Sadr grubu ve güvenlik sorunları

Ulusal güvenlik güçlerinin işlevsizleştirilmesi ve merkezi yönetimin başarısız kılınması kendisine yar olmayan iktidarı başkasına yar etmeme stratejisi izleyen Baasçılarla, Irak üzerinde jeopolitik nüfuz kurmak isteyen bölge güçlerinin kullandığı terörist grupların stratejisidir.

Muhammed Bakır es-Sadr, İmam Musa Sadr ve Seyyid Sadık es-Sadr gibi siyasi profili yüksek din alimleri yetiştiren Sadr ailesinin sadece Irak’ta değil tüm Şii dünyasında ciddi bir nüfuzunun olduğu biliniyor.

 

Şia ilmi havzası kriterleri çerçevesinde kendisine dini otorite niteliği kazandıracak bir ilmi kariyerinin bulunmamasına rağmen, Mukteda Sadr’ın 2003’teki ABD işgalinden sonra dini ve toplumsal bir önder olarak temayüz etmesinde mensubu olduğu aile nüfuzunun son derece önemli bir etkisinin olduğu söylenebilir.

 

Babası Seyyid Sadık es-Sadr’ın kendi döneminde iki taklit merciinden biri olması ve Saddam rejimine açık muhalefetinden dolayı “Havza-yı Natıka” (konuşan, itiraz eden, tepki gösteren havza) diye adlandırılması ve bu özelliğinden dolayı da Saddam rejiminin terörüne kurban gitmesi, Mukteda Sadr’ın 2003’ten sonra yaşananlara itiraz edip tepki gösteren yığınlar nezdinde bir lider haline gelmesinde etkili oldu.

 

Irak’ta, Saddam rejimi döneminde havza-yı ilmiyelerin güvenliği ve korunması gerekçesiyle siyaset dışı bir tutum izleyen Ayetullah Sistani, o dönemde “Susan Havza” suçlamasına maruz kaldıysa da Necef ilmi havzasını ve dini kurumları Saddam rejiminden korumayı başarabildi.

 

Mart 2003’te başlayan savaş, Irak’a Saddam dönemiyle kıyaslanmayacak iki büyük sorun dayatmış, Irak halkı işgal ve iç savaş bunalımıyla karşı karşıya kalmıştı.

 

Büyük kitleler, işgalin ve onun yarattığı mezhebi şiddetin kurbanı olurken, kimi toplumsal ve siyasi gruplar, yaşanan şiddet ve kaos ortamından yararlanarak güç ve iktidar kazanmak, kimisi ise kendince bu ortamı silahlı direnişle çözmek adına silaha başvurdu.

 

Ellerine silah almış olmaktan dolayı biçimce aynı olsalar da niyet ve hedef bakımından birbirinden tamamen farklı olan bu gruplar, sonuç itibariyle toplumsal ayrışmayı, etnik ve mezhebi nefretleri ve kaosu derinleştirme bakımından aynı paralele düşüyorlardı.

 

Çünkü her iki taraf da dillendirdikleri etnik, mezhebi, ideolojik veya siyasi sloganlardan dolayı bunalımların mağduru olan halk yığınlarından destekçi bulabiliyor; böylece ülkenin başta ulusal bütünlük olmak üzere tüm değerleri hoyratça aşındırılıyordu.

 

Dini otoritelere göre ise; yerel, bölgesel ve uluslar arası faktörler sebebiyle etnik, mezhebi ve siyasi karşıtlıkların tırmandırıldığı Irak’ta işgal ve iç savaş bunalımının çözümü için silaha başvurmak sadece bu bunalımları derinleştirmeye sebep oluyordu.

 

Altıncı yılına girilen işgal sürecinde Irak’ın, büyük bir iç savaşın eşiğine gelmesinde amacı ve hedefi her ne olursa olsun silaha sarılan grupların payı ne ölçüde büyükse, etnik ve mezhebi silahlı güçlere karşı ulusal kurumları ve güçleri destekleyen dini otoritelerin iç savaşı önlemedeki rolü de o ölçüde büyük oldu.

 

Çünkü adına direniş denerek yüceltilen silahlı gruplar, Irak’taki tüm etnik ve mezhebi kesimleri kucaklayan ve namlusunu sadece işgal güçlerine çeviren homojen bir örgütlülüğe ve liderliğe sahip olmadığı gibi bu doğrultuda hareket etmeyi sağlayacak toplumsal ve siyasal araçlardan da mahrum bulunuyordu ve her silaha sarılan grubun silahlı karşıtını yaratması ülkenin iç savaşa sürüklemesi riskini artıyordu.

 

Irak’taki farklı etnik ve mezhebi unsurları güçle dahi olsa bir arada tutan merkezi yönetim işgal sonrasında devrilince, ülkedeki farklı etnik ve mezhebi kesimlerin güç ve iktidar mücadelesi söz konusu olmuş ve eline silah alan her grubun her adımı, diğer bir grup tarafından doğal olarak kendisine yönelik bir tehdit olarak gözükmüştü.

