Dış politika dinamikleri açısından 15 Temmuz darbe girişimi

Türkiye, 15 Temmuz’da kendisinin 2011’den bu yana bazı bölge ülkelerinde yapmaya çalıştığı bir şeyle karşı karşıya geldi.

15 Temmuz darbesi, “devlete sızan bir grubun devleti ele geçirme girişimi” şeklinde yani iç politika dinamikleri bağlamında tanımlanıyor.

Bu darbenin dış politika bağlamına ilişkin söylenenler ise yasadışı yollarla iç politikada belirleyici olmaya çalışan bu grubun dışarıdan destek gördüğüne dair tespitlerle sınırlı kalıyor.

Yani resmi ya da gayri resmi çevrelerin 15 Temmuz darbesine dair açıklamalarından bu darbe girişiminde iç politika dinamiklerinin dış politika dinamiklerinden daha baskın olduğu sonucu çıkıyor.

Hâlbuki 2013 yılının haziran ayında Katar’da ve temmuz ayında da Mısır’da büyük ölçüde dış politika dinamiklerinin belirleyici olduğu iki darbe gerçekleşti ve bu darbeler de en az 15 Temmuz darbesi kadar iç politika dinamikleriyle açıklanabilecek niteliğe sahipti.

Katar ve Mısır darbeleri

El-Cezire tarafından “Arap dünyasına bir değişim modeli sunmak” şeklinde izah edilebilecek kadar yumuşak olduğu için, Katar’dakinin ABD’nin talimatıyla gerçekleşen bir saray darbesi olduğu ancak bir ay sonra yaşanan Mısır darbesi sonrasında anlaşılabildi.

Çünkü haziran başında Katar’da, temmuz başında da Mısır’da gerçekleşen darbeler, Katar’ın ‘Arap Baharı’ndaki liderlik rolünün Suudilere geçmesine, Türkiye’nin ise “değerli yalnızlık” bunalımına girmesine neden olmuştu.

Katar ve Mısır darbesinin iç politika dinamikleri

Öte yandan ordunun tanklarla sokaklara indiği Mısır darbesi de en az Türkiye’deki 15 Temmuz darbe girişimi kadar iç dinamiklere sahipti.

Zira 3 Temmuz 2013’te devrilen dönemin Mısır Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi, yüzde 50 katılımlı bir seçimde yüzde 51 oyla seçilmişti.

Eski rejimin son başbakanı Ahmed Şefik seçilmesin diye Mursi’ye oy verdiğini söyleyenlerin de yer aldığı Temerrud Hareketi, erken seçim kararı alınması için topladıkları 22 milyon imzanın seçimlerde Mursi’ye oy verenlerin sayısından daha fazla olduğunu öne sürüp halkı sokaklara dökerken; Abdulfettah Sisi komutasındaki Mısır ordusu da müdahaleyi “ülkenin kaosa sürüklenmemesi ve ‘halkın’ taleplerinin yerine getirilmesi” gerekçesiyle izah etmekte zorlanmamıştı.

Yani Mısır darbesi, “ordunun halkın yüzde 50’sine karşı diğer yüzde 50’sine destek vermesi” şeklindeki bir iç politika dinamiği ile açıklanmaya da son derece müsaitti. Nitekim eski İhvan liderlerinden Abdulmunim Ebu’l Futuh bile benzer bir izahla 3 Temmuz 2013’ü bir ‘darbe’ değil ‘devrim’ olarak nitelemişti.

Özetle “Arap dünyasına bir geçiş modeli sunmak” şeklindeki bir iç politika dinamiğiyle açıklanan saray darbesi, Katar’ın ‘Arap Baharı’ndaki liderlik rolüne son veren bir dış politika dinamiğine sahipti.

Aynı şekilde “ülkenin kaosa sürüklenmemesi ve ‘halkın’ taleplerinin yerine getirilmesi” iç dinamiği ile açıklanan Mısır darbesi ise ülkeyi Katar ve Türkiye’nin nüfuzundan ‘kurtarıp’ Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin nüfuzu altına sokan dış politika dinamiğiyle hafızalara kazındı.

