Suriye’de imkansız devrim 3

img
Suriye’de imkansız devrim 3 YDH

YDH- Pierre Piccinin’in 5 Şubat’ta Rotius International’de yayımlanan “Suriye: İmkansız ''Devrim'' Bütün propagandaların ve yorumlamaların ötesinde...” başlıklı yazı dizisinin üçüncü bölümünü yayımlıyoruz.




 

YDH- Pierre Piccinin’in 5 Şubat’ta Rotius International’de yayımlanan “Suriye: İmkansız ''Devrim'' Bütün propagandaların ve yorumlamaların ötesinde...” başlıklı yazı dizisinin üçüncü bölümünü yayımlıyoruz.

 

Batı kaynaklı bir müdahaleye bakış açısı

Belki de esas mesele bunun bir öneminin olup olmadığıdır.Bu bitmek tükenmek bilmeyen basın savaşındadört bir yandan gelen ve doğruluğu kesin olmayan rakamlar hükümeti ve bazı muhalif akımları etkilemeye devam ediyor. Bu durum da müdahaleye imkan vermiyor.

Şüphesiz Libya'da hiç kimse benzeri bir sorgulama gerçekleştirmemişti rakamların doğruluğuyla ilgili olarak.

Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin 1973 sayılı kararıbir müdahalenin kapılarını açmış oldu. Bunun sonucunda resmi olarak öngörülmeyen şeyler de yaşandı tabii. Sirte şehri yerle bir edildi ve sivillerin korunması gerekiyorken Libya İnsan Hakları Ligi'ne bakılırsa altı bin insan hükümet eliylekatledildi.

Bugün bu haberin bir asparagas olduğunu artık biliyoruz. Özetle, Suriye konusunda da tıpkısının yapılmasını kimse engelleyemeyecek...

Ancak bununla birlikte böyle bir müdahalenin gerçekleştirilebilirliğini sorgulamak gerek. Böyle bir müdahale hakikaten mümkün olabilir mi?

Suriye,petrolünüİran'dantedarik edenbüyük tüketici Çin'in desteğini de arkasına alıyor. Çin de İran'a olası bir Batılı müdahaleye karşı başka bir istif kaynağı arayışında üstelik.

Rusya da arkasında Suriye'nin; Camp Davidanlaşmalarının gerçekleştirildiği 1978 yılında, yani hem Mısır ve Amerika'nın yakınlaştıkları, hem de Kahire ve Tel Aviv arasında barışbayraklarının dalgalandığı sıralarda Moskova Ortadoğu'daki bu savaşı kaybetti.

Bölgedeki tek müttefiki artık Suriye. Rusya'nın dizginlerini eline alalıberi Vlademir Putin, Yeltsin yıllarından miras kalan hasarları gidermeye uğraşıyor. Rusya'yı dünya güçlerinden, en azından bölgedeki güçlerden biri yapmaya çalışıyor.

Böylece, Fransızlar ve Türkler kasım ayında Suriye'ye ortak bir müdahalenin yollarını aradılar. Rusya ise boş durmadı.Suriye limanlarına gönderdiği savaş gemileriyle bölgedeki sınırlarını belirledi. Mesaj açık bir biçimde anlaşılmıştı.

Rusya ve Çin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin iki daimi üyesi ve Suriye'ye olası bir müdahale durumunda veto haklarını kullanacakları kesin. Buna karşın böyle bir müdahale gerçekleştirilecek olursa Rusya'nın dişlerini göstereceği su götürmez bir gerçek. Tıpkı 2003 yılında BM'nin onayı olmadan Irak'ta veya Kosova'nın ''bağımsızlık'' denilen sürecinde yaşadıkları gibi.

Çin ve Rusya bunun ötesinde 1996 Şanghay İşbirliği Örgütü bünyesinde de müttefikler, ki İran örgüte 2005 yılında gözlemci olarak dahil edildi.