 

Daha somut bir ifadeyle el-Kaide gibi Irak’a bölgesel jeopolitik hesaplarla dışarıdan sokulan gruplarla siyasal yollarla iktidara ulaşma umudunu kaybeden Baasçıların belli bir kesimin siyasal önderliğini üstlenmek için diğer bir kesimi hedef alan terör eylemleri başlatması, diğer kesimleri de bunların yaptığına benzer eylemlere tahrik ediyordu.   

 

Başta Ayetullah Sistani olmak üzere Necef uleması, karşıtını tahrik edip besleyen hiçbir silahlı oluşumu onaylamayarak ve tüm milis gruplarına eşit şekilde müdahale edecek merkezi yönetimi ve ulusal güvenlik güçlerini destekleyerek ulusal bütünlüğü koruma stratejisi izledi.

 

Merkezi yönetimin ve ulusal güvenlik güçlerinin işgalcilerin tasallutundan ve terör gruplarının saldırılarından halkı koruyamayacak kadar zayıf olması, geniş kitlelerin memnuniyetsizliğini arttırıp düzen ve asayiş umudunu kırarken bu durum aynı zamanda halkı milis grupları aracılığıyla ihkak-ı hak düşüncesine sevk ediyordu.

 

Ulusal güvenlik güçlerinin işlevsizleştirilmesi ve merkezi yönetimin başarısız kılınması kendisine yar olmayan iktidarı başkasına yar etmeme stratejisi izleyen Baasçılarla, Irak üzerinde jeopolitik nüfuz kurmak isteyen bölge güçlerinin kullandığı terörist grupların stratejisiydi.

 

Bütün bunlara rağmen, başta Saddam Hüseyin olmak üzere eski rejim liderlerinin idam edilmesiyle Baas rejimin yeninden iktidar olabileceğinden umudunu yitiren kesimlerin “Uyanış Konseyleri” adıyla saf değiştirmesi, ülkede güvenlik ve istikrara ciddi oranda olumlu katkı sağladı.

 

Ülkenin el-Enbar, Selahaddin ve Diyala gibi Sünni nüfusun yoğun olduğu bölgelerde kurulan Uyanış Konseyleri’nin terörist unsurları Musul’a hapsetmesi sebebiyle merkezi yönetimin ciddi bir istikrar kazanması söz konusu ise de Uyanış Konseyleri’nin halen bir milis gücü statüsünde bulunması ve ulusal güvenlik güçleri içerisinde eritilememesi, potansiyel istikrarsızlık tehdidinin devam ettiği anlamına geliyor.

 

Öte yandan başta Samerra’daki Askeriyeyn saldırısı olmak üzere ülkeyi iç savaşa sürükleyecek terörist eylemlerin zirvede olduğu 2006 yılı içerisinde ulusal güvenlik güçlerinin yetersizliğinden ve merkezi yönetimin güvenlik sorunlarına çözüm bulamamasından dolayı güçlenen Mehdi Ordusu gibi milis güçler ciddi bir güvenlik sorunu haline gelmiş bulunuyor.

 

Mehdi Ordusu’nun Irak parlamentosunda temsil edilen yasal bir siyasi gruba ait olması, bu milis güçlerinin bir güvenlik sorunu haline gelmesini önleyemedi. Binaenaleyh Iraklılara silah çekenlerin Mehdi Ordusu içerisinde barındırılmaması konusunda son derece kararlı mesajlar veren Mukteda Sadr’ın tüm çabalarına rağmen Mehdi Ordusu’nun çeşitli güvenlik sorunlarına sebep olması, grup üzerindeki kontrolü tartışmalı kılıyordu.

 

İmam Mehdi’nin doğum günü münasebetiyle 15 Şaban’da Kerbela’da düzenlenen törenlerde 100’e yakın Iraklının ölümüne sebep olan çatışmaların Mehdi Ordusu’na mensup olduğunu iddia eden kişilerin Harem’e silahlarıyla girme ısrarından dolayı patlak vermesi, Mukteda Sadr’ın radikal bir karar almasına sebep oldu.

 

Mukteda Sadr, bu olaydan sonra hem grubu üzerindeki kontrolünü test etmek hem de örgütün ilkelerini çiğneyerek Iraklılara silah çekenleri ayıklamak için 6 aylık silah bırakma kararı verdi.

 

Sünni bölgelerde Uyanış Konseyleri’nin hükümet yanında yer alması, Şii bölgelerde de Mukteda Sadr’ın 6 ay süreyle silah bırakma kararı, Irak’taki güvenlik sorunlarını yüzde 90’lara varan oranlarda azalttı.