15 Temmuz darbe girişiminin dış politika dinamiği

15 Temmuz darbe girişiminin “devlete sızan bir grubun devleti ele geçirmeye çalışması” şeklinde açıklanan iç politika dinamiğinin yanında, bir dış politika dinamiğinin de bulunduğu “FETÖ’nün üzerinde bir başka üst akıl var”[1] diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından da dile getiriliyor.

Bu durumda 15 Temmuz darbe girişiminin dış politika dinamiğinin ne olduğu ve devlete sızan bu örgütün devleti ele geçirmesine destek veren dış güçlerin kimler olduğu ve bununla Türkiye’de neyin hedeflendiği soruları önem kazanıyor.

Eğer 15 Temmuz’un dış politika dinamiği, bölgesel karşıtlıklara dayandırılsa ve darbeyi destekleyen dış güçler olarak da Rusya ve İran işaret edilseydi, her şey çok kolayca izah edilebilirdi.

Çünkü Suriye, Irak, Yemen konularında Türkiye ile zıt kutuplarda bulunan Rusya ve İran’ın hükümeti devirmek için içerideki bir gruba destek vermesi son derece anlaşılabilir bir şeydi.    

Üst aklın adresi

Ancak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Süleyman Soylu, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “üst akıl” imasıyla işaret ettiği dış gücün adresini Amerika olarak verdi.[2]

Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ise “özellikle batı medyasında ciddi bir algı operasyonu” yapıldığından yakındı ve Türkiye’nin yakın zamana kadar ciddi bir kriz yaşadığı Rusya’nın Türkiye’ye “en güçlü destek veren ülkelerden biri”[3] olduğunu vurguladı.

Benzer bir durum Suriye, Irak ve Yemen konularında Türkiye ile zıt kutupta yer alan İran için de geçerliydi.

Darbe girişiminin seyrinin henüz belirsiz olduğu saatlerde “Türkiye için istikrar, barış ve süreklilik umduğumu söylüyorum"[4] gibi istenen tarafa çekilebilecek belirsiz bir açıklama yapan Amerika’nın ve darbeyi 22 Temmuz’da kınayan Suudi Arabistan’ın[5] aksine İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif, darbecilerin hala sahada olduğu saat 3.43’te yayımladığı mesajında bölgede darbelerin yerinin olmadığını belirterek “Türk halkının demokrasiyi ve seçilmiş hükümeti cesur şekilde savunmasıyla” bu darbenin de başarısızlığa mahkum olduğunu söyledi.

15 Temmuz’daki darbe girişiminin değerlendirildiği İran Milli Güvenlik Kurulu toplantısı ile ilgili açıklama yapan, kurulun Genel Sekreteri Amiral Ali Şemhani de “Biz Türkiye’deki yasal hükümeti destekliyoruz; şu an bu darbe ister Türkiye’nin içinden yapılıyor olsun, isterse yabancı tarafların desteği ile olsun, her türlü darbeye karşıyız”[6] dedi.

Amiral Şemhani, “Ayrıca bu duruşumuz Türkiye’ye özel değil. Aynı duruşu Suriye’de de sergiliyoruz.”[7] diyerek de meseleyi güncel politik kutuplaşmalar çerçevesinde değil, bölgenin ortak kaderi çerçevesinde değerlendirdiklerinin mesajını verdi.

Olağan şüpheli neden Rusya ve İran değil de ABD

Peki neden Türkiye’yi hedef alan bir darbenin olağan şüphelisi Ankara ile zıt kutuplarda yer alan Rusya ve İran değil de Ankara’nın müttefiki olan Batılı ülkeler oldu? Grubun lideri Fethullah Gülen’in Amerika’da yaşıyor olması kısmen açıklayıcı olsa da ABD’nin Türkiye’de neden darbe yapmak istediğini açıklamaya yeterli değil.

Ak Parti yanlılarının sebebe ilişkin tezi özetle şöyle: “Kalkınıp gelişen, izlediği bağımsız dış politikası sebebiyle emperyalistlerin oyununu bozan; bölgesel, hatta küresel bir güç haline gelen Türkiye’nin önü kesilmek isteniyor.”

