Raid el-Kazımî: Direnişle Terör Birbirinden Farklıdır

img
Raid el-Kazımî: Direnişle Terör Birbirinden Farklıdır YDH

Irak’ın etkin siyasi gruplarından Sadr Hareketi’nin Suriye temsilcisi Şeyh Raid El-Kazımî, hareketin geçmişini ve bugününü anlattı.




Irak’ın etkin siyasi gruplarından Sadr Hareketi’nin Suriye temsilcisi Şeyh Raid El-Kazımî, hareketin geçmişini ve bugününü anlattı. Furkan Torlak’ın hareketin Şam’daki bürosunda gerçekleştirdiği röportajda Şeyh Raid El-Kazımî: “Direniş ile terör arasında fark olduğunu da belirtmemiz gerekir. Terör masum insanları karşısına alan, müdafaaya yönelik değil saldırıya yönelik gerçekleştirilen eylemleri ifade eder. Biz ise kendimizi, dinimizi, vatanımızı savunduk” dedi.

 

Bizlere Irak direnişinin öncülerinden olan Sadr akımının geçmişi hakkında, kısa bir bilgi verebilir misiniz?

 

Raid El-Kazımî: Sizin de bildiğiniz gibi Seyyid Mukteda Sadr’ın babası olan Seyyid Muhammed Sadık Es-Sadr çağdaşı olan mercilerin arasında özel bir konuma sahiptir. Seyyid, 93’lerde Irak havzasının fonksiyonu ortadan kaldırılma tehlikesiyle karşı karşıyayken bizzat meydana çıkarak İslamî bir harekete öncülük etmiştir. Bu kişi Irak halkının manevî babası olmuş, kahraman bir şekilde ortaya çıkarak Necefü’l- Eşref havzasını ihya etmiştir. Öncelikli olarak Cuma namazlarını ihya ederek Irak’ın içinde bulunduğu durumu açıklamış; halkı bilinçlendirmeye çalışmıştır. O sırada havza, Irak halkının durumuyla ilgilenmiyor, halkı içinde bulundukları şaşkın durumla baş başa bırakıyordu.

 

Seyyid harekete Irak topraklarının her yerine gönderdiği tebliğcilerle başladı. Bu tebliğciler aracılığıyla Seyyid Sadr dine bilinçli ve ihlâslı bir şekilde yönelen gençliğin ruhunu ihya etti. Halk ne hakkı ne batılı biliyordu. Irak halkı mercinin konumuna ilişkin herhangi bir fikre sahip değildi. İşte bu pozisyonda Seyyid birçok itham ve muhalefetle karşılaştı. Biz bunu öncü konumun tabiatı dolayısıyla karşılaştığı zorluluklar olarak değerlendiriyoruz. Örneğin, Hz. Muhammed, Hz. Ali ve birçok sahabe hakkında da birileri ithamlarda bulunmuştur. Zira bu kimseler insanları bilinçlendirmek için öncü konumda yer almışlardır. Seyyid de insanların arasındaydı; bilakis önlerine geçmişti. Hak sahibi olan herkese hakkını veriyor, onları bilinçlendiriyor, onlara bilgi veriyordu. Bu tebliğ sonucu genç kesimde bir diriliş gözlendi.

 

Seyyid ikinci aşamada cuma namazıyla öncülüğüne devam etti. Cuma namazı İmam Ali’den itibaren günümüze dek tatil edilmişti. Seyyid cuma namazını Kufe mescidinde ikame etmiş, Irak’ın kuzeyinden güneyine kadar her yerde kılınması için tebliğciler görevlendirmiştir. Onların şer’i görevi halka tebliğ yapmak, onları bilinçlendirmek, hafta içi halkın karşılaştığı problemleri bizzat çözmekti.

