Siyonist rejim anlaşmaya gerçekten açık mı?

img
Siyonist rejim anlaşmaya gerçekten açık mı? YDH

Haaretz yazarı Amos Harel, Netanyahu'nun ateşkese açık olduğu sinyalini vermesine rağmen aşırı sağın baskısı altında bu kararına riayet etmesinin zor olduğuna dikkat çekti.




YDH - Filistin İslami Cihad Hareketi Siyasi Büro Üyesi İhsan Ataya, Siyonist rejimin uluslararası kamuoyuna ateşkese istekli olduklarını, ancak Filistin direnişinin bunu sabote ettiği yönünde propaganda yapmayı amaçladığına işaret etmişti.

Haaretz yazarı Amos Harel, ABD Başkanı Joe Biden ile aşırı sağın baskıları arasında kalan Netanyahu'nun, ateşkes yönünde adım atmasının ciddi engellerle karşı karşıya olduğuna dikkat çekti.

Harel, 'Biden ve İsrail sağı arasında kalan Netanyahu, daha önce reddettiği önerileri tartışıyor' başlıklı makalesinde şu ifadelere yer verdi:

"Esir takası anlaşmasına ilişkin müzakerelerin son bir haftasında her iki taraf da belli ölçüde esneklik göstermeye başladı. Katar'ın öncü rolünü bir kenara itmesi ve Mısır'ın yeni arabuluculuk önerilerini gündeme getirmesinin ardından Hamas ve İsrail, her biri kendi tarzında, daha olumlu reaksiyonlar verdi.

Başbakan Benyamin Netanyahu, üç ay önce reddettiği fikirleri şimdi değerlendirmeye hazır. Mevcut koşullar altında bir anlaşmaya varılması konusunda çekincelerini sürdüren Netanyahu'nun, üyelerinin çoğu Refah'ı işgal etme pahasına bir anlaşmayı desteklemeyi tercih eden savaş kabinesinde azınlıkta olduğu görülüyor.

Fakat daha geniş güvenlik kabinesinde güçler dengesi farklı. Netanyahu, anlaşmanın kaybedilmesi pahasına da olsa Refah'ın ele geçirilmesini talep eden aşırı sağcı ortakları ve Likud kabinesi bakanları tarafından susturuldu.

Refah'ın ele geçirilmesine ilişkin tehditler uzun zamandır boş birer laftan ibaret. Askeri hazırlıklar yavaş ilerledi. Netanyahu, orduyu harekete geçmeye teşvik etmedi ve sadece küçük bir grup aptal ve sadık takipçisi kentte yakında harekete geçileceğine dair açıklamalara inandı. Onlar da Netanyahu'nun mutlak zafer vaatlerine inandılar.

Ancak son haftalarda bir şeyler değişti. Askeri adımlar daha somut hale geldi. Her ne kadar hala çok az olsa da örgütün daha esnek olduğuna dair ipuçlarının arka planında bunun olması mümkün. Yine de Amerika'nın Refah'ın ele geçirilmesiyle ilgili çekinceleri ve Washington'un askeri harekata başlamanın bir koşulu olarak İsrail'den sivil Filistinli nüfusun şehirden güvenli bir şekilde tahliye edilmesini talep etmesi aşikar.

İsrail ordusu da bu fikre sıcak bakmıyor. Genelkurmayın pozisyonuna en yakın yorumcu olan emekli Tümgeneral Israel Ziv'in Kanal 12'deki açıklamalarını dinlemek yeterli.

Bayram arifesinde yaptığı yorumda 'herhangi bir esir takası anlaşması Refah'taki bir askeri harekattan önceliklidir, ki bunun hiç gerçekleşmemesi iyi olur.

Refah, Hamas'ın çökertilmesi açısından çok da önemli değil ve orada bizi bekleyen stratejik tuzak zor sonuçlara yol açabilir'. Ve ekledi: 'Netanyahu yolda kayboluyor ve kendisinin ve İsrail'in yakında içine düşebileceği çukuru göremiyor'.

