Şimdi İsrail’i örnek almaya var mısınız?

Asker cenaze törenlerinin şu ya da bu siyasi amaç için istismar edilmesini ve bu şekilde etle tırnak gibi iç içe geçmiş toplumsal kesimler arasında nefret yaratılmasını önlemenin tek yolu, hukuk devleti olmanın şeffaf kanallarına işlerlik kazandırmak değil midir?

Türkiye’de terör sorununun çözümünü askeri tedbirlerde ve sınır ötesi operasyonlarda görenler, İsrail’i örnek göstererek kendilerince bu tezlerini desteklemeye çalışırlar.

 

Düzenli orduya ve modern askeri teçhizatlara sahip olan İsrail’in, Filistinli silahlı gruplara operasyonlar düzenlemesi ve Lübnan’a savaş açması, bu tez sahiplerine göre Türkiye’nin terörle mücadelesinde örnek alınması gereken güvenlik politikası modelini oluşturuyor.

 

Onlara göre İsrail, Filistin’de ve Lübnan’da terörle mücadele ediyor ve bu mücadelesinde de öngördüğü güvenlik politikası bağlamında sınır ötesi operasyon ve askeri işgal de dahil olmak üzere tüm askeri seçenekleri kullanmaktan geri durmuyor.  

 

Türkiye’ye bu güvenlik politikası modelini örnek gösterenler, devlet aygıtına ve düzenli ordulara sahip olmaları bakımından Türkiye ve İsrail’i denklemin bir tarafına; Filistinli grupları, Hizbullah’ı ve PKK’yı da denklemin diğer tarafına yerleştirerek kendilerince -şekil bakımından- doğru bir analoji yapıyorlar.

 

Halbuki Türkiye’nin yaşadığı terör sorunu, ne şekil ne de mahiyet bakımından denkleminde İsrail’e yer veren bir analoji ile anlaşılıp çözümlenecek bir niteliğe sahip gözükmemektedir.

 

1-İsrail, Balfour deklarasyonunun yarattığı irade ile, dışarıdan getirilmiş insan unsurlarıyla ve BM kararıyla kurulmuş uluslar arası bir projedir.

 

2-İsrail, bölgesel ve uluslar arası meşruluğu bir yana, kendisi tarafından bile ilan edilmiş muayyen sınırlara sahip değildir. Binaenaleyh, 2005’te Gazze’den çekilme sürecinde İsrail’de sınırların tek taraflı olarak belirlenmesi yönünde ortaya atılan; ancak hiçbir sonuca ulaşmayan iç tartışmalar oldukça dikkat çekicidir. Yani İsrail, tek taraflı olarak bile belirleyebildiği sınırlardan yoksun bir fiili durum rejimidir.      

 

3-Coğrafi sınırları da tıpkı devlet olarak varlığı gibi fiili durumlara, savaşlara ve işgallere dayalı İsrail’in bizatihi kendisi, bölgedeki terör olgusunun ontolojik sebebidir.

 

Bu çerçevede Türkiye, tarihsel geçmişi, coğrafi sınırları, bölgesel barış ve istikrara katkısı ve meşruiyeti bakımından İsrail’le ne şekil ne de mahiyet bakımından bir benzerlik göstermektedir.

 

Mahiyet ve şekil bakımından doğru bir analoji yapılmak istenirse Türkiye, Filistin ve Lübnan denklemin bir tarafına, İsrail ve PKK ise diğer tarafına yerleştirilmelidir. Çünkü;

 

1-Türkiye, Filistin ve Lübnan halkları, bulundukları bölgede inkar edilemeyecek bir tarihsel geçmişe sahiptir.

 

2-Türkiye, Lübnan ve Filistin, yerel, bölgesel ve uluslar arası bakımdan meşru ve muayyen bir coğrafyaya sahiptir.

 

3-Türkiye, Lübnan ve Filistin, bölgedeki varlığını hiçbir uluslar arası gücün müdahalesine, savaşa, işgale, fiili duruma veya BM kararına borçlu değildir. Bu üç ülke de bölgenin tarihsel ve asli unsurlarıdır.

 

4-Gerek İsrail ve gerekse PKK, “vatansız bir halka, halksız bir vatan” ideolojisi çerçevesinde yeni bir ulus inşası projesi öngörmektedir.

 

5-Gerek İsrail ve gerekse PKK, mahiyet ve ideoloji bakımından bölgeye yabancı varlıklarını tarihsel, mitolojik veya ideolojik gerekçelerle temellendirmeye, millet ve yurt olgularının nesnel şartlarını ise savaşla ve uluslar arası konjonktürle gerçekleştirmeye çalışmaktadır.

