Hizbullah’ın ikinci stratejik zaferi

Suriye-Lübnan sınırının silahlı gruplardan temizlenmesi, Güney Lübnan'ın İsrail işgalinden kurtarılmasıyla aynı stratejik öneme sahip.

2015 yılının sonlarına kadar savunmaya dayalı bir savaş veren Suriye ve müttefikleri, artık savaşın sonucunu belirleyecek nitelikte stratejik kazanımlar elde ediyor.

Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah, Lübnan-Suriye sınırının silahlı gruplardan temizlenmesinin Güney Lübnan’ın İsrail işgalinden kurtarılması kadar önemli olduğunu söyledi.

Lübnan’ın Ersal kentinin dağlık bölgelerinin Nusra Cephesi’nden ve Ras Baalbek ile el-Kaa bölgesinin ise IŞİD’den temizlenmesi, sadece askeri sonucu bakımından değerlendirilirse bu ifade abartılı bulunabilir. Zira söz konusu bölgeler, Lübnan-Suriye sınırında silahlı grupların işgalinden kurtarılan ilk yer değil.

Yaklaşık 470 kilometre uzunluğundaki Suriye-Lübnan sınırında silahlı grupların işgalinden kurtarılan ilk yer, Suriye’nin Lübnan sınırındaki Kusayr bölgesiydi ve burası, Hizbullah’ın Suriye savaşına girdiği 2013 yılında kurtarılmıştı.

Hizbullah’ın Suriye savaşına girmesi ve Lübnanlıların yaşadığı Kusayr bölgesinin kontrol altına alınması, askeri sahadaki dengeyi ciddi bir şekilde değiştirmişti. Amerikalı Senatör John McCain de “Suriye’de tam biz kazanıyorduk ki bir anda 5 bin Hizbullah militanı geldi…”[1]diyerek Kusayr sonrasında sahadaki denge değişiminin büyüklüğünü açıklamıştı.

Öte yandan Hizbullah ve Suriye ordusunun 2013’te Kusayr’ı, 2014’te Kalamun’daki Yabrud’u, 2015’te Malula’yı ve Nisan 2017’de Zebedani ve Madaya’yı kontrol altına alması, Suriye-Lübnan sınırındaki güvenliğin sağlanması yönüyle önemli birer askeri kazanım olarak görülmüş; ancak bu zaferler ile Güney Lübnan’ın İsrail işgalinden kurtarılması arasında benzerlik kurulmamıştı.

Tek hedef, iki cephe   

5 Temmuz ve 28 Ağustos’ta kurtarılan bölgelerin bir kısmının Lübnan topraklarında yer alıyor olması, böylesi bir benzetme için açıklayıcı olabilir.

Ancak Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah’ın Güney Lübnan’ın İsrail İşgalinden kurtarılması ile Lübnan-Suriye sınırının tekfirci grupların işgalinden kurtarılması arasında kurduğu benzerlik, bu zaferlerin sadece askeri boyutuyla sınırlı değil; daha çok stratejik boyutuyla ilgili.

Bu zaferle birlikte sadece işgal altındaki bir bölge kurtarılmış olmadı; daha büyük bir işgale zemin yaratmak için oluşturulan şartlar ortadan kaldırıldı. Zira İsrail, 1982’deki iç savaş şartlarının sağladığı uygun zemin ve ‘güvenlik’ gerekçesiyle Lübnan’ı işgal etmişti.

2011’den sonra aynı şartlar Suriye’deki silahlı gruplar aracılığıyla oluşturuluyor; ‘kurtarılmış bölgeler’ yaratılıyor, dini/mezhebi söylemlerle ve bombalı araç saldırılarıyla iç savaş tahrik ediliyor ve Lübnan’da 1980’li yılların şartları yaratılıyordu.

Suriye krizi ve Hizbullah

Hizbullah, 2011’den beri Suriye krizini bir rejim krizi değil, uluslararası müdahale planı olarak tanımladı.

Hizbullah’a göre Şam’dan istenen rejimi demokratikleştirmek için ‘reform yapması’ değil, Direniş Ekseni’nden uzaklaşarak taviz vermesiydi. Çünkü Suriye sorununu bir rejim sorunu olarak tanımlayan ve silahlı grupları destekleyen ABD müttefiklerinin çoğu krallıkla yönetiliyordu ve kimsenin buralara demokrasi götürmek gibi bir çabası yoktu.   