Ak Parti yanlısı olmamakla birlikte darbeye karşı olan ve bundan ABD’yi sorumlu tutan kimi çevrelere göre ise “2011 sonrası gelişmelerle bölge ülkelerini bölüp parçalamaya çalışan ABD, aynı şeyi PKK ve PYD aracılığı ile Türkiye’de de yapmak istiyor. Daha önce ‘çözüm süreci’ ile ABD’nin bu planına hizmet eden hükümet, gerçeği görüp PKK’ya savaş başlattığı ve Suriye sınırında bir Kürt devleti kurulmasına engel olmak istediği için devrilmek isteniyor.”

Elbette 2011’den beri bölgedeki tüm isyanları Batılı ve Arap müttefikleri ile birlikte yöneten Türkiye’nin neden oyununu bozmak istediği ülkelerle müttefik olduğu; zıt kamplarda yer aldığı Rusya ve İran’ın değil, neden müttefiki olduğu Amerika’nın oyununu bozduğu ve en önemlisi bu oyunu ne yapıp da bozduğu izaha muhtaç.

Ancak bu izahtan bile bölgede bozulması gereken oyunu kuranların Türkiye’nin zıt kamplarda yer aldığı Rusya ve İran değil, Batılı müttefikler olduğu sonucu çıkıyor.

Öte yandan Türkiye’nin PKK ve PYD politikaları sebebiyle cezalandırılmak istendiği yönündeki tez de gerçekliğin tamamını açıklamaya yetmiyor.

Zira Batılı müttefikler sadece Türkiye’den değil, Arap Baharı’nı birlikte yönettikleri diğer bölge müttefiklerinin de kontrol dışı heveslerinden rahatsız olduğunu 2013’teki Katar ve Mısır darbesi ile göstermişti.

Darbe neden gecikti?

Peki Katar’ı 2013’te saray darbesi ile cezalandıran Amerika, Türkiye’yi neden 2016 Temmuzuna kadar erteledi?

Katar’daki iktidar değişiminin babanın koltuğuna oğlunun oturtulması kadar basit; Türkiye’deki iktidar değişiminin ise aşılması gereken birçok demokratik süreci ile Katar’la kıyaslanmayacak kadar karmaşık olması bu sorunun akla gelen ilk cevabı.  

Öte yandan Gezi olaylarını ve 17-25 Aralık sürecini darbe girişimi olarak nitelemesinden anlaşıldığına göre hükümet “üst aklın” cezalandırmayı ertelediğini değil, tüm çabasına rağmen başaramadığını düşünüyor.

Üst akıl, çatışan akıl, barışan akıl

Ahmet Davutoğlu’nun dış politikada karar verici olduğu dönemlerde alınan kararlar, hükümetin “üst akıl” imasıyla kastettiği Batılı müttefiklerini darbe düşüncesinden çatışarak vazgeçirmeye çalıştığı izlenimi yaratıyor.

- 12 Eylül 2014’te IŞİD’le savaşan uluslararası koalisyonun kurulduğu Cidde toplantısına imza atmaması ve uluslararası koalisyonun İncirlik üssünü kullanmasına izin vermemesi,

- Önceliğini IŞİD’le savaşa veren ABD’yi uçuşa yasak bölge ve eğit-donat programları ile Suriye’de yeniden savaş seçeneğine döndürmeye çalışması,

- PYD’yi Suriye’deki tek kara müttefiki olarak gören ABD’yi “ya biz ya PYD” diye tercihe zorlaması,

- Ve nihayet NATO ile Rusya’yı karşı karşıya getirmek istediğini düşündürecek bir adım atarak Rus uçağını düşürmesi Davutoğlu döneminde alınan “üst aklı” çatışarak geriletme kararlarıydı.

Ancak bu kararların ardından kaybeden ve geri adım atmak zorunda kalan hep Ankara oldu. Çünkü;

- İncirlik üssünü uluslararası koalisyona açtı,

- Ayak sürüyerek de olsa Cenevre-3 siyasi çözüm sürecine dahil oldu.