 

6-İsrail, Balfour deklarasyonunun, Filistin’deki İngiliz manda yönetiminin ve BM kararlarının sonuca ulaşmış; PKK ise Birinci Dünya Savaşı galiplerinin “Şark Meselesi” adlı sonuca ulaşmayı bekleyen projesinin ürünüdür.

 

Türkiye ile İsrail arasında devlet aygıtına ve düzenli ordulara sahip olmaları bakımından benzerlik kurup, Türkiye’ye sınır ve hukuk tanımazlık konusunda İsrail’i örnek gösterenlerin, yapılan askeri operasyonların sonuçlarını değerlendirme, sorgulanmaya açık bir şeffaflık gösterme bakımından neden kıyaslamadıkları ve şekilsel de olsa hukuk devleti olma yönüyle neden örnek göstermedikleri oldukça düşündürücüdür.

 

Lübnan sınırını ihlal ettiği için iki askeri Hizbullah tarafından esir alınan İsrail’in ABD’nin “Yeni Ortadoğu Projesi” çerçevesinde Lübnan’a 33 gün süren bir savaş başlattığı ve sonunda da öngördüğü hiçbir siyasi ve askeri hedefi gerçekleştiremeden 1701 sayılı BM kararı çerçevesinde geri çekildiği biliniyor.

 

Ancak İsrail’deki “hukuk devleti aygıtı” sınır ve hukuk tanımazlığın sonucu olarak başlatılan ve hiçbir askeri ve siyasi hedefi gerçekleştiremeden geri dönen İsrail hükümetini ve Genelkurmayını Eliyahu Winograd adlı emekli bir yargıç başkanlığında kurduğu bir komisyonla sorgulamış ve yaşanan başarısızlığın sorumlularından hesap sormuştur.

 

Winograd Komisyonu, 1 buçuk yıl süren soruşturma sonunda Hizbullah’la yaşanan 33 günlük savaşta İsrail ordusunun yenildiğini belirten bir rapor yayımlayarak, Kuzey Birlikleri Komutanı Udi Adam’ın, Genelkurmay Başkanı Dan Halutz’un ve Savunma Bakanı Amir Peretz’in görevine son verilmesini sağlayan süreci başlatarak kuşkusuz İsrail’e ve Siyonist ideolojiye ihanet etmiş olmadı.

 

Nitekim, şubat ayı başlarında yayımlanan nihai raporda savaştaki başarısızlığın baş aktörü olmasına rağmen Olmert hükümetinin düşmesini önleyecek yumuşak bir üslup kullanarak İsrail’deki egemen sistemin korunmasına yönelik hassasiyetini de açıkça ortaya koydu.

 

Bununla birlikte “her devletin ordusu vardır, İsrail ise ordunun devletidir” diye nitelenen bir devletin, hukukçulardan oluşan bir komisyon aracılığıyla savaşta başarısız olduğu tespitini yapmasından, başarısızlıklardan dersler çıkarmaya çalışmasından ve savaşın yönetiminden sorumlu en üst düzey yetkililerden hesap sormasından her hukuk devletinin alması gereken dersler bulunmaktadır.

 

Türkiye’de cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce siyasi hedefi son derece açık, ulusalcılık jargonu vurgulu bir terörle mücadele ve sınır ötesi operasyon talebi yükseltildi. Son genel seçimlerde kendi sürüsü gibi algıladığı seçmenin AKP’ye gösterdiği teveccühten sarsılan PKK’nın tırmandırdığı terör eylemleri de, sınır ötesi operasyonun terör sorununu çözecek sihirli değnek olarak gösterilmesine yardımcı oldu.

 

Hükümet, bir buçuk aylık başarılı sayılabilecek bir uluslar arası çalışmayla sınır ötesi operasyona son derece elverişli bir diplomatik zemin hazırladı. Nitekim Türkiye, bu başarılı diplomatik çalışma sebebiyle sınır ötesi operasyon konusunda uluslar arası ve bölgesel hiçbir dirençle karşılaşmadı.

 

1990’lı yıllarda dönemin Irak yönetimiyle ikili anlaşmalar çerçevesinde yürütülen sınır ötesi operasyonlar konusunda bile büyük bir uluslar arası baskıyla karşılaşan Türkiye, ilk kez bu sınır ötesi operasyonda son derece rahat davranabilmesine imkan sağlayan siyasi ve diplomatik zemin kazanmış oldu.

 

ABD’nin teknoloji ve istihbarat konusunda verdiği destekle yürütülen hava operasyonları, 22 Şubat’ta kara harekatı şeklinde genişletildi.