 

Seyyid böylelikle üçüncü aşamaya geçerek şer’i mahkemeleri oluşturdu; devlet içinde devlet oluşturdu. Her şehir ve her nahiyede şer’i hâkim olunca halk şer’î mahkemelere yönelip resmi mahkemeleri bir kenara bıraktı. Ayrıca Seyyid bize Sünnî kardeşlerimizin arkasında namaz kılmamızı emretti. Biz de Sünnî kardeşlerimizin arkasında namaz kılmaya başladık, onlar da bizim arkamızda namaz kılmaya başladılar. İşte bu nokta Amerika, İngiltere ve İsrail açısından tehlikenin son sinyalleri olarak değerlendirildi. Seyyid, İslam’ın evlatlarını bir çatıda toplamaya çalışması sonrası Amerika’nın eliyle şehit edildi. Sadr hareketinin çıkışı özetle bu şekildedir.

 

Seyyid Sadr, öldürülmeden önce kefen giyerek Cuma hutbelerine çıkıyordu. Size göre bu şekilde hutbeye çıkarak nasıl bir mesaj vermek istiyordu?

 

Raid El-Kazımî: Seyyid son cuma namazlarına kefenle çıkmıştır. Seyyid âlim olduğu gibi irfanî yönüyle de Necef havzasında tanınmaktaydı. Kendisinin ilmî akademik eserleri İslam kütüphanelerinde mevcuttur. O kefen giyerken neden giydiğini biliyordu. Irak halkı için, gerçek bir İslamî düzen oluşturmak için kendisini feda etmeye hazır olduğunu ilan ediyordu. Biz şehit olmak istiyoruz diyordu, İslam dini ve Ali’nin hattını ihya etmek için kendi canımızı feda ederiz diyordu. Âlim, fazıl olan herkesin bu Seyyid’i desteklemesi gerekirdi; ama bazıları onu destekleyeceklerine ona muhalif bir tavır almışlardır.

 

Bize Sadr akımının Irak halkına hizmet etme noktasında gerçekleştirdiği toplumsal faaliyetlerden özetle söz eder misiniz? Zira bazı kesimler Sadr akımının sadece protesto ve eylem alanında bulunduğunu öne sürüyor, insanlarla başka bir diyalogunun olmadığını düşünüyorlar.

 

Raid El-Kazımî: Bazı siyasî oluşumların halk nezdinde bir tabanı yoktur. Bu noktada Sadr Hareketi hakkında bir şüphe oluşturulmak isteniyor. Sadr akımının halk nezdinde bir desteğinin olmadığını söylemeye çalışıyorlar. Bizim bu ithamlara karşı söyleyeceklerimiz şunlardır:

 

Bizim tam anlamıyla İslamî olan, düzenli bir örgütlenmemiz mevcut. Her bölgede bürolarımız, temsilciliklerimiz ve ikame ettiğimiz cuma namazları var. Her bölgede merkezî bir büromuz var ki o büroya bağlı olarak on ila on beş temsilcilik bulunmakta. Biz merkezî ve bağlı bürolarımız aracılığıyla insanlarla diyalog kuruyor, yardımlarda bulunuyor, halkın problemleriyle ilgileniyoruz. Sadr hareketinin kontrolünde bulunan temsilcilikler, kültür merkezleri, araştırma merkezleri vardır. Her üniversitede kadın ve erkek temsilcilerimiz bulunmakta! Halka baskı yaparak değil yumuşak bir dille hitap ediyoruz. Hareket Seyyid Mukteda Sadr’ın yönetiminde çalışmalar yapmaktadır. Allah’a hamd olsun ki biz onun Seyyid Muhammed Sadık Es-Sadr’ın hattını tamamladığını düşünüyoruz. Böyle olmasaydı şu ana dek onun önderliğini zaten kabul etmezdik.

 

Irak’ta direnişin sadece silahlı olabileceğini mi düşünüyorsunuz? Yoksa direnişin gösteri, protesto ve siyasal hareketlere girişilmek suretiyle farklı görüntüleri de olabilir mi?

