İsrail, Trump yönetiminden ne kadar korksa yeridir!

Seyyid Hasan Müderris, Rıza Han’ın zorbaca kararlarıyla ülkeye verdiği zararı kastederek “Öküzden korkmak lazım; çünkü boynuzu var ama aklı yok.” derdi.

“Bazıları bizim ya dünyayla savaşmamız ya da büyük güçlere teslim olmamız gerektiğini düşünüyor. Biz ise bunun ikisinin de yanlış olduğuna inanıyoruz. Üçüncü bir yol var, biz dünyayla işbirliği yapabiliriz.”[1]

İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, imzaların atılmasından bir gün sonra “nükleer anlaşmayı” bu sözlerle savunmuş ve hem Amerika ile ilişkiler hem de nükleer program konusunda ülkedeki iki ana siyasi cenahtan farklı bir perspektife sahip olduğunu iddia etmişti.

İran’daki “muhafazakar” diye bilinen siyasi cenah, Amerika ile müzakerelere de nükleer anlaşmaya da karşıydı. Çünkü onlara göre Amerika, müzakereden karşı tarafa şartlarını dayatmayı, anlaşmadan ise karşı tarafa diz çöktürmeyi anlıyordu. 

Amerika, kendi müttefikleriyle yaptığı silah anlaşmalarına dahi bağlı kalmamasıyla meşhurdu; dolayısıyla İran’la iki eşit taraf olarak anlaşma yapmayacak, yapsa bile adeti olduğu üzere çeşitli bahanelerle yaptığı anlaşmaya uymayacaktı. Bu yüzden de Amerika ile müzakere zaman kaybı, anlaşma ise nükleer programa darbeydi.

Reformcu” cenaha göre ise Amerika ile anlaşmaya varılmadan geçirilen her gün ülkenin zararınaydı. Zira İran, Amerika ile anlaşarak sorunlarını çözmediği için Avrupa’ya, Rusya’ya, Çin’e ve bölge ülkelerine hem ekonomik hem de siyasi tavizler veriyordu. Üstelik bunun Amerika’dan kaynaklanan sorunların çözümüne de hiçbir faydası olmuyordu. 

Öte yandan nükleer program için ülkenin ekonomik ve siyasi açıdan ödediği bedel, nükleer programın maliyetinden daha yüksekti; dolayısıyla en kötü anlaşma dahi mevcut durumun sürdürülmesinden daha iyi olacaktı.

Ruhani’nin “dünya” ile “kazan-kazan” ilkesi temelinde işbirliği yapmak olarak ifade ettiği perspektif, muhafazakarlardan tepki, reformcu cenahtan ise destek gördü. 

Zorunlu kazan-kazan

Nisan 2015’te yapılan ve kamuoyunda “nükleer anlaşma” olarak bilinen “Kapsamlı Ortak Eylem Planı”, gerçekten de kazan-kazan formülüne dayalıydı; ama tarafları anlaşmaya götüren kazanç hevesi değil zorunluluklardı.

Zira Amerika, İran’ın nükleer programını durduramayacağını kabullendiği, İran ise yasal haklarından taviz vermeye razı olduğu için bu anlaşmaya varılabilmişti.

Dolayısıyla İran 10 yıllık sınırlanmaya rağmen nükleer programını normalleştirecek ve bunu rakipleriyle ticarete dönüştürecek olmasından dolayı; Batı ise İran’ın nükleer programını en azından 10 yıl sınırlamış olmaktan dolayı kazançlıydı.[2]

Cumhurbaşkanı Ruhani, anlaşma doğrultusunda yüzde 20 uranyum zenginleştirmesi yapılan Fordo tesislerinin bin santrifüjle aktif olmaya devam edeceğini, Erak’taki reaktörün daha da modernleştirileceğini ve anlaşmanın ilk gününde yaptırımların tamamen kaldırılacağını vurgulayarak nükleer anlaşmayı kendi kamuoyuna bir zafer olarak anlattı.

İranlı muhafazakarların iddiasını Trump ispat etti 

ABD ile müzakerelere ve yapılan nükleer anlaşmaya kuşkuyla yaklaşan muhafazakar cenah ise hükümete sorduğu şu sorularla Ruhani’nin zafer hikayesini tartışmaya açtı.

