Erdoğan ve kaçınılmaz son

img
Erdoğan ve kaçınılmaz son YDH

YDH- Arap Dünyasının Türkiye uzmanlarından Dr. Muhammed Nureddin, Lübnan’da yayımlanan es-Sefir gazetesinde Erdoğan’ın yolsuzluk iddiaları ile oluşan krizi yönetiş biçimini değerlendirdi.




Türkiye Hükümeti Başbakanı ve Adalet ve Kalkınma Partisi Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan üçüncü dünya ülkeleri kralları ve başkanlarına benzemektedir.

Bu ülkenin 90 yıldan beri kendini ilişkilendirmeye çalıştığı Batılı değerlerle hiçbir ilgisinin olmadığı ve modern kalıplarla süslü üçüncü bir dünya ülkesi olduğu -ki bu kendi doğallığında kalmamasından daha tehlikeli ve daha kötü bir durumdur- anlaşılmıştır.

Erdoğan’ın bahanesi hazır: Bu dış kaynaklı bir komplodur. Taksim gezi olaylarından sonra düzenlenmiş ve şu anda daha önce benzeri görülmemiş nitelikte kendi partisi ve iktidarını hedef alan yolsuzluk olaylarında kendini göstermiştir.

Erdoğan, dış güçlerin kendisini devirmek için Fethullah gülen cemaati şeklinde doğrudan isim vererek içerden baskı altına alındığını iddia etmektedir. Sebep olarak öne sürdüğü şey ise, Türkiye’nin dünyada ve bölgesinde merkez ülke olmasının önünün küresel güçlerce kesilmek istendiğidir.

Erdoğan hiç tereddüt etmeden bu olanların arkasında İsrail ve Amerikan’ın olduğunu işaret etmektedir. Bu defa bu olaylarla ilgili Suriye’nin ismini vermemiş olmasının nedeni Suriye’yle ilgili politikasını değiştirdiğinden değil; ancak bu süreçte düşmanlarının çokluğu sonucu çemberin daralmış olmasındandır.

Bunlar sadece Erdoğan’ın iddiaları değil; Erdoğan’ın iddialarının arkasında makaleleri Star gazetesinde yayımlanan ve bu olayların anlaşılmasında anahtar rol üstlenen Yalçın Akdoğan ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu gibi birçok fikir babası var.

Bu iddiaların her tür kin ve hassasiyetten uzak reel ve sakin bir şekilde değerlendirilmesine ihtiyaç bulunuyor.

1-Erdoğan; beyaz at üstünde bölgede kendisine açılmayan kapı kalmadığında kimse Yeni Türkiye’nin önünün kesildiği iddiasında değildi. Bütün bölge ülkeleri Türkiye’nin bölgenin asli unsurunun ve kimliğinin bir parçası olması için gönüllerini açmış ve imkanlarını seferber etmişti.

Hatta Suriye halkı, Türkiye’yi düşman statüsünden dost ve kardeş ülke statüsüne dahil etmek için milli sanayilerini feda ettiklerini -ki bu onların hatasıydı- asla unutmayacaklardır.

Bu durum bölgede İran’dan Irak, Lübnan, Mısır, Körfez ülkeleri ve diğerleri için de geçerlidir. Ancak, Erdoğan AKP kurmaylarıyla, Araplar ve Müslümanlarla dostluk ve dayanışma ilişkisi kurmaya çalışan bir ülkenin politikasına yakışmayacak bir dış politika izlediğinden beri bütün kazanımları kurban etmiştir.

Bu dış politika sebebiyle, başta Suriye ve Irak olmak üzere bu ülkelerdeki iç çekişmelerde taraf oldular. Bazı ülkelere, özellikle de Müslüman Kardeşler’in devrilmesinden sonra Mısır’a Osmanlının bir vilayetiymiş gibi davrandılar.

Ayrıca; mezhebi ve itikadi etkenlerle hareket ederek diğer mezhep ve itikatları ötekileştirmek suretiyle Şii ve vehhabi öfkesini aynı derecede üzerlerine çektiler.

Ülke istikrarına darbe vuran askeri çözümleri desteklemek suretiyle kışkırtma siyaseti izleyerek Türkiye’yi terör örgütleri olduğu konusunda hemfikir olunan radikal İslamcı hareketlerden el-Kaide, Nusra ve IŞİD gibi örgütlerin merkezine dönüştürdüler.

Bütün bu olanlardan sonra realite; Türkiye’yi yalnızlaştıran ve bölgede rol sahibi güvenilir bir oyuncu olmasının önünü kesen yine Erdoğan’ın bu yanlış siyaseti değil mi?

2-Türkiye’nin dış politikasındaki hatalarından biri de bölgedeki dengeleri ve uluslar arası oyun kurucu ülkelerin stratejilerini derin ve gerçekçi bir şekilde okuyamamıştır.

Sürekli, herhangi bir ülkede bir siyasete bel bağlarken başka bir ülkede küresel aktörlerin farklı bir siyasetini izlediler. Buradaki en büyük hatalardan ikisi; coğrafi ve tarihi komşusu Rusya’nın ‘sıcak denizlere inme’ siyasetinin önemini ve Suriye’nin kendisi için sıcak sulara kavuşmasında son kara parçası olduğunu anlayamamasıdır.