Bu anlaşma NATO'nun Çin-Rusya şekli gibi betimleniyor. 2002 yılında yapılan değişiklerle ise Amerika nezdinde ''anti-hegemonik'' olarak tanımlanmıştır. Suriye bu bağlamda birincil öncelikli mesele haline gelmiştir.

Fakat bütün bu değerlendirmelerin ötesinde esas sorun nispeten basit.Hiçbir Batılı ülke, hatta İsrail bile Suriye'deki Baas rejimini yıkmayı hedeflemiyor.

Libya'da ise bu muhteşem Atlantik müdahalesinin amaçları açık seçik görülüyordu.Muammer Kaddafi petrolle ve gazla geçinen toplumlara köklü işlem kontratları dayatmıştı.

Bu da Libya devletine göz ardı edilemeyecek kar payı sağlayıp nüfusa sosyal yardım adı altında dağıtılmasını öngörüyordu. (Parasız eğitim, parasız sağlık, parasız enerji vb.)

“Arap Baharı”ve ülkenin bir bölümünde türeyen sorunların ardından ilgili devletlerin Libya'ya karışması ve müdahalesi mümkün oldu. Daha sonra ekonomik liberalizme daha uygun bir yönetim gelebilmesi için hükümet düşürüldü.

Hatta Kaddafi'nin düşürülmesinden önce savaşın ilk kurşununu atan Fransa, Trablus'ta kurulan Ulusal Geçiş konseyi ile petrol antlaşmaları imzalamıştı.

Suriye'de ise Batılıları ilgilendiren benzer şeyler bulunmuyor. Hatta tam tersine.

Suriye çok da zengin bir ülke değil. Ürettiği petrolün yüzde 98'ini satıyor ve Avrupalı devletlerin Suriye ile ilişkileri her zaman iyi bir düzeyde olmuştur. Avrupa Birliği tarafından ortaya konmayan etkin yaptırımlar da bunun bir kanıtı.

AB Suriye'den petrol tedarik etme konusunu ertelemiş ve bunu karara bağlamıştı. Fakat Şam üretimini diğer kanallardan ilerletmesini bildi. Dolayısıyla karşımızda Baas rejimi için gerçek bir sonuca bağlanmayan sandalye kapma yarışının olduğunu söyleyebiliriz.

Birleşmiş Milletler siyaseti çerçevesinde olaya yaklaştığımızda Baasçı Suriye uzunca bir süredir düşman olarak görülmüyor. 11 Eylül 2001 saldırıları ertesinde BM ile Suriye arasında birçok antlaşma kaleme alındı ve ortak düşmanlar gün yüzüne çıkmış oldu:Radikal İslamcılar.

Böylece Guantanamo'da tutulan mahkumlar sorgulama ve işkence için Suriye'ye gönderildi. İki ülkenin gizli servisleri şahane bir işbirliği içindelerdi!

Daha sonra 2005 yılında Amerika'nın büyük müttefiki Sarkozy Fransa'sı Lübnan özel yetkili mahkemesi üzerinden Suriye'ye baskı yaptı. Lübnan Başbakanı Refik el-Hariri suikastıylailgili olarak Suriye hükümeti suçlanmaktaydı.

Eşzamanlı olarak Amerika da başı çeken Arap müttefiki Suudi Arabistan'ı Suriye'ye ekonomik ve diplomatik yaptırımlar uygulaması konusunda teşvik etti. Bu aba altından sopa gösterme siyaseti Şam tarafından çok iyi anlaşıldı ve Washington'la yakınlaşmayı kabul etti. Nihayetinde özel yetkili mahkemeler suikastlailgili olarak bakışlarını Lübnan'da bulunan Hizbullah'a çevirdiler.

Ayrıca Suriye'yi allak bullak eden bu karışıklıklar Birleşmiş Milletler ile Şam arasındaki diplomatik ilişkilerde on sene sürecek bir tehlike doğurdu.