1- İran, 2004’te AB Troykası ile yaptığı Sadabad anlaşmasıyla Natanz ve İsfahan’daki tesislerini “gönüllü ve geçici” olarak durdurdu. Ancak onlar İran’ın ilzam edici bir yükümlülükten kaynaklanmayan bu geçici iyi niyet adımını kalıcı hale getirmeye çalıştı ve bunu daha sonraki yaptırımların gerekçesi kıldı. Şimdi İran NPT’den kaynaklanan yasal haklarından taviz verirken karşı tarafın yaptırımları başka adlar altında sürdürmeyeceğinin garantisi nedir?

2- ABD başkan adaylarından Donald Trump’ın seçim vaatlerinden birinin nükleer anlaşmayı çöpe atmak olduğu dikkate alındığında Obama’dan sonraki ABD başkanının nükleer anlaşmaya bağlı kalmasını neyle garanti ediyorsunuz?

Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani ile Dışişleri Bakanı Cevad Zarif’in bu sorulara cevabı özetle şu şekildeydi:

“Bu, sadece Amerika ile yapılmış ikili bir anlaşma değildir. BM’nin 5 daimi üyesi ile Almanya da bu anlaşmaya taraftır. Ayrıca bu anlaşma BM Güvenlik Konseyi tarafından çıkarılan 2231 sayılı kararla da güvence altına alınmıştır. Dolayısıyla da herhangi bir ABD başkanının bu anlaşmadan tek taraflı olarak çekilmesi söz konusu olamaz.”

Ancak o dönemde İran hükümetinin ihtimal vermediği iki şey de gerçek oldu. Donald Trump, başkan seçildi ve 8 Mayıs 2018’de nükleer anlaşmadan çekildi. 

Üstelik “İran tehdidine gerçek, kapsamlı ve kalıcı bir çözüm bulmak için müttefiklerimizle çalışıyor olacağız”[3]diyerek kolektif savaş seçeneğini de içeren bir tehdit savurdu. 

13 yıl öncesine dönüş

Obama hükümeti, İran’ın nükleer programını durdurmak ile anlaşma yapmak arasında tercihte bulunup da anlaşma yapmayı tercih etmiş değildi. 

İran’ın nükleer programını durdurmaya yönelik ilk adımlar Bush hükümeti döneminde başlamıştı. 

İran, Irak’ı işgal etmiş Bush hükümetinin yaptırımları ve savaş tehditleri altında 164 santrifüje ve yüzde 3 uranyum zenginleştirme kapasitesine sahipti; Obama hükümetinin yaptırım ve tehditleri sürdürdüğü ilk döneminde ise on binlerce santrifüje ve yüzde 20 uranyum zenginleştirme kapasitesine ulaştı. 

Obama hükümetini ikinci döneminde İran’la anlaşmaya götüren sebep, İran’ın gelişimi önlenemeyen bu nükleer teknoloji üretme kapasitesiydi. Obama hükümeti, İran’ın bu kapasitesini yok edemeyeceğinden emin olduğu için bu kapasitenin en azından 10 yıl sınırlanmasını öngören bir anlaşma yapmak zorunda kaldı. 

Trump hükümeti işte bu gerçekliği ya bilmediği veya kabullenmek istemediği için anlaşmadan çekilip Bush hükümetinin Irak tecrübesini İran’da tekrar etmeye hevesleniyor.

Ancak İsrail ve Suudi Arabistan gibi müttefiklerine boş yere umut veriyor; Amerika’ya ve İran’a ise sadece zaman kaybettiriyor.

Zira Trump hükümeti anlaşmadan çekilerek denenip başarısız olmuş 13 yıllık tecrübeyi tekrar deneyeceğini ortaya koyarken, İran da 2005 yılındaki tavrına geri dönüyor. 

13 yıl öncesine göre şimdi kim daha yalnız İran mı Amerika mı?

Trump yönetimi, yeniden yaptırımlara ve askeri tehditlere başlayıp 13 yıl öncesine dönmesi, Amerika’yı 2005’e kıyasla siyasi, askeri ve diplomatik açıdan daha güçlü, İran’ı ise  daha zayıf kılmıyor.

Çünkü Trump, sadece İran’a değil, Rusya ve Çin’e de hem ekonomik hem de siyasi düzeyde savaş açmış bulunuyor. Nükleer anlaşmaya bağlılığını sürdüren Avrupalı ortaklarını ise cezalandırmakla tehdit ediyor. Dolayısıyla 2005’te İran’a karşı doğrudan veya dolaylı olarak Amerika’nın yanında yer alan 5+1 grubu, artık nükleer anlaşma konusunda Amerika’nın yanında durmuyor. Bir başka deyişle Amerika diplomatik açıdan son 13 yıllık dönemin en büyük yalnızlığını yaşıyor.