Bununla birlikte Hizbullah, 2011’den 2013’e kadar savaşa dahil olmadı, Şam’a desteğini siyasi düzeyle sınırlı tuttu. Sorunun çözümü için reformları ve diyalogu desteklediğini, dış müdahaleye karşı olduğunu açıkladı. Ancak İsrail’in hava saldırılarıyla Suriye’ye doğrudan müdahil olması ve Lübnanlıların yaşadığı Kusayr’ın kurtarılması gerekçeleriyle Mayıs 2013’te Suriye ordusunun yanında savaşa katıldığını açıkladı.

 Hizbullah’a göre Suriye, yönetim yapısından dolayı değil, Lübnan ve Filistin direnişine destek verdiği için hedef alınıyordu. İsrail’in Lübnan’a ve Suriye’ye yapamadığı, bu kez “tekfirci gruplar” aracılığıyla yapılmak isteniyordu. Hedef bu ülkelerin iç savaş yoluyla tahrip edilmesi, bölünmeye açık hale getirilmesi ve Direniş’in ortadan kaldırılmasıydı.[2]

Dolayısıyla Hizbullah açısından Lübnan’ı işgal eden İsrail ile Suriye ve Lübnan’ı hedef alan silahlı gruplar arasında stratejik hedef birliği vardı.

Projenin birinci versiyonu, İsrail’in genişlemesini öngörüyordu. Zira resmi sınırları olmayan İsrail’in işgal edip de hiçbir şey almadan çekilmek zorunda kaldığı ilk yer Güney Lübnan’dı. Dolayısıyla 1967 yılında işgal ettiği Doğu Kudüs’ü ve Golan’ı ilhak eden İsrail’in Lübnan’a yayılma projesi 24 Mayıs 2000’de Hizbullah tarafından çökertilmişti.

Projenin güncel versiyonu ise Suriye ve Lübnan’ın iç savaş yoluyla parçalanmasını ve İsrail’e geniş bir manevra alanı açılmasını öngörüyordu. Dolayısıyla Lübnan-Suriye sınırının ‘tekfirci gruplardan’ temizlenmesi ise projenin güncel versiyonunun çökertilmesi anlamına geliyordu.

İşte bu sebeple 5 Temmuz ve 28 Ağustos’ta tekfircilere, 24 Mayıs 2000’de ise İsrail’e karşı kazanılan askeri zafer, stratejik sonuçları bakımından aynı öneme sahipti.

Türkiye, Katar ve ABD tarafından “Suriye’nin yasal temsilcisi” sayılan[3] Ulusal Konsey adlı muhalif örgütün ilk başkanı Burhan Galyun’un 2011’de rejimi devirmeleri halinde İran ve Hizbullah’la ilişkiyi keseceklerini açıklaması,[4] Hizbullah’ın bu değerlendirmesini teyit ediyordu.

Suriye’deki silahlı grupları destekleyen bölge ülkelerinin “Suriye’nin artık omlet olduğuna ve yeniden yumurta haline gelemeyeceğine”[5] inandıktan sonra İsrail’le ilişkilerini normalleştirmeye hız vermesi de adeta Hizbullah’ın bu değerlendirmesinin doğruluğunun ispatı oldu.

Hizbullah’ın Suriye ve İsrail tutumuna yönelik eleştiriler ve Hizbullah’ın izahı

Hizbullah’ın Suriye savaşına katılması, Lübnan içinde ve bölgede Suriye karşıtı kesimler tarafından sert bir şekilde eleştirildi. Bu çevrelere göre Hizbullah, Tahran’ın emriyle Şam’ın yanında yer alarak Suriye savaşını Lübnan’a taşıyordu.

Aynı çevreler, geçmişte de Hizbullah’ın İsrail’e karşı savunduğu direniş seçeneğini benzer bir argümanla eleştirmişti. Onlara göre İsrail artık bölgenin bir gerçekliği olarak kabul edilmeli ve sorunlar müzakereler yoluyla çözümlenmeliydi. Hizbullah, silahlı direnişle Lübnan’ı İsrail saldırılarının hedefi haline getiriyordu.   

İsrail’le barış için Suriye’yle savaş yahut bölgede barış için İsrail’le savaş

2000 yılından beri ‘İsrail işgali bittiğine göre Hizbullah’ın silahına da gerek yok’ tezini savunan bu çevreler, 2011’den beri Suriye’deki silahlı gruplara silah ve para desteği veriyor; yani Suriye’ye karşı savaş; İsrail’e karşı ise müzakere seçeneğini destekliyordu.