Sonunda İsrail Beşar el-Esad'ı somut bir müttefiki olarak görmeye başladı.Eğer Şam'daki antisiyonist söylemler varlığını sürdürürse somut bir faaliyet olarak İsrail'in Golan sınırındaki güvenliği kesinleşir.

Bu sınır Suriye tarafından gözlenmekte. Böylece 500binFilistinli mültecinin yaşadığı Suriye topraklarından İsrail'e yönelik bir saldırı söz konusu olamaz. Tel-Aviv bir iç savaşı ya da aynı şekilde karmaşalarla boğuşan komşusunda İslamcıların kol gezdiğini görmek istemez.

Batılı ülkeler rejime karşı bağlayıcı önlemler almamakla birlikte yukarıdan bakan bir umutla durumun normale dönmesini ve Suriye'ye yeniden düzenin gelmesini bekliyorlar.

Yalnızca ASL bünyesindeki uygulamasıyla Fransa'nın tutumu sorgulanabilir vaziyette. Bu tavır yalnızca Suriye'yi de kapsamıyor elbette.

Sarkozy hükümetinin Arap ülkelerinde süren isyanları desteklemek konusunda aceleci davrandığı söylenemez. Fransız Dış İşleri Bakanı Alliot-Marie'nin muhteşem sözlerini unutmak mümkün değil. Kendisi diktatör Bin Ali ve Libya hükümetine isyancıları kıskaca alabilmek için Fransız askerlerini bölgeye gönderme önerisinde bulunmuştu. Elbette sonrasında sözlerinin yanlış yorumlandığını savundu ancak Fransız hükümetinin seçimi açıktı.

En azından bu durumun başlarında Fransa'nın Libya konusunda sergilemiş olduğu tutum şaşırtıcıydı.BM'ye Libya'ya yapılacak olası bir müdahale ve çözüm için destek veren yine Fransa'ydı. Bu dönemde Alliot-Marie ve Alain Juppe'nin döktüğü ecel terleri kurumadı daha. Güvenlik Konseyi'ni kendilerini desteklemeye ikna edemeseler de Fransızların amacı ayan beyan ortadaydı.

Buna karşın halen açıklığa kavuşmamış noktalar da mevcut Libya konusunda. Ağustos ayında Bingazi'de Ulusal Geçiş Konseyibünyesindeki yabancı diplomatların halihazırda olduğu bir toplantıya katıldım.

Toplantı Trablus'a gerçekleştirilen saldırıdan hemen önce yapıldı. Ulusal Geçiş KonseyiBaşkanı Mustafa Abdulcelil tamamıylapaniklemiş haldeydi.Üç yüz kadar silahlı İslamcının kentin üzerine yürümekte olduğunu henüz öğrenmiştik. Hem de kimse başlarında kim olduğunu, onları kimin yönlendirdiğini bilmiyordu. Amaçları ise meçhuldü.

Bu yüzden Ulusal Geçiş Konseyiİslamcılar tarafından dağıtılmamak için Trablus üzerine saldırılması emrini vermişti öngörülen tarihten üç hafta kadar önce hem de! Daha sonra öğrendiğimiz üzere bu silahlı İslamcıların mali destekçisi Katar olmuştu. İngiliz bir diplomat ''Fransızların hazır ve durumun farkında olduğu ve Katar ile birlikte hareket ettiği'' dile getirilince epey alındı, ''Bize bir uyarıda bulunulmadı''dedi.

Sarkozy ve Katar Emiri arasındaki yakın ilişkiler zaten bilinmekte. Lakin yine de henüz bütün kartların masaya dökülmediği bu oyunda her şey açık seçik görülemiyor.

Katar ''Arap Baharı''nda hemmekan, hemde zaman…Bunu hem Kahire'de, hem Tunus'ta, hem de Libya'da gözlemledim. Katar uydu televizyonu el-Cezire sayesinde kamuoyunu etkiliyor ve isyancıları mali açıdan destekliyor.