Daha önce olduğu gibi Rusya’nın Kuzey Kafkasya’nın düşmanların nüfuz alanına girmemesi için Gürcistan’ı vurma konusundaki ısrarı mesaj olarak iletilmesine rağmen Türkler bunu doğru okuyamamıştır.

İkinci ve en büyük hata da, NATO üyesi, Amerika’nın müttefiki ve Avrupa Birliği’ne aday ülke, Batı ve Avrupa’nın bir parçasına dönüşen tarihine rağmen Batı’nın çıkarlarını ve stratejilerini özelliklede kırmızıçizgilerini okumada aciz olduğunu göstermiştir.

Aynı zamanda ABD’nin ısrarlı uyarılarına rağmen terör guruplarına destek vermede ısrarcı oldu (burada ABD’nin terörü desteklediği ön kabulünü inkar etmiyoruz.)

Mavi Marmara olayında İsrail’in özür dilemesine rağmen İsrail’le yakınlaşma olayını sıkıntıya soktu. Burada Türkiye’ye biçilen politika, bölgedeki İslami güçlerle mücadele etmekle beraber Filistin kartını, sürekli joker olarak elde tutabilmesi yönündeydi.

Ankara, İsrail’in Batılı ülkeler için kırmızıçizgi olduğunu ve İsrail’in Batı’da ve Washington’da Yahudi lobilerini Erdoğan’a karşı harekete geçirebileceğini anlayamadı.

Bütün bu stratejik hatalar karşısında Erdoğan’dan kurtulmak için yapılan operasyonu sadece dış bağlantılarla açıklayamayız, burada gerçekçi olmak gerekirse diğer ülkelerin stratejilerini birtakım yanlış okumalar sonucu iyi anlaşılmamış olması değil mi?

 3-Hiçbir ülke kendi içinde sağlam ve güçlü olmazsa dışarıya karşı güçlü savunmada bulunamaz. Erdoğan ilk yıllarda ülkede miras yoluyla kangrene dönüşmüş meselelerin çözümü noktasında bir ümit olarak toplumun bütün kesimlerinin desteğini alarak geldi.

Ancak zamanla ve özellikle 2011 den sonra ümitler sönmeye ve kırılmaya başladı. Ne, Kürt meselesi çözüldü ne de Alevi açılımı makul bir yere oturdu, bilakis bazı gazetecilerin işyerlerinden tutuklanarak gözaltına alınması sonucu özgürlükler noktasında sıfıra dönüldü.

Bu yetmemiş gibi Erdoğan yol arkadaşı Abdullah Gül ve sağ kolu Bülent Arınç’tan kurtulmanın çabasına girişti. Sonunda, etrafındaki ve partisindeki liberaller, sosyal demokratlar hatta Fethullah Gülen gibi ılımlı Müslüman şahsiyetler dahi ayrıldı ve Erdoğan; tek adam, tek parti konumuna düştü.

Buna rağmen bütün muhaliflerine rağmen sandıktan çıkanın demokrasiden başkası olmadığına ısrarla vurgu yaptı. Bu gün yolsuzluk var mı? Varsa bu yolsuzluğa kendisi bulaşmış mı? Oğlu Bilal bu yolsuzluğa karışmış mı? Eğer bakanları bu yolsuzluğa bulaşmamışsa niye istifa ettiler gibi soruları cevaplayacağına, sanki cinlere beni çözümsüzlüğe götürün der gibi emniyet müdürlerine operasyon yapıp mahkemelerin işleyişini değiştirip suçu da dışarıya atmaktadır.

İç siyasetteki bütün bu hatalar Türkiye’yi gevşeterek dış müdahaleye açık hale getirilmek suretiyle Erdoğan ve partisinden kurtulmayı kolay hale getirmiyor mu?

İktidarın uzunluğu, her parti ve lidere zayıflama ve kırılmayı beraberinde getirir. Hatta büyük liderlerden Charles de Gaulle ve Winston Churchill gibi liderler bile iktidarda sekiz ila on yıl arasında kalmışlardır.

Fakat Erdoğan, Türkiye’nin demokrat bir ülke olduğu iddiasında bulunduğu bu asırda bile ülkeye 22 yıl gibi uzun bir süre mutlak bir lider olma peşinde.

2003 teki hükümetle başlayan liderlik, cumhurbaşkanlığına seçilmesi durumunda beş yıl cumhurbaşkanlığı ardından yapılacak birtakım değişikliklerle başkanlık sistemine geçmek suretiyle bütün yetkileri elinde bulundurup beş yıl da ülkeye devlet başkanı olarak kalmayı hedeflemektedir.

Bu da; ruhu yorularak katılaşan bir adam, tüzüğü sarkarak parçalanan bir parti, yolsuzlukla kemirilen ve küflenen bir iktidar; Türk halkını yoran, ülkeye tehlike ve sıkıntılardan başka bir şeyi getirmeyen biri için fazla. Haddini bilip orada durmayı bilene ne mutlu.

Çeviren: Mehmet Tahiroğlu