Suriye’de siyasi müzakereyi, İsrail’e karşı ise silahlı direnişi savunan Hizbullah ise bu tutumunu Direniş’in, Lübnan’ın ve bölgenin güvenliği gerekçesiyle izah ediyordu.

Genel Sekreter Nasrullah, Hizbullah’ın Suriye krizine yaklaşımını ve savaşa katılma gerekçelerini 25 Mayıs 2013 tarihli konuşmasında ayrıntılı bir şekilde açıkladı.[6]

Açıklama şöyle özetlenebilir: “Suriye’de reformları destekliyoruz. Sorunun çözümü silahla değil siyasi diyalogla olmalıdır. Bu konuda Şam’la ve muhaliflerle ortak çalışmalarımız oldu. Suriye liderliği reform yapmayı kabul etti, diyalog önerdi; muhalifler ve onları destekleyen ABD liderliğindeki eksen, rejimin birkaç ay içinde düşeceği beklentisiyle diyalogu reddetti.

Yönetimin devrilmesi için el-Kaide ve tekfirci grupların Suriye’ye girmesine kolaylık sağlandı. Bu grupların Suriye’ye ya da Lübnan’a sınır kentlere hakim olması sadece Hizbullah ya da Şiiler için değil tüm Lübnan halkı için büyük bir tehlikedir.

Suriye, yönetime karşı bir halk devrimi sahası olmadı. Amerika ve bölgedeki kuklalarının dayattığı siyasî projenin sahası oldu. Hepimiz de biliriz ki Amerika’nın bölgedeki projesi tam anlamıyla İsrail projesidir.

Suriye, direnişin dayanağıdır. Direniş̧, dayanağı vurulurken elleri kolları bağlı duramazdı. Suriye, Amerika’nın, Israil’in, tekfircilerin ve Amerika’nın bölgedeki kuklalarının eline düşerse, direniş kuşatma altına alınır ve İsrail de şartlarını dayatmak ve projelerini yeniden canlandırmak için Lübnan’a saldırır. Suriye, Amerika, İsrail ve tekfircilerin eline düşerse Gazze, Batı Şeria ve Kudüs yok olur, bölge ülkelerini zor ve karanlık bir gelecek bekler.

Suriye’deki mücadelede iki taraf var. Birinci tarafta Amerika, Batı ve kukla bölge ülkeleri ile tekfirciler var. Diğer tarafta ise Filistin davası, direniş̧ hareketleri ve Siyonist proje karsısında net bir tutumu olan bir devlet var. Dileyen dilediği cephede yer alabilir. Fakat Hizbullah’ın Amerika, İsrail ve kabirleri deşen, baş kesen, göğüs yaran tekfircilerle aynı cephede yer alması mümkün değil.

Tarafsız durmak isteyen tarafsız dursun. Denklemi değiştiremeyeceğine inananlar varsa, bu onların sorunudur. 1982’den bugüne kadar birçok kimse, denklemi değiştiremeyeceğine inanıyordu. Lübnan’da Direniş, denklemi değiştirdi. Sadece yerel değil, bölge denklemini de değiştirdi. Biz, bugün sahip olduğumuz bu tavrımızla, Lübnan’ı, Filistin’i ve Suriye’yi savunuyoruz.”   

2011’deki şartlarda bugünlere dair kesin öngörüde bulunmak mümkün olmayabilir; ancak bölgenin bugünkü şartlarından hareketle 2011’den itibaren yaşananların sebeplerini ve hedeflerini değerlendirebilmek mümkün.

5 Temmuz-28 Ağustos zaferi

Ersal’ın dağlık kesimleri, yıllardır işgal atında olmasına rağmen, 5 Temmuz 2017’de Hizbullah’ın tek taraflı operasyonu ile Nusra Cephesi’nden temizlendi. Çünkü Lübnan ordusu bu operasyona katılmadı.

Bu bölge Lübnan’a ait olduğu için Lübnan hükümetindeki hiçbir bakan Ersal’ın kurtarılmasına zahiren karşı çıkmıyordu. Ancak bu karşı çıkmama hali, buranın kurtarılması yönünde bir siyasi karara dönüştürülemiyor ve Lübnan ordusuna operasyon emri verilmiyordu.