 

Raid El-Kazımî: Seyyid Mukteda Sadr önce siyasî olarak hareket etti. “İnsanlara akılları ölçüsünde konuşun” hadisinde belirtildiği gibi insanların durumunu gözeterek çalıştı. Halka Amerika’nın işgalci olarak geldiğini açıkladı, hürriyet ve o iddia ettikleri uydurma demokrasi amacıyla gelmediklerini belirtti. Siyasî şartlar da gösterdi ki Amerika gerçekten işgalciydi; söz ettiği hukuk ve demokrasi sahteydi. Durum silahlı mücadeleyi gerektirdiğinde –biz de zaten bunu gözlüyorduk- Necef, Kerbela, Bağdat, İmare savaşları çıktı. Seyyid “Ey Irak evlatları! Düşmanınızı reddedin” dediğinde meydana çıkma merhalesinde gerektiğini anladık. Amerika, Sadr akımının gücünü görünce savaştan geri durdu, rezil oldu! Amerikan güçleri ve generalleri tarafından New York Times’da şu açıklama yapıldı: “Necef savaşı ABD’ye Irak’a girmesinin dört katı fazla para kaybettirdi. Ordunun Necef’te geçirdiği her dakika 20 milyon dolar kayıp demektir.” Akıllı kimsenin kendi aleyhine şahitliği geçerli sayılır. Bizzat kendileri savaşta kaybettiklerini söylediler. 21 gün süren savaşta Amerika o kadar silahına rağmen basit bir bölgeye giremedi. Öyle ki Güney Kore “Daha Necef’e girmeyi beceremedin, Güney Kore’ye nasıl gireceksin?!” diyerek Amerika’yla dalga geçti! Sadr akımının Amerikan güçleri karşısındaki başarısı gayet açıktır. Özet olarak konum siyasî duruş gerektiriyorsa biz siyasî, silahlı olarak meydana çıkmayı gerektirirse biz silahlı olarak çıkarız.

 

Direniş ile terör arasında fark olduğunu da belirtmemiz gerekir. Terör masum insanları karşısına alan, müdafaaya yönelik değil saldırıya yönelik gerçekleştirilen eylemleri ifade eder. Biz ise kendimizi, dinimizi, vatanımızı savunduk. Bush bile “Halk vatanını müdafaa hakkına sahiptir. Benim ülkem işgal altında olsa ben de işgalcilerle savaşırım” demiştir. Sonuç olarak direniş, terörden farklıdır. Terör, barışçı olan tarafa saldırır; kendini patlatarak masum, yoksul insanları öldürür. Biz direnişe zorlandık. Tüm Dünya’ya meydan okuyorum: Bir kişi bile “Mehdi Ordusu”nun; Şia ordusunun bir tane masum insanı öldürdüğünü, kendisini patlattığına dair bir kanıt getiremez! Biz sadece Amerika ordusuyla müdafaa amacıyla savaştık. Müdafaa için de kimseden kanuni veya şer’î bir izin almamız gerekmez. Eğer sizin de evinizi işgal etseler ne yaparsınız?! Bizim durumumuz da aynıdır!

 

Sadr grubunun geçen seçimlerde diğer gruplarla birlikte hareket etmeyerek seçimlere girmediğini, buna rağmen bu seçimlerde Seyyid Hekimi başkanlığındaki birleşik listeye katıldığını görüyoruz. Bu durumu nasıl açıklıyorsunuz?

 

Raid El-Kazımî: Seyyid şahsen seçimlere girmemiştir. Ne teşvik etmektedir, ne de engel olmaktadır. Eğer seçimlere girenler –ister Sadr akımına müntesip olsunlar isterseler olmasınlar- Irak’a gerçekten hizmet edeceklerse, Irak’ın izzetini koruyacaklarsa, Iraklıların hukukunu gözetecekse ne ala, yoksa onu da reddederiz!

 

Yani geçen seçimlerde de bu seçimlerde de Seyyid’in seçimlere girmediğini mi söylüyorsunuz?