Reformcu Cumhurbaşkanı Muhammed Hatemi’nin gerginlikleri azaltma, Amerika ile ilişki kurma ve dünyayla bütünleşme sloganları, İran’da artık hiçbir siyasi kesimde heyecan yaratmıyor. Dolayısıyla İran kamuoyunda siyasal ayrılık yaratma ve rejim devirme peşindeki Amerika, İran kamuoyunu siyasal açıdan kendisine karşı birleştirmiş oluyor. 

Askeri açıdan kıyaslandığında da Amerika lehine bir denge söz konusu değil. Zira 2005’te 175 bin Amerikan askerinin işgali altında bulunan Irak’ta artık siyasal açıdan ülkesini İran’a karşı kullandırmayacağını gizlemeyen siyasal aktörler[4] ve askeri açıdan da İran’ın askeri uzantısı olarak nitelenen Haşd Şabi güçleri belirleyici.

2005’te 5+1 grubu, herhangi bir anlaşma olmamasına rağmen İran’a nükleer program konusunda yükümlülük tayin etmeye çalışıyordu. Bugün ise anlaşmadan tek taraflı olarak çekilen Amerika’nın yaptırımlarını delmek üzere İran’la yeni bir ticaret ve ödeme modeli geliştirmeye çalışıyor.

İran, anlaşma çerçevesinde zenginleştirilmiş uranyum ve ağır su stokunu sınırlamayı, anlaşmaya taraf olan ülkeler ise İran’ın stok fazlasını satın almayı taahhüt etmişti. 

Ancak Amerika’nın nükleer anlaşmadan çekilmesi, İran’la ticaret konusundaki muafiyeti uzatmaması ve İran’dan petrol, uranyum ve ağır su alacak ülkeleri yaptırımla tehdit etmesi sebebiyle anlaşmaya bağlı olduğunu söyleyen Avrupa ülkeleri, İran’la ticaret yapamıyor. 

Bu sebeple Tahran da nükleer anlaşmaya bağlı olduğunu belirten ülkelere yükümlülüklerini hatırlatarak nükleer anlaşmanın 26. ve 36. maddeleri çerçevesinde artık zenginleştirilmiş uranyum ve ağır su stoku sınırlamasına bağlı kalmayacağını belirtiyor.

Anlaşmaya bağlı olan taraflardan ödeme ve bankacılık sorunlarını 60 gün içinde çözmelerini istiyor; ticareti engelleyen bu sorunların çözülmemesi halinde ise yeni adımlar atacağını bildiriyor.[5]  

13 yıl öncesiyle benzerlik işte tam da burada; zira Tahran 2004 yılında bir iyi niyet jesti olarak Natanz ve İsfahan tesislerini geçici ve gönüllü olarak durdurmuş; ancak Avrupalıların herhangi bir taahhütte bulunmaksızın bunu kalıcı hale getirmeye çalışması sebebiyle de 2005 yılında bu tesisleri yeniden aktif hale getirmişti. 

İran’ın gönüllü olarak durdurduğu bu tesisleri 2005’te yeniden açması, yeni yaptırımlar için gerekçe yapılmış; ancak İran’ın Fordo tesislerinde yüzde 20 oranında uranyum zenginleştirmeye başlaması üzerine de Amerika 2013’te İran’la müzakerelere başlatmak zorunda kalmış ve nihayet 2015’te nükleer anlaşma imzalanmıştı.

Trump, anlaşmadan çekilerek, yaptırımla ve savaşla tehdit ederek tekerleği yeniden icat etmeye çalışıyor; ancak bu kez yalnız olan İran değil, Amerika. 

Amerika’nın psikolojisi bozuk savaşı

Trump hükümeti, şu an İran’ı savaşla tehdit ederken 2004’te 175 bin askeriyle Irak’ta bulunan ve bölgeyi ‘Büyük Ortadoğu Projesi’ne göre şekillendirebileceği bir oyun hamuru gibi gören Bush’un Amerika’sından daha güçlü de daha caydırıcı da değil. 

İran ise Amerika’nın 2001’de Afganistan’da, 2003’te Irak’ta on binlerce askerle kendisine komşu olmasından, 2004’te 1559 sayılı kararla Suriye ve Lübnan’ın başına ‘Yeni Ortadoğu’ çorabı örmesinden duyduğu tedirginliği çoktan aştı. 