Ersal operasyonuna zahiren karşı çıkmamakla birlikte bunun siyasi karara dönüşmesini engelleyenler, Lübnan hükümetindeki Hizbullah’a muhalif olan siyasi gruplardı. Ancak bu gruplar, Suriye lehine gelişen askeri şartlardan ve müttefiki olan bölge ülkelerinin kendi aralarındaki sorunlardan dolayı Hizbullah’ın tek taraflı operasyonuna açıkça karşı çıkamadılar.

Ersal operasyonu yaklaşık bir hafta sürdü ve Nusra’nın elindeki Hizbullah esirlerini serbest bırakma karşılığında İdlib’e gönderilmeyi öngören anlaşma önerisi Hizbullah tarafından kabul edildi ve Lübnan topraklarındaki Nusra varlığı sona erdi.

Lübnan hükümetindeki Hizbullah muhalifi siyasi grupların Nusra‘yla ilgili tutumunu IŞİD karşısında da sürdürmemesi sebebiyle IŞİD işgali altında bulunan Ras Baalbek ve el-Kaa bölgelerinin kurtarılması operasyonuna Lübnan ordusu da katıldı.

IŞİD’in işgali altındaki toprakların bir kısmı da Suriye topraklarındaki Batı Kalamun bölgesiydi. Dolayısıyla operasyonun Suriye tarafında Suriye ordusu ve Hizbullah, Lübnan tarafında da Lübnan ordusu ve Hizbullah bulunuyordu.

Dört taraftan kuşatma altına alınan IŞİD, Hizbullah’a Nusra’yla yapıldığı türden bir anlaşma önerdi ve yapılan anlaşma çerçevesinde IŞİD militanları aileleriyle birlikte Deyr Zor’un el-Bukemal bölgesine gönderildi. Böylece 28 Ağustos itibariyle Lübnan topraklarının tamamı silahlı grupların işgalinden kurtarılmış oldu.

IŞİD’le anlaşma nasıl ve neden yapıldı?

Kuşatma altına alınmış olmasına rağmen IŞİD’le neden anlaşma yapıldığı ve teröristlerin aileleriyle birlikte neden Deyr Zor’a gönderildiği tartışma konusu oldu.

Lübnan’daki Hizbullah muhalifleri, Lübnan hükümetini Suriye hükümetiyle diyaloga ve IŞİD’le anlaşmaya Hizbullah’ın zorladığını iddia etti. Hizbullah Genel Sekreteri ise 28 Ağustos’taki konuşmasında şunları söyledi:

“Biz Lübnan hükümetini Suriye ile diyaloga ilzam edecek herhangi bir adım atmadık. Hükümetten böyle bir beklentimiz de yok. Biz, Suriye’de teröre karşı savaşa girerken de kimseden bir talimat beklemedik. Müzakere talep eden taraf Hizbullah ve Lübnan ordusu değil, etrafındaki kuşatma halkasının daraldığını gören IŞİD oldu. Biz de şartlarımızı öne sürdük.”

Nasrullah’ın bahsini ettiği şartlar, IŞİD tarafından 2015’te kaçırılan Lübnan askerlerinin, Suriye’nin çöl bölgesindeki operasyonlarda irtibat kesilen Hizbullah ve Suriye askerlerinin ve kaçırılan iki piskoposun durumuydu.

Nasrullah, Hizbullah’ın IŞİD’le anlaşma konusundaki diğer bir şartının da bu anlaşmanın Lübnan hükümeti tarafından yapılması ve Suriye hükümetinin de buna onay vermesi olduğunu açıkladı.

Lübnan hükümeti adına Lübnan Emniyet Müdürü Abbas İbrahim tarafından yürütülen müzakere sürecinde IŞİD’in elindeki esirleri öldürdüğü ve piskoposların ise kendilerinde olmadığı ortaya çıktı. Bunun üzerine IŞİD’in elindeki sağ bir rehine ile öldürdüğü askerlerin cenazelerine karşılık 670’i sivil ve 26’sı yaralı olmak üzere 308 IŞİD’li el-Bukemal’e gönderildi.

Zaten kuşatma altında bulunan IŞİD’lilerle sadece asker cenazeleri karşılığında neden anlaşma yapıldığına dair sorular şöyle cevaplanıyor:

1- Müzakere öncesinde kaçırılan Lübnan askerlerinin durumu bilinmiyordu, sağ olarak kurtarılma ihtimali değerlendirilmek istendi.

