ yoluyla değiştirerek çözmeyi başaramayan Amerika açısından saha şartlarının tamamen değiştiği 2015 Eylülünden sonra iki seçenek söz konusu oldu.

1- Rusya’nın doğrudan askeri müdahalesi ile devrim hedefi gerçekliğini yitirdiği için savaştan çekilip gerçek bir siyasi çözüme razı olmak;

2- Çözümün bağlamını değiştirerek savaşı sürdürmek ve yeni fırsatlar yaratmak.

Suriye Destek Grubu’nun “Suriye’nin birliği, bağımsızlığı, toprak bütünlüğü ve seküler karakteri asli önem taşır”[3] vurgusuyla “Suriye halkının karar vereceği” bir siyasi çözüm süreci öngörmesi, birinci seçeneği güçlendiriyordu.

Ancak PYD’nin kara müttefiki olarak sergilediği işbirliği ve Suudi Arabistan ile Türkiye’nin savaşı sürdürme yönündeki baskısı, John Kerry’nin “B Planı”[4] diye ifade ettiği ikinci seçeneğin ağırlık kazanmasına neden oldu.   

Bölünme şartları nasıl yaratıldı

Bölünme seçeneğini çözüm önerisi olmaktan da öte fiili bir gerçekliğe dönüştüren şartlar şu gelişmelerin sonucu olarak ortaya çıktı.

1- Rusya ve İran’ın askeri sahaya ağırlığını koyması, Şam’da devrimi imkansız hale getirdi; ancak silahlı grupların bölge hakimiyetlerini sona erdiremedi.  

2- Suriye ordusu ve müttefikleri, Lazkiye ve Halep’te Türkiye ile Suudi Arabistan tarafından desteklenen silahlı grupların Türkiye ile bağlantısını kesmek için harekete geçti. Çünkü uluslararası destekçileri olan ve siyasi süreci etkileyebilen grupları askeri seçenekten vazgeçmeye ve müzakere masasına oturmaya zorlamanın tek yolu buydu. Uluslararası destekçileri olan bu grupların müzakere masasına oturması, krizin siyasi düzen değişikliği bağlamında çözümünü mümkün hale getirebilirdi. Zira IŞİD ve Nusra zahiren uluslararası destekçilere sahip değildi ve zaten ateşkes kapsamı dışında bırakıldığı için bu grupların siyasi süreci etkileyebilecek bir durumu yoktu.

3- Ancak Suudi Arabistan ve Türkiye, destekledikleri silahlı grupların bölge hakimiyetlerine son vermeyi öngören bu gelişmeyi bir tehdit olarak algıladı. Dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu  bu gelişme ile ilgili duyduğu kaygıyı şöyle ifade etti:

“Halep, Suriye'nin ikinci büyük şehri ve ekonomisinin bel kemiğidir. Rejim karşıtı muhaliflerin güvenli bölgesi haline gelmişti. Türkiye ve Halep arasındaki koridor da uluslararası toplumdan gelen tüm yardım ve malzemelerin TIR'larla geçtiği bir yerdi. Şimdi Suriye rejimi, farklı ülkelerden belli paramiliter güçler, Hizbullah gibi aşırı Şii milisler ve Rusya'da havadan olmak üzere hepsi Halep'e saldırıyor. Şimdi Türkiye ile Halep arasındaki hayat koridoru kesildi. Halep'teki durum çok kaygı verici."[5]

4- ABD, Türkiye ile benzer kaygılar taşıyan Suudi Arabistan’ın Suriye’ye kara gücü gönderme önerisini değerlendirmeye aldığını açıkladı, NATO ise Rusya’yı Suriye’deki barış görüşmelerini baltalamakla suçladı.[6]

5- Rusya ve ABD’nin ateşkes konusunda anlaşmaya varması[7] sebebiyle Suriye ordusunun Halep’teki operasyonları durdu.

Suriye ordusunun IŞİD ve Nusra dışındaki gruplara yönelik operasyonlarını durdurması, acil ateşkes yapılmasını ve siyasi müzakerelerin başlatılmasını öngören 2254 sayılı BM kararının bir sonucuydu.  

Zira ateşkes ile barış görüşmeleri eş zamanlı yürütülecek süreçler olarak planlanmıştı; ancak 27 Şubat’ta yürürlüğe giren ateşkes, ihlallere rağmen sürdürülse de barış görüşmeleri sürdürülemedi.

Çünkü Suudi Arabistan’ın kurduğu Riyad heyetinin Suriye muhalefetinin tek temsilcisi olarak tanınması yönündeki ısrarı ve Türkiye’nin PYD’nin Cenevre’ye katılmasını engellemesi, tüm muhalif grupların temsilini öngören Cenevre-3’ü çıkmaza soktu.

Öte yandan Türkiye ve Suudi Arabistan’ın ateşkes kapsamı dışında bırakılan Nusra Cephesi’ne ‘Fetih Ordusu’ adı altında silah desteğini sürdürmesi de ateşkesi uygulanamaz hale getirdi. Dolayısıyla siyasi düzen değişikliğine dayalı çözüm modeli zayıflarken bölünmeye dayalı çözüm modeli güç kazanmış oldu.

Yeni çözüm modeli olarak bölünme

Suriye toprakları şu an devlet güçleri, IŞİD, Suriye Demokratik Güçleri ve Fetih Ordusu arasında bölünmüş durumda.

