Cumhurbaşkanlığı seçimi ve Hizbullah’ın bir sonraki savaşa en güçlü aktör olarak girecek olmasının zaferi

24 Kasım’dan önce Mişel Süleyman’ın cumhurbaşkanlığı konusunda uzlaşmaya varılması durumunda bu, Hizbullah’ın 1701 sayılı karardaki zaferine benzer bir zafer kazanması anlamına gelecek. Yani sahip olduklarını kaybetmemiş olmanın ve bir sonraki savaşa en güçlü aktör olarak girecek olmanın zaferi.

Lübnan cumhurbaşkanlığı seçimi ile yaşanan gelişmeler, sadece ülke içindeki siyasi partilerin güç ve iktidar mücadelesiyle sınırlanarak açıklanamayacak kadar bölgesel ve uluslar arası boyutlar taşıyor. Dolayısıyla seçim sonuçlarının en az yerel beklentiler kadar Lübnan’la ilgili bölgesel ve uluslar arası beklentiler üzerinde de belirleyici rol oynayacağı söylenebilir.

 

Lübnan’da son üç yıl boyunca yaşanan gelişmelerde ülkeye yönelen bölgesel ve uluslar arası müdahaleler ile bu müdahalelere karşı geliştirilen yerel direnç belirleyici oldu. Binaenaleyh 1559 sayılı Güvenlik Konseyi kararı, Temmuz Savaşı ve 1701 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararı gibi son üç yıl içinde Lübnan’ı derinden etkileyen dış müdahalelerin yarattığı gelişmeler, bu müdahaleleri destekleyen yerel aktörlerle buna direnen aktörlerin mücadelesi şeklinde tezahür etti.   

 

Refik Hariri cinayetinden Suriye’nin sorumlu tutulması ve Suriye ordusunun Lübnan’dan çıkarılmasıyla Hizbullah’ın silahsızlandırılmasını öngören 1559 sayılı Güvenlik Konseyi kararı, ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın Temmuz Savaşı sırasında açıkça dile getireceği tasarlanan “Yeni Ortadoğu”nun Lübnan’a yönelik ilk adımlarıydı.

 

Lübnan’daki taifeciliğe dayalı siyasi sistem sayesinde ve 1559 sayılı kararın yarattığı Suriye karşıtı siyasal ve psikolojik zeminde parlamento çoğunluğunu ele geçiren 14 Martçı grup, Yeni Ortadoğu’yu tasarlayanların Beyrut’taki şövalyeleri haline geldi. Suriye karşıtlığı konusunda ulusalcı bir siyasi dil kullanan 14 Martçılar,

 

1-Suriye ordusunun Lübnan’dan çıkarılması,

2-Refik Hariri cinayeti konusunda uluslar arası mahkeme kurulması,

3-Cumhurbaşkanı Emil Lahud’un görevden alınması,

4-Ülkenin güneyini İsrail işgalinden kurtaran Hizbullah’ın silahsızlandırılması,

5-Ülkenin güneyine ve kuzeyine (Suriye sınırına) çok uluslu güç yerleştirilmesi gibi konularda adeta ABD ve İsrail’in Beyrut’taki sözcüleri gibi davranmaya başladı.

 

ABD’nin 1559 desteğine ve 14 Martçıların sahip olduğu parlamento ve iktidar gücüne rağmen Suriye ordusunun Lübnan’dan çıkarılması dışında yukarıda geçen beş hedeften hiçbiri gerçekleştirilememişti.

 

İsrail, ABD’nin ve 14 Martçıların 1559 sayılı karar konusunda yaşadığı tıkanığı, 2006 yılında giriştiği Temmuz Savaşı’yla açmaya çalıştı. Bu savaş, İsrail’in Hizbullah’ın iki askerini esir alması karşılığında sergilediği bir savunma refleksi değildi. Binaenaleyh Hizbullah’ın “Doğru Vaat” adlı askeri operasyonunun İsrail yönetiminin 2006 Ekimi için planladığı savaşı 12 Temmuz’a çekmesine sebep olduğu İsrailli yetkililer tarafından itiraf edildi.

 

Temmuz Savaşı’nın 1559’un uygulanmasının önündeki engelleri ortadan kaldırmak üzere yapıldığı ve 1559 sayılı kararın Lübnan’da doğuracağı sonuçların hangi büyük proje için önemli olduğu ABD Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice’ın savaş sırasında “Yeni Ortadoğu”dan söz etmesi sayesinde anlaşıldı.

 

1- Hizbullah’ın askeri kapasitesinin yok edilmesi,

2- Hizbullah güçlerinin Litani Nehri’nin kuzeyine sürülmesi,

3- Kuzey’de Suriye güneyde de İsrail sınırına yerleştirilecek çok uluslu güçle Hizbullah’ın, silahsızlandırılması ve İsrail güvenliğinin sağlanması Temmuz Savaşı’nın stratejik hedefleri olarak ortaya kondu.