 

Raid El-Kazımî: Sadece son seçimlerde Sadr’a bağlı unsurlardan bu alana girenlerin sayısı arttığını söyleyebiliriz. Ancak Seyyid şahsî olarak seçimlere katılmamıştır. O halkın öncülüğünü, gözeticiliğini hedeflemiştir. Sadr akımıyla ilişkili unsurların halka hizmet ettiğini görürse onları destekler, yoksa onlara da hesap sorar!

 

Seyyid, sadece Sadr akımının değil Irak halkının menfaatini, hukukunu, izzetini gözetmektedir. O, Sünnî, Şiî ve Kürt gruplar arasında bir ayrım yapmamaktadır.

 

Size göre Filistin işgali karşısında sergilenen direniş örneğiyle, Amerika’nın Irak’ı işgali karşısında sergilenen direniş örneği arasında bir benzerlik var mıdır? Zira içerideki Filistinliler 1947’den 1987’ye kadar 40 yıllık zaman diliminde bir hazırlık süreci yaşamışlar, silahlı direniş göstermemişlerdir. Buna göre Amerika’nın, Irak devleti ve ordusu kurulduktan sonra hala Irak topraklarını terk etmeme noktasında bir ısrarı olursa tekrar silahlı direnişe geçmeyi düşünüyor musunuz?

 

Raid El-Kazımî: Amerika, sürekli olarak güvenlik ve istikrarın sağlanması sonrası çıkacağını iddia ediyor. Bizse bundan şunu anlıyoruz: Amerika, Irak’ta güvenlik ve istikrarın sağlanmasını istemiyor ki Irak’ta bulunuşu için bir neden öne sürebilsin. İslam’ı veya vatanı merkeze almış tüm akımların hepsi işgalci gücün Irak topraklarından çıkarılması gerektiği noktasında ittifak etmiş durumda! Ancak görüşler ve uygulanan metotlar farklı! Kimileri siyasî olarak bunu başarabileceklerini düşünüyorlar; kimileri de Amerika’ya güvenmediklerini, Irak’ta iyice yerleşmeden savaşılması gerektiğini savunuyor. Sonuç olarak daimi hükümetin oluşması sonrası eğer Amerika Irak’tan çıkmazsa tüm Irak halkı topluca Amerika’dan çıkmasını talep edecektir. Eğer kabul etmezse zorla da olsa çıkarılacaktır! Dün bize muhalefet edenler bu sefer bizimle birlikte olacak, herkes bu cephede birleşecektir.

 

İşgalin ilk günlerinde verdiği cuma hutbelerinden birinde Seyyid Mukteda Sadr, Sadr grubunun ister Lübnan İster Filistin’de olsun İsrail aleyhindeki direniş gücünün Irak’taki vurucu eli olduğunu söylemişti. Acaba Sadr grubu hala bu düşünceye sahip midir?

 

Raid El-Kazımî: Bu fikir sadece Sadr akımında değil, Sünnî Şiî tüm İslamî akımlarında mevcuttur. İslamî akımlar eşit olarak Filistin meselesini ön planda tutar. Zira Filistin meselesi sadece Filistinlileri değil tüm İslam âlemini ilgilendirmektedir. Seyyid Muhammed Sadık Es-Sadr Filistin topraklarında süren direnişi desteklemekte ve şöyle söylemekteydi: “Eğer maddî bir gücüm olsaydı Filistin direnişine yardım eder, onlara el uzatmaya çalışırdım.” Bu mesele yeni değildir. Biz hala Filistinlilerle beraberiz. Hala Sadr akımı ve Seyyid Mukteda Siyonizm’e karşı vurucu gücü temsil etmektedir.