Şimdi Irak, Suriye, Yemen, Lübnan ve Filistin’i birbiri için askeri olarak seferber edebilen “Direniş orkestrasının” şefliğini yapıyor.

Zaten Amerika da bunun farkında olduğu için İran’ın nükleer programından çok daha fazla bölgesel nüfuzundan ve stratejik derinliğinden tedirgin oluyor. 

Çünkü Irak’ta “model devlet” inşası projesi, Suriye’deki ‘devrim projesi’, Lübnanve Yemen’de direnişi tasfiye projesi ve Filistin’deki “Yüzyılın Anlaşması” projesinde Suudilerin tabiriyle İran’ın “yıkıcı rolünü” görüyor. 

Nükleer anlaşmadan çekilen Amerika’nın İran’ın nükleer programından çok füze programıyla, Suriye’deki varlığıyla, Irak’taki rolüyle, Lübnan, Yemen ve Filistin direnişleri üzerindeki etkisiyle ilgilenmesinin sebebi işte bu.  

Nitekim nükleer anlaşmadan çekildiğinden beri Amerikan hükümetinden İran’la ilgili olarak bu tedirginliği yansıtan şu açıklamaları duyduk:      

1- Tahran ya davranışlarını değiştirsin ya da ekonomik felakete hazır olsun.[6]

2- Cevad Zarif’in ne dediğine değil, Kasım Süleymani’nin ne yaptığına bakarım, Ortadoğu’da sorunların kaynağı İran’dır, Arap ülkeleri de bunu gördüklerinden İran’a karşı İsrail’le tek ses olmuştur, İran, tavrını değiştirmedikçe baskı artacak.[7]

3- Devrim Muhafızlarını terör örgütü ilan ederek İran'ın faaliyetlerinin başka hükümetlerinkinden farklı olduğunun altını çiziyoruz.[8]

4- İran’la ön şartsız görüşmeye hazırım, beni arayın görüşelim.[9]

Amerika, İran’ın nükleer programı, füze programı, Irak ve Suriye’deki varlığı, Lübnan, Yemen ve Filistin direnişine desteği konularını görüşmek üzere Tahran’a müzakere öneriyor.

Tahran’ı bütün bunlara son verecek bir anlaşma yapmaya zorlamak için ise kendince psikolojik savaş yöntemleri deniyor.

Dünyanın taraf olduğu nükleer anlaşmadan tek taraflı olarak çekilmeyi, İran’ı ve İran’la ticaret yapan herkesi yaptırımla tehdit etmeyi, Fars Körfezi’ne askeri yığınak yapmayı ve nihayet savaş seçeneğini Tahran’ı müzakere masasına oturtmak için kullandığı yöntemler olarak sıralıyor.

20 kilo patlayıcı başlığı taşıyan Zuni tipi bir roketle telafisi olmayan hasarlar gören USS Forrestal[10] ve USS Enterprise türünden uçak gemileriyle ve Körfez’e yaptığı yığınakla[11] İran’ı korkutup müzakere masasına oturtabileceğini düşünüyor; müzakere için telefon numarası bırakma inceliğini de ihmal etmiyor.

Müzakere masasında da İran’a şu şartları içeren bir anlaşma yaptırabileceğine inanıyor:

- Amerikan uçak gemilerine tehdit oluşturmaması için 250 kilo savaş başlığı taşıyan Fars Körfezi adlı karadan-denize seyir füzelerini bir daha üretmeyeceğim.

- Körfez’deki tüm Amerikan üslerini ve İsrail’i haritadan silecek yüz binlerce orta ve uzun menzilli füzeyi imha edeceğim.

- Amerika’yı rahatsız etmemek için Irak’ta Haşd Şabi güçlerine, İsrail’i rahatsız etmemesi için Suriye ordusuna ve Suudileri incitmemesi için de Ensarullah’a destek vermeyeceğim.

- Herhangi bir savaşta Hayfa’daki amonyak tesislerini ve Dimona nükleer tesislerini her gün binlerce füze ile vurarak kitle imha silahı etkisi yaratacak Hizbullah’a ve Filistin direnişine artık füze vermeyeceğim.

- Nükleer programımı da kayıtsız şartsız durduracağım.

- John Bolton'un bıyıklarının hatırına da iktidarı Rıza Pehlevi'ye veya Meryem Recevi'ye devredeceğim.

Trump yönetimi “Amerika ve müttefiklerine herhangi bir bedel ödetmeden İran’a kötü davranışlarının bedelini ödettiğini”[12] düşündüğü için, İran’a böylesi bir anlaşmayı imzalatabileceğine de inanıyor olmalı.