 

Bunlar, 1559 sayılı Güvenlik Konseyi kararı ile siyasi yollarla gerçekleştirilmeye çalışılan hedeflerdi ve İsrail’in bu savaştan zaferle çıkması durumunda Cumhurbaşkanı Emil Lahud’un devrilmesi ve özellikle buna payanda kılınan Refik Hariri cinayeti konusundaki uluslar arası mahkeme de kendiliğinden elde edilecek kazanımlar olacaktı.

 

1559 sayılı kararla ortaya konan hedefler Temmuz Savaşı ile de gerçekleştirilmedi ve 1701 sayılı BM Güvenlik Konseyi Kararı “Yeni Ortadoğu” projesini oldukça gerileten bir durum yarattı. Çünkü ne Hizbullah’ın askeri kapasitesine zarar verilebildi, ne Hizbullah’ı silahsızlandırma misyonuyla bir çok uluslu güç yerleştirilebildi ne de Hizbullah’a silah sevkıyatının yapıldığı iddia edilen Suriye sınırı kontrol altına alınabildi.

 

Bu sebeplerle Hizbullah, 33 günlük savaş sonunda bu hedeflerin hiçbirinin gerçekleştirilmesine izin vermemiş olmasından hareketle zaferi kendisinin kazandığını; Winograd Komisyonu da öngördüğü hiçbir hedefi gerçekleştirememesinden, Hizbullah füzelerinden halkını koruyamamasından ve 1559’la öngörülen hedeflerin 1701’le gerçekleştirilememiş olmasından dolayı İsrail’in savaşta yenildiğini ifade etti.

 

Bununla birlikte gerek Hizbullah ve gerekse “Yeni Ortadoğu” projesinin mimarları, 1701’in soruna ilişkin bir nokta değil, noktalı virgül olduğunun bilinciyle yeni sürece hazırlandı. 1701’in yürürlüğe girmesinden ve UNIFIL ile Lübnan ordusunun güneye yerleştirilmesinden hemen sonra dikkatini askeri savunmadan iç politika alanına yönelten Hizbullah, ulusal birlik hükümeti konusunu söz konusu ederek bölge dışı güçlerin noktalı virgülden sonra atacağı adımları önlemeye yönelik hazırlıklara başladığını gösterdi.

 

Çünkü ABD tarafından desteklenen hükümetin görev süresi dolmadan önce Direnişi destekleyen Cumhurbaşkanı Emil Lahud’un görev süresi sona erecek ve yeni cumhurbaşkanı parlamentoda ve hükümette çoğunlukta bulunan 14 Martçılar tarafından seçilecekti. Lübnan ordusunun bağlı bulunduğu cumhurbaşkanının ABD tarafından desteklenen 14 Martçılar tarafından seçilmesi, 1559’la, Temmuz Savaşı’yla ve 1701’le gerçekleştirilemeyen Hizbullah’ın silahsızlandırılması hedefinin iç politikadaki manevralarla gerçekleştirilmesi gündeme gelecekti.

 

Hizbullah, yeni cumhurbaşkanının bu parlamento ve bu hükümetle seçilmesini önlemek için ulusal birlik hükümeti kurulmasını, seçim yasasındaki demokratik temsili önleyen maddelerin değiştirilmesini ve erken seçimlere gidilmesini isteyerek siyasi bir direniş başlattı.

 

Buna karşın; ABD, Fransa ve Arap ülkeleri ise Beyrut’taki müttefikleri olan 14 Martçılara verdikleri destekle en azından cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar hükümeti ayakta tutmaya ve Hizbullah’ın hedeflerinin gerçekleşmesini önlemeye çalıştı.

 

Hizbullah, Emel ve Mişel Aun liderliğindeki Ulusal Özgürlük Hareketi’nin hükümete karşı başlattığı sivil gösterileri, iç savaş zeminine çekebileceklerinin işaretini vererek sokak çatışmaları yaratan 14 Martçılar, “uluslar arası güçlerin Beyrut’taki şövalyeleri” nitelemesini haklı çıkardılar ve muhaliflerin kitlesel gösterilerini Riyad es-Sulh Meydanı’ndaki protesto çadırlarına hapsetmeyi başardılar.

 

Yaşanan Irak tecrübesiyle sorunun bir mezhep savaşı düzlemine çekilebileceğinden endişe eden Hizbullah liderliğindeki muhaliflerin, gösterilerin düzeyini Riyad es-Sulh Meydanı’ndaki grev çadırlarında sembolik düzeye düşürmeleri; ABD’ye, Arap müttefiklere ve 14 Martçılara, cumhurbaşkanlığı seçimlerine kadar zaman kazandırmış oldu.

 

Cumhurbaşkanlığı seçim sürecine yukarıda özetlenen siyasal zeminde giren Lübnan’da bu makam her iki taraf açısından da stratejik bir kale olarak görülüyor. Muhaliflerin elinde şu silahlar bulunuyor:

 

1-Halk desteği,

2-Mevcut cumhurbaşkanı

3-Ordu

4-Meclis Başkanlığı

 

Hükümet yanlıları ise

1-Hükümet,

2-Parlamento çoğunluğu

3-Uluslar arası destek’ten oluşan silahlara sahip.