- PYD’nin belirleyici olduğu Suriye Demokratik Güçlerinin Fırat’ın batısına geçmesi konusundaki kırmızıçizgisini kaldırdı, Menbic operasyonuna onay verdi.

- Ve nihayet Rusya’dan özür diledi ve Suriye ile dahi ilişkilerin normalleştirilebileceğinin sinyalini verdi.

Peki bu ‘üst akıl’ neden kendisiyle çatışan Davutoğlu hükümetine değil; Türkiye’yi fantastik heveslerden vazgeçirip gücünün doğal ve reel sınırlarına çekmeye ve dış politikada beş yıl boyunca yapılan tüm yanlışları tamir etmeye çalışan Binali Yıldırım hükümetine darbe yapmaya kalktı?

Bu konuda iki ihtimal söz konusu olabilir.

1- ‘Üst akıl’, Erdoğan’ı hem Davutoğlu’nun hem de Binali Yıldırım’ın ‘üst aklı’ olarak gördü ve dolayısıyla aslında hükümeti değil doğrudan devleti temsil eden Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı hedef aldı.

2- Türkiye’nin Binali Yıldırım hükümetiyle birlikte Rusya ile normalleşmesi ‘üst aklı’, Suriye ile ilişkilerin normalleştirilmesi sinyali de ‘üst aklın’ para kasası olan Suudileri rahatsız etti, darbeye de bu yüzden yeşil ışık yakıldı.

Başkasına yaptığını kendisine yapanın olmaması Türkiye’nin şansı

Bunlara belki başka ihtimaller de eklenebilir; ancak sebep her ne olursa olsun ortada şöyle bir gerçeklik var:

Türkiye, 15 Temmuz’da kendisinin 2011’den bu yana bazı bölge ülkelerinde yapmaya çalıştığı bir şeyle karşı karşıya geldi.

Tabi diğer ülkelerin terörist dediklerini ‘muhalif’ diyerek destekleyen Türkiye’nin aksine ‘üst aklın’ en azından şimdilik Türkiye’nin terörist dediklerini ‘muhalif’ diyerek açıkça desteklemiyor olması hükümet hem de ülke açısından büyük bir şans.

 



[1] NTV. 20 Temmuz 2016. Cumhurbaşkanı Erdoğan: Darbe girişimini eniştemden öğrendim http://www.ntv.com.tr/turkiye/cumhurbaskani-erdogandarbe-girisimini-enistemden-ogrendim,z_FipFVqpEWFKtsW1isT_A

[2] Amerika’nın Sesi, 17 Temmuz 2016. Darbe Teşebbüsü Sonrası Türkiye'de ABD’ye Tepki Artıyor http://www.amerikaninsesi.com/a/darbe-tesebbusu-sonrasi-turkiye-de-abd-ye-tepki-artiyor/3421728.html

[3] Habertürk, 23 Temmuz 2016. Çavuşoğlu'ndan Münih ve darbe girişimine dair açıklamalar http://www.haberturk.com/dunya/haber/1270821-cavusoglu-darbe-girisimi-gecesini-ve-ohali-anlatti

[4] El Cezire Türkçe. 22 Temmuz 2016. Gülen-ABD işbirlikleri http://www.aljazeera.com.tr/al-jazeera-ozel/gulen-abd-isbirlikleri

[5] Hürriyet. 22 Temmuz 2016. Arap ülkeleri darbeyi kınadı, El Cezire anbean yayın yaptı http://www.hurriyet.com.tr/arap-ulkeleri-darbeyi-kinadi-el-cezire-anbean-yayin-yapti-40163643

[6] İntihab gazetesi, 16 Temmuz 2016. شمخانی: از دولت قانونی ترکیه حمایت می‌کنیم/خواست و اراده مردم ترکیه فرجام تحولات اخیر را رقم زد http://www.entekhab.ir/fa/news/281285/

[7] Ali Haşim, 19 Temmuz 2016. Al Monitor. İran niçin Erdoğan’ın yanında yer aldı? http://www.al-monitor.com/pulse/tr/originals/2016/07/iran-reactions-turkey-coup-attempt-zarif-erdogan.html



Makaleler

Güncel