Cenevre-3 süreci bu bölünmüşlüğün siyasi yollarla ortadan kaldırılmasını, kurulacak geçiş hükümeti ve hazırlanacak yeni anayasa ile sorunun rejim değişikliği bağlamında çözülmesini öngörüyor.

Ancak Cenevre-3 süreci, IŞİD ve Nusra’yı ateşkes kapsamı dışında bırakıp diğer tüm grupları müzakere masasına çağırsa da, Türkiye ve Suudi Arabistan’ın Riyad heyetini Cenevre’den çekmesi ve Nusra liderliğindeki Fetih Ordusu’na dokundurtmaması, çözümü ortadan kaldırıyor; dolayısıyla da Suriye topraklarının bölünmüşlüğünü kalıcı hale getiriyor.

Bölünmeye dayalı çözüm modeli, ABD açısından artık sadece bazı düşünce kuruluşlarının[8] teorik senaryo çalışmalarından ibaret değil. ABD Dışişleri Bakanı John Kerry’nin “B Planı” adıyla dile getirdiği bu resmi irade beyanı; şu anki siyasi çözümsüzlük hali içerisinde PYD’nin federasyonu, Fetih Ordusu’nun İdlib’i ve IŞİD’in Rakka ve Cerablus’u ile somut bir gerçeklik kazanmış durumda.

Cenevre-3 ile öngörülen siyasi düzen değişikliğine dayalı çözüm modelinin başarısızlığı bölünmeye dayalı çözüm modelinin daha gerçekçi gözükmesine neden oluyor.

Bölünmeye dayalı çözüm modeli ve Türkiye

Bir başka deyişle Türkiye ve Suudi Arabistan, hala 2011’deki şartlarıyla Cenevre-3’ü çıkmaza sokarak aslında Suriye’yi bölünmeye götüren yola asfalt döşüyor.

Elbette bölünmeye dayalı çözüm modeli, Suudilere Suriye’nin birkaç bölgesinde uydu emirlikler kazandıracak olması bakımından Riyad açısından olumlu bir şey olarak gözükebilir.

Ancak Türkiye’yi 900 kilometrelik sınır hattında PYD federasyonu, IŞİD’in İslam Devleti ve Nusra’nın emirlikleri ile komşu haline getireceği için bu çözüm modeli, Ankara açısından bir tehdit olarak gözüküyor.

Mevcut Suriye devletiyle, IŞİD’le ve PYD ile komşu olmak istemeyen Türkiye,[9] Suudilerle birlikte desteklediği Nusra liderliğindeki grupların emirliklerine itiraz etmiyor olabilir.

Ancak 900 kilometrelik Suriye sınırındaki bölgelerde er geç alan hakimiyetine son verilmesi beklenen IŞİD’in de PYD federasyonunun da Suriye devletinin de alternatifi Nusra ya da Ahrar Şam emirliği değil.

Türkiye, 900 kilometrelik sınır hattı konusunda emirliklerle ya da kantonlarla değil, BM üyesi bir devletle muhatap olmak istiyorsa, Suriye krizinin çözümünün siyasi düzen değişikliğine dayalı bir bağlam içerisinde tutulmasında ısrar etmelidir.

Elbette bu da ancak Suudilerle olan ittifakın gözden geçirilmesi ve silahlı gruplara desteğin kesilmesi ile mümkün.

 



[1] YDH. 12 Haziran 2016. Mehter tempolu politika ve Suriye sınırında jeopolitik tehlike http://www.ydh.com.tr/YD506_mehter-tempolu-politika-ve-suriye-sinirinda-jeopolitik-tehlike.html

[2] YDH. 2 Aralık 2014. “13 İstihbarat örgütünün kontrolündeydik” http://www.ydh.com.tr/HD13444_13-istihbarat-orgutunun-kontrolundeydik.html

[3] YDH. 30 Ekim 2015 Viyana bildirisinin metni http://www.ydh.com.tr/HD14254_viyana-bildirisinin-metni.html

[4] BBC Türkçe. 24 Şubat 2016. Kerry: Suriye'de B planı ülkenin bölünmesi olabilir http://www.bbc.com/turkce/haberler/2016/02/160224_kerry_suriye

[5] Habertürk. 4 Şubat 2016. Davutoğlu: Türkiye-Halep koridoru kapandı http://www.haberturk.com/gundem/haber/1190783-davutoglu-turkiye-halep-koridoru-kapandi

[6] NTV. 5 Şubat 2016. ABD'den Suudi Arabistan'ın "kara harekatı" önerisine destek http://www.ntv.com.tr/dunya/abdden-suudi-arabistanin-kara-harekati-onerisine-destek,F3__WqKILkiOj59DmfV5AQ

[7] BBC Türkçe. 12 Şubat 2016. Uluslararası güçler Suriye'de ateşkes üzerinde anlaştı http://www.bbc.com/turkce/haberler/2016/02/160211_suriye_ateskes_anlasma

[8] YDH. 22 Haziran 2016.  Suriye için federasyon planı http://www.ydh.com.tr/HD14736_randdan-suriye-icin-federasyon-plani.html

[9] BBC Türkçe. 28 Ekim 2014. Davutoğlu: Sınırımızda IŞİD'i, PKK'yı, Esad'ı istemiyoruz http://www.bbc.com/turkce/haberler/2014/10/141027_davutoglu_doucet