 

Seçimi parlamentonun yapacak olması hükümet yanlılarının güçlü yanını oluştururken, cumhurbaşkanının parlamentonun üçte ikisinin oyuyla seçileceğini belirten anayasanın 49. maddesi, güçleri eşitliyor.

 

Zira 128 sandalyeli Lübnan parlamentosu, 14 Martçı milletvekillerinden Antuan Ganim’in geçtiğimiz haftalarda bombalı bir saldırı sonucu öldürülmesi üzerine 127’ye düşerken; hükümet yanlıları 68, 14 sandalyeye sahip Hizbullah liderliğindeki muhalifler ise 58 milletvekiline sahip bulunuyor.

 

Mevcut parlamento aritmetiği ile anayasanın 49. maddesine uygun bir cumhurbaşkanının seçilemeyecek olması, hükümet yanlılarını anayasayı tevil yoluna götürdü ve üçte iki oranının sadece ilk turda geçerli olduğunu, diğer turlarda yüzde 51 oyun yeterli olacağını iddia etmesine sebep olduysa da 24 Eylül’de parlamento oturumuna katılmayan muhalifler birinci turun gerçekleşmesine bile izin vermeyerek seçim sürecini kilitleyebileceklerini göstermiş oldu.

 

Aslında seçimler öncesinde başta usul tartışmaları olmak üzere kartlarını açarak güç gösterisinde bulunan taraflar, seçimin bu noktada kilitleneceğinin işaretlerini vermiş rest aşamasında atacakları adımları dahi sergilemekten geri durmamışlardı.

 

Meclis Başkanı Nebih Berri’nin parlamentoyu açmayacağı varsayımını bile hesaba katan hükümet yanlıları, seçimi meclis dışında bir mekanda ve yüzde 51 oyla yapacaklarını söylerken, Cumhurbaşkanı Emil Lahud, tüm kesimlerin temsilini öngören Taif Anlaşması gereği mevcut hükümetin yasadışı olduğunu belirterek yetkilerini bu hükümete devretmeyeceğini ve Ordu Komutanı Mişel Süleyman başkanlığında ikinci bir hükümet atayacağını söyleyerek 14 Martçıları uzlaşmaya zorlamıştı.

 

Ulusal birlik hükümeti kurmakta ve erken seçimlere gitmekte başarılı olamayan muhalifler, taraflar arası güç dengesinden kaynaklanan çözümsüzlüğü aşmak için bu kez uzlaşma çağrısı yaptılar. Meclis Başkanı Nebih Berri, hükümet yanlılarının cumhurbaşkanlığı konusunda uzlaşmaya yanaşması durumunda muhaliflerin ulusal birlik hükümeti talebini geri alacağını ve protesto gösterilerine son vereceğini açıklayarak çözüm yönünde bir zemin yarattı.

 

Filistin’deki Gazze ve Ramallah yönetimleri gibi iki hükümetli bir siyasi krize, daha da kötüsü iç savaş ihtimaline kapı aralayan siyasi bunalım, cumhurbaşkanlığı seçimlerinin muhaliflerin boykotu sebebiyle asla gerçekleştirilemeyeceğini kesinleştirdi.

 

23 Ekim’e ertelenen seçimler konusunda artık uzlaşma mesajları veriliyor. Meclis Başkanı Nebih Berri, en büyük 14 Martçı grup olan el-Mustakbel’in lideri Sa’d Hariri ve Marunilerin ruhani lideri Nasrullah Sufeyr, seçim konusunda uzlaşma mesajı veriyor ve yeni cumhurbaşkanının 24 Kasım’da sona erecek olan yasal seçim sürecinden önce seçileceğini ifade ediyor.

 

Cumhurbaşkanlığı seçimi konusunda uzlaşma kavramının devreye girmesi ile 14 Martçıların adayları olan Butros Harb, Nesib Lahud ve Robert Ganim’in olduğu kadar muhaliflerin adayı olan Mişel Aun’un da seçilme şansı kalmamış oluyor.

 

Bu durumda Maruni bir Hıristiyan’ın cumhurbaşkanı seçilmesini öngören Lübnan’daki yasalar gereği üzerinde uzlaşılabilecek en güçlü aday Ordu Komutanı Mişel Süleyman olarak gözüküyor.

 

24 Kasım’dan önce Mişel Süleyman’ın cumhurbaşkanlığı konusunda uzlaşmaya varılması durumunda bu, Hizbullah’ın 1701 sayılı karardaki zaferine benzer bir zafer kazanması anlamına gelecek. Yani sahip olduklarını kaybetmemiş olmanın ve bir sonraki savaşa en güçlü aktör olarak girecek olmanın zaferi.