Trump ve ekibi, savaş istemediğini söylemekle birlikte üçüncü bir tarafın bölgede kıyamet savaşını başlatacak provokasyonuna uygun zemin yaratan psikolojik savaş yöntemleri uyguluyor. 

Emirliklerin Fuceyra limanındaki ticari gemilere yapılan sabotaj ve Amerika’nın Bağdat elçiliği yakınlarına atılan roket, Tahran’ın da Beyaz Saray’ın da istemediğini söylediği savaş için bir üçüncü taraf daveti olabilir.

Devrik Şah’ın babası olan Rıza Han’a muhalifliği ile meşhur milletvekili Seyyid Hasan Müderris, Rıza Han’ın zorbaca kararlarıyla ülkeye verdiği zararı kastederek şöyle derdi: “Öküzden korkmak lazım; çünkü boynuzu var ama aklı yok.”

Bölgedeki Amerikan askerleri ve İsrailliler Trump yönetiminden ne kadar korksa yeridir.



[1]Farsnews. 3 Nisan 2015. گام دوم توافق هسته‌ای را برداشتیم/فردو با 1000 سانتریفیوژ فعال می‌ماند/رآکتور اراک مدرن‌تر می‌شود/از روز اول توافق همه تحریم‌ها لغو می‌شوندhttp://www.farsnews.com/newstext.php?nn=13940114000563  

[2]İran’la ABD’yi müzakerelere götüren sürece, tarafları nükleer anlaşmaya zorlayan sebeplere ve anlaşmadan kimlerin karlı kimlerin ise zararlı çıktığına dair ayrıntılar için bkz. YDH. 5 Nisan 1015. “Nükleer anlaşma, kazananlar, kaybedenler ve kardan zarar edenler” http://www.ydh.com.tr/YD455_nukleer-anlasma-kazananlar-kaybedenler-ve-kardan-zarar-edenler.html  

[3]BBC, 8 Mayıs 2018. ABD Başkanı Trump İran nükleer anlaşmasından çekildiklerini açıkladı https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-44033357

[4]BBC Türkçe, 4 Şubat 2019 Irak'tan Trump'a tepki: İran'ı izlemek için bizden izin almadı https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-47115068  

[5]BBC Farsi, 8 Mayıs 2019, تصمیم تازه ایران درباره برجام چه معنایی دارد؟http://www.bbc.com/persian/iran-48199107

[6]Şarku’l Avsat, 4 Kasım 2018. ABD: Tahran ya tutumunu değiştirsin ya da ekonomik felakete hazır olsun https://turk-archive.aawsat.com/2018/11/article55447495/abd-tahran-ya-tutumunu-degistirsin-ya-da-ekonomik-felakete-hazir-olsun/

[7]Amerika’nın Sesi, 9 Mayıs 2019 'Tavrını Değiştirmedikçe İran Rejimine Baskı Artacak' https://www.amerikaninsesi.com/a/iran-yaptırım-rejim-baskı-trump-abd-kasım-suleymani-zarif/4909505.html

[8]Habertürk, 8 Nisan 2019 ABD, İran Devrim Muhafızları'nı terör örgütü ilan etti! https://www.haberturk.com/abd-iran-devrim-muhafizlari-ni-teror-orgutu-ilan-etti-2427289

[9]Karar, 11 Mayıs 2019, Trump, İran lideri Ruhani'ye telefon numarasını verdi https://www.karar.com/dunya-haberleri/trump-iran-lideri-ruhaniye-telefon-numarasini-verdi-1207675#

[10]Sputnik, 12 Aralık 2016. Batı basını, Amiral Kuznetsov ile ABD'li muadilleri arasındaki farkı görmezden geldihttps://tr.sputniknews.com/analiz/201612121026270108-bati-basini-amiral-kuznetsov-abd-muadilleri-arasindaki-fark/

[11]Akşam, 12 Mayıs 2019. ABD, Körfeze askeri yığınağını yoğunlaştırdı https://www.aksam.com.tr/dunya/abd-korfeze-askeri-yiginagini-yogunlastirdi/haber-970167

[12]Şarku’l Avsat, 31 Mart 2019. Trump: İran kötü siyaseti nedeniyle ağır bedel ödedi https://aawsat.com/turkish/home/article/1658846/%E2%80%8Btrump-iran-kötü-siyaseti-nedeniyle-ağır-bedel-ödedi