2- Hedef, Lübnan topraklarının en az kayıpla işgalden kurtarılmasıydı; savaşın sürdürülmesi halinde kayıp sayısı artabilirdi.

Elbette Lübnan tarafı açısından bakıldığında bu açıklamalar mantıklı gözüküyor; ancak teröristlerin Suriye’nin bir yerinden bir başka yerine nakledildiği düşünüldüğünde Suriye hükümetinin herhangi bir kazancı olmadığı sonucu çıkıyor.

Suriye hükümetinin somut hiçbir kazancı olmamasına rağmen bu anlaşmayı kabul etmesi ise müttefiki olan Hizbullah’a jest olarak açıklanıyor.

Sonuç

Suriye’nin Lübnan sınırının tamamen güvenli hale gelmesinden, Lübnan’ın ise işgal altındaki topraklarının kurtarılmasından dolayı kazançlı çıktığı bu operasyonun en büyük kazananı Hizbullah oldu.

Çünkü bu zaferle birlikte Hizbullah’ın Suriye konusundaki tezlerinin doğruluğu Lübnan’daki tüm kesimler tarafından kabul edildi. Yani Suriye devletinin güvenlik ve istikrarı, Lübnan’a güvenlik ve istikrar kazandırıyordu. Suriye’de desteklenen silahlı gruplar ise sadece Hizbullah için değil, tüm Lübnan için büyük bir tehditti.

Ersal bölgesi, Sünnilerin; Ras Baalbek ve el-Kaa bölgesi ise Hıristiyanların yaşadığı yerlerdi ve buralar, muhalifleri tarafından silahsızlandırılmak istenen Hizbullah’ın silahı sayesinde kurtarılmış oldu. Böylece Hizbullah’ın altın formül olarak nitelediği “Ordu-Millet-Direniş” bütünlüğünün önemi tartışmasız hale geldi.  

Her şeyden daha önemlisi Lübnan’da iç savaş şartları oluşturmak için yapılan dini/mezhebi kışkırtmalar etkisiz hale getirildi; bu zafer farklı dini ve mezhebi kesimlerden Lübnanlıların dayanışmasını arttırdı.

Örneğin Lübnan’ın Hıristiyan Dışişleri Bakanı Cibran Basil’in, bu zaferin ardından Hizbullah’ın Nasrullah’tan önceki Genel Sekreteri Seyyid Abbas Musevi’nin kabrini ziyaret etmesi[7] ve resmi twitter hesabından “Direniş'in Lübnan için verdiği şehitler, devletten de tüm partilerden de daha büyük.” diye açıklama yapması bu dayanışmanın somut bir göstergesiydi. Çünkü böyle bir şey Lübnan tarihinde bir ilkti.

Bu sürecin en büyük kaybedeni ise Lübnan’da iç savaş umutlarını kaybeden İsrail ile son kullanma tarihi dolduğu için tüm cephelerde hezimet yaşayan IŞİD oldu.



[1] Youtube. 21 Ocak 2014. Amerikan Senatörü; "Suriye'de BİZ kazanıyorduk ama birden..." https://www.youtube.com/watch?v=qvDRpvro3dg

[2] Hizbullah’ın Suriye krizine ilişkin değerlendirmesi ve tavrı konusunda geniş bilgi için bkz. Alptekin Dursunoğlu, İsa Eren, Suriye’de Vekalet Savaşı, s.353-385 Önsöz Yayınları.

[3] 1 Nisan 2012’de İstanbul’da yapılan Suriye’nin Dostları Grubu toplantısında Suriye Ulusal Konseyi adlı muhalif örgüt, Suriye’nin yasal temsilcisi olarak tanındı.

[4] BBC Türkçe, 2 Aralık 2011. Suriye muhalefeti 'Esad sonrası' İran'la ilişkileri kesecek http://www.bbc.com/turkce/haberler/2011/12/111202_syrian_opposition.shtml

[5] Hürriyet. 21 Temmuz 2015. Suriye artık omlet oldu http://www.hurriyet.com.tr/suriye-artik-omlet-oldu-29606320

[6] Konuşmanın tam metni için bkz. Suriye’de Vekalet Savaşı, s. 369.

[7] El Nur. 27 Ağustos 2017. باسيل من النبي شيت: نحيي الجهد الذي قامت به المقاومة ضد الإرهاب  http://www.alnour.com.lb/ar/news/politics/2017-08-27_095433/%D8%