Bunu, Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi daha iyi ifade edemezdi. Yine de müzakerelerdeki en büyük zorluklardan biri Hamas'ın anlaşmanın tam bir ateşkesi ve savaşın sona ermesini içermesi talebi ki bu Netanyahu'nun hazmetmekte zorlandığı bir talep. İsrail kabinesinin stratejiden yoksun olması ve zar zor işlemesi yetmezmiş gibi, kabine içindeki tüm anlaşmazlıklar kamuoyu önünde sürdürülüyor.

Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir ve Maliye Bakanı Bezalel Smotrich, pazar günü Netanyahu'ya anlaşmayı reddetmesi ve Refah'ı ele geçirmek için derhal harekete geçmesi çağrısında bulundu.

Basında ve sosyal medyada Netanyahu'nun etrafında çalışan sözcüler ve botlar bile esir takası anlaşmasına karşı çıkmak üzere görevlendirildi. Öte yandan kabinede de yer alan Ulusal Birlik Partisi Başkanı Benny Gantz bir açıklama yaparak 'Refah'a girmek Hamas'a karşı yürütülen uzun savaşta önemlidir. Ancak 7 Ekim'de hükümet tarafından terk edilen esirlerimizin iadesi acil ve çok daha büyük bir önem taşımaktadır' dedi.

Bu, Netanyahu'nun işleri sürüncemede bırakmaya devam ettiği izlenimine kapılırsa hükümetten ayrılma eğiliminde olan Gantz'ın ortağı ve savaş kabinesi üyesi Gadi Eisenkot'u yatıştırmaya yönelik yarım yamalak bir girişim gibi görünüyor.

Eğer temaslarda yakın zamanda bir ilerleme kaydedilmezse Eisenkot'un istifa etmeye karar vermesi makul olacaktır. Bu arada Gantz, Gazze sınırına yakın bir bölgede bisiklet sürerken ayağını kırdı. Esir ailelerinin bu kazanın karar alma sürecini etkilememesini ummaları gerekiyor.

Ulusal Birlik Partisi'nin istifasının kamuoyunda dengeleri anlaşma lehine değiştirecek bir sarsıntı yaratacağı da şüpheli. Hükümete karşı protestolar bu aşamada oldukça cılız kaldı. Netanyahu, büyük ölçüde anlaşma meselesini sağ ve sol arasındaki bir anlaşmazlık olarak tanımlamayı başardı.

Bariz gerçekler ışığında bu akıl almaz bir sonuç; ülke, hükümet ve savunma kurumu, rehineleri ve çoğu sivil olan ailelerini yüzüstü bırakarak başarısız oldu. Hamas'ın saldırısının gerçekleştirildiği gün sınırı gerektiği gibi savunmadılar. Şimdi de esirleri geri almak için gereken her türlü çabanın gösterildiğini söylemek zor.

Netanyahu'nun kararı nihayetinde Biden yönetiminden gelen baskının düzeyinden de etkilenecektir. Bu bağlamda, Lahey'deki Uluslararası Ceza Mahkemesi savcısı Kerim Han'ın Gazze'deki savaşla ilgili olarak İsrail ve Hamas'taki üst düzey yetkililer hakkında yakalama emri çıkarmayı düşündüğü yönündeki haberlere önem verilmelidir.

Netanyahu bu konuda çok kaygılı ve bu konu kendisinin liderlik ettiği iç istişarelerde ve Amerikalılarla temaslarında sürekli gündeme geliyor. Pazartesi günü New York Times gazetesi de yabancı kaynaklara dayanarak böyle bir ihtimalin var olduğunu yazdı. Bununla birlikte Lahey'de henüz bir karar verilmiş gibi görünmüyor.

ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken, pazartesi günü Suudi Arabistan'ın başkenti Riyad'da yaptığı açıklamada ABD ile  Suudi Arabistan'ın Suudi Arabistan ile İsrail arasında bir normalleşme anlaşması imzalanmasına yönelik temasları tamamlamaya yakın olduklarını söyledi.

Amerikalılar esir takası anlaşması paketine, Hamas'ın İsrail'e yönelik saldırısı ve savaşın patlak vermesiyle yarıda kalan normalleşme çabalarını yeniden başlatacak çok daha iddialı bir plan eklemeye çalışıyor.

Fakat burada da Netanyahu'yu aşırı sağcı ortaklarına isteyerek bağlayan bir engel var: Filistinlilerle çatışmaya iki devletli bir çözümün tanınmasını ve savaştan sonra Gazze için yapılacak düzenlemelerde Filistin Yönetimi'nin rol almasını içeren herhangi bir adım atmayı reddediyorlar.

Cumartesi günü hem Haaretz hem de kamu yayın kuruluşu Kan, muhabirlerinin Katar'ın başkenti Doha'da Katar başbakanının bir danışmanıyla yaptığı ve hem İsrail'i hem de Hamas'ı bir anlaşmaya varılmasını geciktirmekle eleştiren mülakatları yayımladı.

Mülakat yapan Katarlı Mecid el-Ensari, 2018 yılında Körfez emirliğinden Hamas'a fon aktarmaya başlamasını isteyenin Netanyahu olduğunu belirtti.

Haber, Netanyahu'nun sözcüleri tarafından bir suçlama yağmuruna tutuldu. İsrail basını, Katarlıların Hamas'ın bölgedeki faaliyetlerini finanse ettiği iddiasına dayanarak savaş zamanında düşmana yardım etmekle suçlandı.

Haaretz, zaten bu tür asılsız iddiaların hedefi olmaya alışık, ancak Kan kamu yayıncılığı da İsrailli vergi mükelleflerinin parasını kullanarak düşmana yardım etmekle suçlandı. Bu suçlama her ne kadar tipik olsa da mesnetsiz, zira başbakanın bakış açısından şu anda kamuoyunun hassas olduğu konuları yansıtıyor.

Mülakat yapan Katarlı Mecid el-Ensari, 2018 yılında Körfez emirliğinden Hamas'a fon aktarmaya başlamasını isteyenin Netanyahu olduğunu belirtti.

Netanyahu, bu politikayı onaylamış ama destekçileri tıpkı başbakanın 7 Ekim'deki sorumluluğundan ve esir takası anlaşmasının sağlanmasındaki gecikmedeki katkısından söz edildiğinde çılgına döndükleri gibi bu konudan söz edildiğinde de çılgına dönüyorlar.

Kanal 12'nin haberinde, Refah'ta muhtemel harekat öncesinde gönderilen çağrı emirlerini takiben, onlarca muharip askerin komutanlarına yakın gelecekte görev için rapor vermeyi düşünmediklerini söylediği bir paraşütçü yedek bölüğü hakkında tatil boyunca haber yapıldı.

Bu tepki siyasi değil. Üyeleri savaşın başında üç, dört ve hatta bazen beş ay aralıksız görev yapan yedek birliklerdeki yorgunluk ve tükenmişliği yansıtıyor. Yedek askerler ve aileleri üzerindeki baskı çok büyük. Birçoğu buna bir daha dayanamayacaklarına inanıyor.

Gazze sınırı yakınlarındaki İsrail yerleşimlerine yönelik katliamdan sonra hükümetin ve İsrail ordusunun yaptıklarına her kesimden destek geldi ve yedek askerler, esirleri geri getirmeyi ve Hamas'ı yenilgiye uğratmayı amaçlayan bir kampanyaya katılmak için hayatlarını askıya almayı gönüllü olarak kabul etti.

Şimdi durum daha da yıpratıcı. İnsanlar hükümetin önceliğinin esirleri kurtarmak yerine Refah'ı ele geçirmek olduğuna inandıkça bu tür olaylar daha da yaygınlaşabilir.

