İmad Muğniye terörü ve Hizbullah’ın iç savaşı önleme çabası

Hizbullah’ın, İmad Muğniye teröründen İsrail’i sorumlu tutan açıklaması, Muğniye’nin öldürülmesi dolayısıyla oluşan toplumsal öfkenin, iç savaş tehditleri yapan hükümet kanadına ve onların temsil ettiği toplumsal kesimlere yönelmesini önlemeye yönelik gözüküyor.

Lübnan, 14 Şubat 2005’te bombalı bir saldırı sonucu hayatını kaybeden eski Başbakanlardan Refik Hariri’nin öldürülmesinin üçüncü yıldönümünü dolayısıyla düzenlenecek anma törenlerine hazırlanırken, 12 Şubat gecesi Hizbullah’ın üst düzey komutanlarından İmad Muğniye’ye yönelik terör saldırısıyla sarsıldı.

 

Refik Hariri cinayetinden sonra Lübnan’da ve bölgede yaşanan gelişmeler, bu terörist saldırının bölgenin 11 Eylül’ü olduğunu söyleyenleri haklı çıkaracak bir seyir izledi.

 

Refik Hariri cinayetinden Suriye’yi sorumlu tutan ABD ve Fransa, BM Güvenlik Konseyi’nden Suriye askerlerinin Lübnan’dan çıkarılmasını ve Hizbullah’ın silahsızlandırılmasını öngören 1559 sayılı kararı çıkarmakta zorlanmadı.

 

Hariri cinayeti sebebiyle yöneltilen suçlamaların ve 1559 sayılı Güvenlik Konseyi kararının yarattığı uluslar arası baskı, Suriye’yi Lübnan’daki askerlerini çekmeye mecbur bıraktı ve Lübnan’da bugünkü hükümetin kurulmasıyla sonuçlanan siyasi atmosferi yarattıysa da, öngörülenin aksine Suriye ordusunun Lübnan’dan çekilmesiyle, Hizbullah’ın bu ülkedeki siyasi ve askeri nüfuzu kırılamadı.

 

Suriye ordusunun çıkarılmasına ve Batı yanlısı Sinyora hükümetinin kurulmasına rağmen Hizbullah’ı silahsızlandıracak sürecin başlatılamaması, Winograd raporuna da yansıdığı üzere İsrail’in 33 günlük Temmuz Savaşı’nı planlamasına sebep olmuştu.

 

Hizbullah’ın iki İsrail askerini esir alması sebebiyle planlanandan önce başlatılan savaşın öncelikli hedefinin Hizbullah’ın askeri gücünü yok etmek, bu gücü İsrail-Lübnan sınırının 30 kilometre paralelindeki Litani Nehri’nin kuzeyine hapsetmek ve uluslar arası güç eliyle Hizbullah’ın tamamen silahsızlandırılmasını sağlamak olduğu İsrailli yetkililer tarafından dile getirilmişti.

 

Lübnan savaşında yaşanan başarısızlığın sebeplerini araştıran Winograd Komisyonu, en az İsrailliler kadar Lübnan’da iktidarda olan 14 Martçı grupların ve bazı Arap ülkelerinin de gerçekleşmesini istediği bu hedeflerin hiçbirinin gerçekleştirilemediğini bir buçuk yıllık bir soruşturma sonucu yayımladığı raporla belgelemiş oldu.

 

İsrail’in güvenliğinin sağlanması bakımından ABD’nin Lübnan stratejisinin önceliğini oluşturan Hizbullah’ın silahsızlandırılması, Güvenlik Konseyi gibi uluslar arası baskı araçlarıyla, bölgedeki Arap rejimlerinin siyasi desteğiyle, İsrail’in askeri müdahalesiyle ve Lübnan içindeki 14 Martçı grupların siyasi manevralarıyla gerçekleştirilememiş; Lübnan satrancında artık cumhurbaşkanlığı makamı üzerinden son hamleler ortaya konmaya başlanmıştı.

 

Hizbullah liderliğindeki muhalif partilerin ulusal birlik hükümeti kurulması yönündeki talepleri ve muhalif bakanların kabineden ayrılmasından sonra ülkede başlayan siyasi bunalım, görev süresi 25 Kasım’da sona eren Emil Lahud’un cumhurbaşkanlığından ayrılmasından sonra daha da derinleşti ve Lübnan Hariri cinayetinden sonra yaşanan bunalımlarla kıyaslanmayacak ölçekte büyük bunalımların eşiğine sürüklendi.

 

Toplumsal çoğunluğa sahip olan muhalif partilerin ulusal birlik hükümeti kurulması, erken seçimlere gidilmesi ve cumhurbaşkanının uzlaşmayla seçilmesi yönündeki taleplerine ABD baskısıyla direnen hükümet yanlıları, Fransa ve Arap Birliği tarafından getirilen çözüm planlarını bile çıkmaza soktu.

 

Fransa’nın girişimiyle Ordu Komutanı Mişel Süleyman’ın cumhurbaşkanlığına seçilmesi konusunda varılan uzlaşma, ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı David Welch’in, 14 Martçılara yaptığı baskıyla neredeyse rafa kaldırılırken, Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa’nın son çözüm planı da yine Welch’in hükümet kanadına yaptığı baskılarla başarısız oldu.