 

Irak halkı geçmişten beri mazlumların yanında yer almaya çalışmıştır. Kudüs’ü kurtaran Selahaddin Eyyubî Irak’lıdır. Irak ordusu Filistin’in kurtarılması için verilen mücadelede yer almıştır. İran İslam Cumhuriyetinin oluşumunda da Iraklılar bilfiil iştirak etmiştir. Hatta bu mücadelede kazanılan ilk şehit Iraklıdır. Iraklılar sadece kendi meseleleriyle ilgilenmemişlerdir. Lübnan’daki direnişin içinde de Iraklılar olmuştur. İnşallah Kudüs’ün kurtarılması da Iraklıların desteğiyle olacaktır.

 

Bazı yazarlar İran Devrim Muhafızlarının “Mehdi Ordusu”nu eğitip örgütlediğini söylüyorlar. Bu iddiaların gerçeklik payı nedir?

 

Raid El-Kazımî: Bu iddiaların hiçbir doğruluk payı yoktur. Bu hareket eğitimini, maddî kaynağını halk tabanı aracılığıyla sağlamıştır. Hiçbir dış güce tabi olduğu iddia edilemez! Zaten bir yerlere tabi olan kimseler konuşmalarında kendilerini sınırlarlar. Oysa böylesi bir sınırlanmayı Sadr akımının hiçbir sözcüsünün konuşmalarında gözlemlememekteyiz. Seyyid Mukteda Sadr bu hareketin öncüsüdür. Bir dış güdüm, finansal destek falan yoktur. Aksini iddia eden kanıt sunmalıdır!

 

Zaten Devrim Muhafızları silah yardımı yapsaydı, finansal destek verseydi, eğitim verseydi savaş çok daha farklı boyutlara ulaşırdı. Bizler sınırlı imkânlarla savaştık. Tek dayanağımız Allah Tebareke ve Teala idi. İster İran olsun isterse başka bir devlet olsun hiçbir yöne tabi olduğumuz iddia edilemez!

 

Peki İran ile Sadr akımının arası nasıldır? İran’ın size karşı nasıl bir duruş belirlemesini, Irak halkına nasıl yardımda bulunmasını isterdiniz?

 

Raid El-Kazımî: Seyyid Mukteda Sadr’ın dile getirdiği gibi her kesimle aramız iyidir. Ancak bunun sınırları vardır. Hiçbir taraf Sadr akımının işine karışmamalıdır. Sadr akımı kendi ayakları üzerinde durmaktadır, hikmetli bir önderliğe sahiptir. Sadr akımının sözcüleri bir yerlere tabi oldukları izlenimini veren bir açıklama yapmış da değildir. Özet olarak ilişkilerimiz, bizim işimize karışmadıkları sürece iyi olmaya devam edecektir.

 

Sonuç olarak bize barış olana barış, savaş olana savaş ilan ederiz. Ancak İslam Cumhuriyetine yönelik bazı ufak eleştirilerimiz olabilir. Irak’taki şehirler vurulduğunda vurulan şerhlerdeki mazlumların hakları talep edilmeliydi! Türkiye bile Tellafer vurulduğunda Türkmenlerin haklarını talep etti. Milletlerine mensup kimselere gösterdikleri ihtimamı kanıtladı! Amerikan güçlerine sınırlarımızı tamamen kaparız, dediler.

 

Sonuç olarak İslam için, mazlum ve mustaz’afların hakları için mücadele eden devleti destekliyoruz. Hangi devlet veya şahıs mustaz’af ve mazlumlara savaş açarsa, İslam’a savaş açarsa ona karşı dururuz. Irak halkının bu noktadaki duruşu birçok tarihi örnekliğe sahiptir. İngiliz güçleri, Osmanlı güçlerini İslam topraklarından çıkarmak için geldiklerinde, Osmanlı İslam ve Arap topraklarına birçok zulümlerde bulunduğu halde Necef uleması meselenin İslamî yönlü olduğunu düşündüklerinden Osmanlı’dan yana taraf almışlardı. İngiliz güçleri Haçlı ve Yahudi arka plana sahipti. Birçok zarar ve eziyet veren Osmanlı güçleri Müslüman olduğu için her şeye rağmen İslam adını, mezhebimizin adını korumak için Necef uleması olarak Osmanlı’ya destek verdik. Sonuç olarak Allah’tan yana olan hangi yönse, mustaz’aftan yana olan hangi yönse biz o yönden yanayız!