 

Genelkurmay, kara harekatının hedefini “İcra edilen harekatın, bölgenin teröristler için kalıcı ve güvenli bir üs bölgesi olarak kullanılmasını önleyerek, Irak’ın istikrar ve iç barışına da katkı sağlayacağı değerlendirilmektedir”[1] cümlesiyle açıkladı.

 

Öngörülen hedefler gerçekleştirildiği için harekatı 29 Şubat’ta sonlandırdığını belirten Genelkurmay’ın sınır ötesi operasyonun sona erdirildiğiyle ilgili açıklaması[2], bunu Irak Dışişleri Bakanı Hoşyar Zebari’den ve Peşmerge Sözcüsü Cabbar Yaver’den öğrenen Türk kamuoyunu tatmin etmedi.

 

Çünkü, operasyonların kısa bir süre sonra bitirilmesini isteyen ABD Savunma Bakanı Robert Gates’le yaptığı görüşmeden sonra Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, “kısa sürenin izafi bir kavram olduğunu” belirtmiş bir yılın da bir günün de aynı kavramla ifade edilebileceğini söyleyerek harekatın uzun süreceği yönünde bir izlenim oluşturmuştu.

 

 

Büyükanıt’ın bu açıklamasının ardından akşam 17 sıralarında ABD Başkanı Bush’un “Türkiye, en kısa zamanda operasyonu sona erdirip çekilmeli” şeklindeki sözlerinin duyurulması ve bundan 11 saat sonra yani sabah saat 04’ten itibaren askerlerin geri dönmeye başlamış[3] olması, harekatın öngörülen hedefler gerçekleştirildiği için sona erdirildiğine inanılmasını güçleştirdi.

 

Bir haftalık harekatın “bölgenin teröristler için kalıcı ve güvenli bir üs bölgesi olarak kullanılmasını” ne kadar önleyeceği, “Irak’ın istikrar ve iç barışına” ne ölçüde katkı sağlayacağı, dolayısıyla da TSK’nın kara harekatının ne ölçüde başarılı olduğu ancak zamanla anlaşılabilecek.

 

Ancak, ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney’nin mart başlarında Türkiye’ye gelecek olması, Gates’in Genelkurmay Başbakanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt ile görüşmesinde, Afganistan'da Taliban'la savaşmak üzere, Türkiye'den "muharip asker" istemesi ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Büyükanıt’ın da, bu talebi son derece açık ve net bir şekilde reddetmesi[4], ABD’nin kara harekatına neden izin verdiğini ve daha sonra da neden bitirilmesini istediğini açıklar gözüküyor.

 

Türkiye’nin kara operasyonuna eğer Afganistan’a muharip asker gönderme pazarlığı sonucu izin verilmiş ve bu gerçekleşmeyince de harekatın bitirilmesi istenmişse, bu harekatla öngörülen hedeflerin başarıyla gerçekleştirildiğine inanmak oldukça güçleşiyor.

 

Sınır ötesi harekatının bağımsız, pazarlıksız bir şekilde ve ulusal iradeyle gerçekleştirilip gerçekleştirilmediği, bu harekatın sonunda ulaşılan hedeflerin Genelkurmay açıklamasıyla 27 güvenlik görevlisinin hayatını kaybetmesine teselli teşkil edecek büyüklükte olup olmadığı hiç kuşkusuz hukuk devletinin ön gördüğü şeffaflık ve cevap vericilikle aydınlığa kavuşturulabilir.

 

Asker cenaze törenlerinin şu ya da bu siyasi amaç için istismar edilmesini ve bu şekilde etle tırnak gibi iç içe geçmiş toplumsal kesimler arasında nefret yaratılmasını önlemenin tek yolu, hukuk devleti olmanın şeffaf kanallarına işlerlik kazandırmak değil midir?  

 

Türk gazetecileri, aydınları ve sivil toplum kuruluşları! Bu konuda İsrail’i örnek göstermeye ve bir “Winograd Komisyonu” kurulmasını teklif etmeye hazır mısınız?

 



[1]http://www.tsk.mil.tr/10_ARSIV/10_1_Basin_Yayin_Faaliyetleri/10_1_Basin_Aciklamalari/2008/BA_14.html

[2]http://www.tsk.mil.tr/10_ARSIV/10_1_Basin_Yayin_Faaliyetleri/10_1_Basin_Aciklamalari/2008/BA_25.html

[3] http://www.aksam.com.tr/haber.asp?a=110413,4

[4] http://www.hurriyet.com.tr/gundem/8335621.asp?m=1



Makaleler

Güncel