 

Fransa ve Arap Birliği tarafından söz konusu edilen çözüm planlarının müzakere edildiği son birkaç aylık süre içerisinde iç savaşa davetiye çıkaran cinayetler işlendi. En büyük Hıristiyan grup olan muhalif Ulusal Özgürlük Hareketi Lideri Mişel Aun’a yakınlığıyla bilinen ve Mişel Süleyman’ın cumhurbaşkanı seçilmesi durumunda da ordu Komutanlığına getirilmesi beklenen General Fransua el-Hac’a yapılan bombalı saldırıyı, Refik Hariri cinayetini soruşturan ve Hariri grubuna yakınlığıyla bilinen istihbarat yetkilisi Visam İyd'in öldürülmesi izledi.

 

Siyasi bunalımın tam anlamıyla kördüğüme dönüştüğü Lübnan’da ekonomik sıkıntılar, dayanılmaz hale gelmeye başladı ve düzenlenen grevler ve sokak gösterileri, Mar Mikhail kilisesi önünde 8 kişinin ölümüyle sonuçlanan “Kara Pazar”la bunalımın artık toplumsal bir kaosa yöneldiğini ortaya koydu.

 

Yaklaşık iki hafta önce Beyrut’un eş-Şiyah semtinde yaşanan “Kara Pazar” olaylarında halkın üzerine ateş açanların henüz mahkeme süreci bile başlamadan, hükümet kanadından “Lübnan Güçleri” Lideri Semir Caca ve İlerici Sosyalist Parti Lideri Velid Canbolat, iç savaş tehditleriyle toplumsal ve siyasi alanda yaşanan yangına benzin dökmeye başladı.

 

Hükümet yanlısı gruplar, Refik Hariri’nin öldürülmesinin üçüncü yıldönümü dolayısıyla 14 Şubat’ta büyük bir anma töreni düzenlemeye hazırlanırken, Hizbullah’ın üst düzey komutanlarından İmad Muğniye, 12 Şubat gecesi Suriye’de uğradığı terörist bir saldırı sonucu hayatını kaybetti.

 

Bu yazının yazıldığı 13 Şubat gecesi itibariyle Refik Hariri’yi anma törenleriyle İmad Muğniye’nin cenaze törenlerinin eş zamanlı olarak yapılacağı 14 Şubat’ta Lübnan’da nelerin yaşanabileceğini kestirmek oldukça zor.

 

Hizbullah’ın İmad Muğniye teröründen hemen sonra İsrail’i sorumlu tutan açıklaması, 14 Şubat’ın Lübnan’ın ikinci iç savaşının başlangıç tarihi olmasını önlemeye yönelik bir adım olarak okunabilir. Çünkü siyasi ve toplumsal açıdan son derece bunalımlı günler yaşayan ve çözüm yönünde hiçbir ümit ışığı bulunmayan Lübnan’da toplumsal galeyanın siyasi aktörlerin sağduyusunun oluşturduğu barajı yıkabilecek bir taşkınlıkta olduğu açıkça gözüküyor.

 

Kısaca özetlenmeye çalışılan süreç göz önünde bulundurulduğunda, Lübnan’daki tüm siyasi çözüm yollarını tıkayan Amerika’nın da Hizbullah’la yaptığı savaştaki başarısızlığın rövanşını almaya çalışan İsrail’in de Lübnan’da yaşanacak bir iç savaştan memnuniyet duyacakları söylenebilir.

 

Hizbullah’ın, İmad Muğniye teröründen İsrail’i sorumlu tutan açıklaması, Muğniye’nin öldürülmesi dolayısıyla oluşan toplumsal öfkenin, iç savaş tehditleri yapan hükümet kanadına ve onların temsil ettiği toplumsal kesimlere yönelmesini önlemeye yönelik gözüküyor.

 

Cenaze töreni sırasında video konferans aracılığıyla halka hitap edecek olan Hizbullah Genel Sekreteri Seyyid Hasan Nasrullah’ın söyleyecekleri son derece önemli olmakla birlikte saldırıdan İsrail’i sorumlu tutan Hizbullah’ın misillemeden söz etmemesi de oldukça dikkat çekicidir.

 

Bu veriler, İmad Muğniye’ye yönelik saldırının İsrail tarafından değil, ABD ve bazı Arap ülkelerinin istihbarat servisleri tarafından gerçekleştirilmiş olabileceğini ve Hizbullah’ın da bunu bilmesine rağmen, yukarıda söz konusu edilen gerekçelerden dolayı toplumsal öfkeyi ortak payda üzerine yönlendirmeyi uygun bulduğunu bu sebeple de İsrail’i hedef gösterdiğini düşündürtüyor.    

 

İmad Muğniye’ye yönelik saldırının Şam’da yapılmış olması, Suriye’nin istihbarat zafiyetini tartışmaya açarken, cinayet eğer gerçekten İsrail tarafından gerçekleştirilmişse bile İsrail’le bu konuda işbirliği yapan tetikçilerin ve onların arkasındaki yerel güçlerin orta vadede Suriye istihbaratı ve Hizbullah’ın hedefi haline gelmesi beklenebilir.

 

Son bir not: Suriye’de yayınlan Şam Press gazetesi, ismini vermediği Körfez’deki bazı Arap ülkelerinin Arap Birliği’nin Şam’da yapacağı toplantıdan rahatsızlık duyduğunu ve ABD ve Fransa’nın Lübnan konusunda Suriye’yi devre dışı bırakma çabası doğrultusunda bu toplantının ertelenmesine çalıştığını ve bu çerçevede de Lübnan’da yeni patlamalara şahit olunabileceğini yazdı.

 



Makaleler

Güncel