 

Birkaç gün önce Seyyid Sadr “Şeref Sözleşmesi” adı altında bir sözleşme ilan etti. Bu sözleşmenin içerisinde, Amerikan güçlerinin çekilme takvimi ve Irak Devleti tarafından kesinlikle Siyonist oluşumun (İsrail) tanınmaması gibi konular yer alıyordu. Hekimi dâhil birçok grubun katıldığı bu sözleşmeye İslamî Sünnî güçlerin katılmadığını gözlemledik. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?

 

Raid El-Kazımî: Seyyid Mukteda Sadr’ı Allah muhafaza etsin. O Müslümanlarla, İslamî oluşumlarla, Irak halkıyla birlikte olmuştur. Seyyid bir konferans düzenlediğinde, bu mahiyette sözleşmeleri ortaya koyduğunda onlar da desteklemeliydi, katılmalıydı. Bu bizim en büyük problemlerimizden biridir. Herkes Seyyid’in konumunu bilmektedir. İşgal güçlerinin Irak’tan çekilme takvimini talep eden ilk kişi kendisidir. Bundan iki üç ay sonra diğer akımlar böylesi bir takvimden bahsetmişlerdi. Hüsnü zanda bulunsak dahi son durum bizleri gerçekten üzdü. Zira hepsi Seyyid’in kimliğini, duruşunu biliyorlardı.

 

Son olarak Türk halkına söyleyecekleriniz nelerdir?

 

Raid El-Kazımî: Bizler Türk halkının çoğunu Müslüman olarak biliyoruz. Dolayısıyla onların İslamî önderliklerle sıkı ilişkiler kurmalarını, İslamî bir metot benimsemelerini diliyoruz.

 

Kardeşimin dediği gibi Türkiye’nin Müslüman olduğunu biliyoruz, İslam Hilafetinin merkezinin Türkiye’de olmasıyla övünüyorduk. Ancak İslam beldesi olan bu İslam ülkesinin hâlihazırda Avrupa birliğine girmek için garip bir tamah içerisine girdiğini görüyoruz. Bu gerçekten utanılacak bir durumdur! Bunun yerine Türkiye’nin İslam Dünyası’na dönmesi daha iyi olurdu. Zira Türkiye’nin İslam ülkelerine, İslam ülkelerinin de Türkiye’ye ihtiyacı vardır. Bu kadar güce ve Müslüman halka sahip olmasına rağmen Haçlı, Siyonist işbirliğine girişmesi gerçekten de esef vericidir. Buna Müslüman halk razı olmamalıdır.

 

Ayrıca Türkiye devletinin, Irak’ın birliğinin bozulmaması meselesini uluslar arası gündemde sıcak tutmasını bekliyoruz. Türkiye devletinin de Irak’ın bölünmesinin uygun olmadığını anladığını sanıyoruz. Bu mesele, özellikle sınır meselesi gerçekten önemlidir.

 

Bir de Kürt kardeşlerimizden şunu rica ediyoruz: İslam oluşlarını, vatanlarının maslahatını, kavmiyetlerinin önüne geçirsinler. İster Türkiye’de, ister Irak’ta, ister İran ve Suriye’de olsun tüm Kürtlerden bunu rica diyoruz. Zira Mossad gibi Siyonist ve diğer bazı kirli ellerin Kuzey Irak’ta oyunlar oynadığını biliyoruz. Bu güçler kavimlerin birliğini bozmaktan başka bir isteğe sahip değillerdir!

 

 

Röportaj: Furkan TORLAK

 

Fotoğraf: Enes GÜNAYDIN

 



Makaleler

Güncel