Pazartesi günü, düzenli ordu hizmeti yapan 400 askerin ailesi savaş kabinesi üyeleri Benny Gantz ve Gadi Eisenkot'a bir mektup göndererek iki bakandan Refah'a düzenlenecek harekatın durdurulması yönünde çalışmalarını istedi ve bunun askerler için bir ölüm tuzağı olacağını iddia etti.

Tümgeneral Aharon Haliva'nın Askeri İstihbarat Teşkilatı başkanlığından istifa edeceğini açıklaması, yerine kimin geçeceği konusunda fırtınalı bir tartışmaya yol açtı. Genelkurmay Başkanı Herzi Halevi'nin Genelkurmay Harekat Dairesi Başkanı Tuğgeneral Shlomi Binder'i atamak istediğinin bildirilmesinin ardından Kanal 12, Netanyahu'nun Tümgeneral Eliezer Toledano'nun atanması konusunda baskı yaptığını bildirdi.

Ordu Radyosunun sorusu üzerine Başbakanlık, haberi yalanladı ve 'konuyla ilgili herhangi bir karar vermediğini' söyledi. Pratikte karar verme yetkisine sahip olan Netanyahu değil. Bunun yerine savunma bakanı ve genelkurmay başkanının karar vermesi gerekiyor; her ne kadar 7 Ekim'deki başarısızlıklarda kendilerinin de payı olduğu için atamaları haleflerine bırakmanın daha doğru olacağını savunanlar olsa da.

Bu arada, her ikisi de 7 Ekim ve öncesinde İsrail ordusunun üst düzey komutanlarından olan iki istihbarat şefi adayı söz konusu olduğunda da böyle bir argüman geçerli olacaktır.

Geçtiğimiz birkaç gün içinde yaşananlar, Ulusal Güvenlik Bakanı Itamar Ben-Gvir'in emniyet teşkilatını ne kadar hızlı, sorunsuz ve felaketle sonuçlanan bir şekilde ele geçirdiğini hatırlatıyor. Cuma günü Ben-Gvir'in konvoyu, şoförünün Ramle'de kırmızı ışıkta geçmesiyle beklenmedik bir kazaya neden oldu.

Haberlere göre, yaralı Ben-Gvir'i devrilen cipinden çıkarmak için acele eden bakanın korumaları, cipin çarpıştığı aracın sürücüsüne yardım teklif etmedi. Aksine, taktığı Davut Yıldızı kolyesini göstermemesi halinde korumaların kendisini vuracağını iddia eden diğer sürücüye silah doğrulttular.

Ertesi gün, Tel Aviv'deki haftalık Kaplan Sokağı protestosunda polis memurları megafonla 'Ben-Gvir bir suçludur' diye bağıran genç bir kadına saldırdı. Kadını tutukladılar. Bunlar bir demokraside kabul edilemez sahnelerdir.

Polis, Ben-Gvir onlardan sorumlu bakan olmadan önce de berbat bir durumdaydı. Uzun trafik suçları sicili, sabıka kaydındaki sorunun sadece küçük bir parçası. Ancak bu örnekten, daha az önemli olmayan bir kurum olan Şin Bet güvenlik servisinde neler olabileceğini öğrenmeye değer.

Şin Bet Başkanı Ronen Bar'ın, 7 Ekim katliamından önceki başarısızlıklarda İsrail ordusu ve Genelkurmay Başkanı ile birlikte sorumluluğu paylaştığına şüphe yok. Ancak şimdi Bar'ın ayrılışını hızlandırarak tıpkı poliste olduğu gibi teşkilatın üst kademelerinin ele geçirilmesini tamamlamak isteyen sağcılar var. Bu, demokratik hükümet sistemimiz için bariz ve acil bir tehlike olarak ortaya çıkmaya başladı."

Çeviri: YDH