Bunu aynı şekilde Suriye'de de gördüm: bazı muhalefet yanlısı gösterilerde Katar bayrakları dalgalandırılıyordu ve ne Tunus'ta ne de Libya'da olmadığı kadar yüzsüzce bir propaganda sürdürülüyordu Beşar el-Esad rejimine karşı el-Cezire tarafından. Şam yönetimine olan güveni zedelemek için rejimin bütün “yanlış”tarafları gözler önüne seriliyordu.

Fransa'nın Suriye'ye karşı olan bu tavrıyla Katar'daki uygulamanın iki ülke liderleri arasında süregelen sıkı ilişkilerle bir alakası var mı?

Bilgimiz dahilinde olan bir mevzu da her şeyin mümkün olduğu yönünde. Fransızlar yeni bir hipotez üretmek için yeniden harekete geçebilir. Ancak Fransa ve Katar'ın ortak amaçlarını, nasıl anlaşacaklarını, üstelik Katar gibi küçük -ama gaz rezervleri bakımından hayli zengin olan- bir ülkenin ''Arap Baharı''nda niçin böyle bir rol oynamak istediğini anlayamayız. (Seçici bir rol: El Cezire,Fas'ta 20 Şubat'ta meydana gelen olaylarınve Bahreyn'deki gösterilerinüstünü örttü. Suudi tankları tarafından desteklenen kanda ezilmiş ve Amerika'nın Bahreyn'deki beşinci filosu hala orada).

Büyük müttefiki Amerika'nın izlediği siyasetle Katar'ın sorunsalı daha da karmaşık. Bütününebakıldığında bir kısmının kontrolü ele alınmış gibi görünse de hepsi bir satranç tahtasına benzeyen ''Büyük Ortadoğu'' hayali uğruna.

Ancak Ortadoğu’nun zorluğu işte tam da burada.Amerika'nın bir diğer büyük müttefiki Suudi Arabistan, Washington'un her daim en azılı düşmanı ve tehdidi olan radikal İslamcılığı mali yönden desteklemedi mi sanki?

Bundan böyle mesele kahramanların Suriye krizi için üretecekleri yeni çıkış yollarıyla biçimlenecek. Ülkeyi bunaltan örtük iç savaşa bir son verme amacıyla dönüşü olmayan bir yola girilebilir ve bir kere girildi mi ulus çapında olası bir uzlaşmanın da kapıları kapanmış olur.

Baas hükümeti diyalog çağrılarını arttırdı, hapisteki birçok siyasi suçluyu serbest bıraktı. Birçok ödün vermediği kararnameleri resmen ilan etti, demokrasiye doğru bir geçiş başlatmış oldu. Lakin bu geçiş süreci sancılı ve çatışması kaçınılmaz olacak. İktidarı elinde bulunduranlarsa hiçbir endişe taşımıyor.

Buna karşın hükümet Humus ve sınır boylarındaki silahlı isyancılara karşı kapalı ve ödün vermez  tutumu sürdürüyor. Ülkedeki otoriteyi korumak istediğini dile getirmekten çekinmediği gibi ödün vermezliğini de haykıran bir muhalefetten söz ediyoruz. Beşar El Esad'ın ve etrafındakilerin aslında uzlaşmaya hiç de niyetli olmadıklarını göstermek istiyorlar.

Fakat mesele Suriye hükümetine uygulanabilecek gibi değil; muhalefet uzlaşmayı kabul etmek zorunda. Oysa ne var ki isyancıların içinde bulunanlar “Beşşar gitmeli” diyerek bunu reddetmekte. Hatta aralarında bulunan radikal kesimler onun idamını bile istiyorlar...

Ne olursa olsun yaşanan sıkıntılardan bir yıl sonra savaşpropagandaları şiddetlenmiş ve her taraftan verilen kayıplar, ölen insanlar artmışkenve her geçen gün toplum bölünmekteyken öyle görülüyor ki Suriye'de gerçekleşmesi beklenen devrim ''imkansız'' görünüyor.

Son.

Çeviren: Simge Özdemir