 

Fakat 6 aylık sürenin bitmesine yaklaşılmasıyla birlikte Sadr Hareketi içerisinde örneğin Salah el-Ubeydi gibi üst düzey isimler, ABD ve Irak güvenlik güçlerinin Basra ve Bağdat’ta Sadr Hareketi mensuplarına keyfi saldırılar düzenlediğini belirterek silah bırakma kararının uzatılmamasını isteyen açıklamalarda bulundu.[1]

 

Hareket içerisindeki ateşkes kararının uzatılmaması yönündeki tüm baskılara rağmen Mukteda Sadr, ateşkesi 6 ay süreyle daha uzatmakla kalmadı Mehdi Ordusu’nun silahlı bir milis olmaktan çıkarılarak Bedir örgütü gibi dini ve kültürel bir örgüt haline dönüştürülmesi kararını verdi.[2]  

 

Nitekim Mukteda Sadr, Sadr Hareketi’nin yapısında da radikal değişikliklere giderek tek adam liderliğini sona erdirme ve hareketin idaresini başkanlık kuruluna bırakma mesajları verdi.[3]  

 

Bütün bunlardan daha önce de, Mehdi Ordusu 6 aylık ateşkes süresi içinde örneğin Basra ve Nasıriye’de “Ensaru’l Mehdi” adlı sapkın terörist gruba karşı Irak güvenlik güçlerine destek vermiş ve Basra’da önde gelen dini ve toplumsal şahsiyetlerin kişisel korumasını üstlenebileceğini açıklamıştı.

Sadr Hareketi’nin Irak güvenlik güçlerine yardımcı olmaya başlamasından ve Mehdi Ordusu konusunda radikal değişikliklere gitme kararı almasından sonra Irak Başbakanı Nuri el-Maliki, petrol kaçakçılığından adam kaçırma ve siyasi cinayetlere kadar bir dizi güvenlik sorununa sebep olan ve milis gruplarıyla iç içe geçmiş organize suç örgütlerine yönelik müdahale talimatı verdi.

 

Silah bırakma kararını 6 ay daha uzatan ve Mehdi Ordusu’nu dini ve kültürel bir örgüte dönüştürmeyi amaçlayan Sadr grubunun Maliki’nin Basra konusundaki talimatından sonra Basra’da yeniden silaha sarılması Bağdat’ta ise kitlesel gösterilere ve grevlere başvurması çok anlaşılır gözükmüyor.

 

Güvenlik sorunlarından dolayı serbestçe dolaşamayan ve bazı rivayetlere göre ise tahsil için İran’da bulunan Mukteda Sadr’ın hareket içindeki gelişmelerin uzağında bulunduğu dolayısıyla da kontrolü sağlamakta zorlandığı izlenimi oluşuyor.

 

Hükümetin Basra’daki operasyonlarla Sadr Hareketi’nin hedef alınmadığını, operasyonların buradaki organize suç örgütlerinin dağıtılmasını ve kentte güvenliğin sağlanmasını hedeflediğini açıklamasına rağmen[4] Basra’da Irak güvenlik güçleriyle silahlı çatışmaya girilmesi ve Bağdat’ta da doğrudan Maliki’yi hedef alan gösteriler düzenlenmesi, Sadr grubu içinde Mehdi Ordusu konusunda alınan kararı baltalamaya çalışan çevrelerin operasyonu olarak gözüküyor.

 

Nitekim Basra’da tıpkı terörist unsurlar gibi Irak güvenlik güçleriyle çatışmaya girmenin ya da Bağdat’ta Mukteda Sadr resimleriyle Maliki aleyhine kitlesel gösteriler düzenlemenin Sadr Hareketi’ne ve ülkeye bir fayda gelmeyeceğini gören Mukteda Sadr, güvenlik güçleriyle taraftarları arasındaki silahlı çatışmaların barışçı bir şekilde sona erdirilmesini ve sorunun siyasi yollarla çözülmesini istedi.[5]

 

Elbette Sadr Hareketi şemsiyesi altında silah ve şiddet yoluyla kişisel veya grupsal çıkarlarını temin etmek için hareketin silah ve şiddetten uzaklaşmasını önlemeye çalışan kişiler bulunduğu gibi, Sadr grubunu şiddete sevk ederek Irak güvenlik güçleriyle ve Yüksek İslami Konsey’le karşı karşıya getirmeye ve ülkenin çıkarları için birlikte hareket etmesi gereken grupları birbirine düşürmeye çalışan karanlık eller de var.


 


[1] http://www.yakindoguhaber.com/haber_detay.php?haber_id=4366 http://www.yakindoguhaber.com/haber_detay.php?haber_id=4401  

[2] http://www.yakindoguhaber.com/haber_detay.php?haber_id=4555

[3] http://www.yakindoguhaber.com/haber_detay.php?haber_id=4555

[4] http://www.mehrnews.com/fa/newsdetail.aspx?NewsID=657695

[5] http://www.yakindoguhaber.com/haber_detay.php?haber_id=4719



Makaleler

Güncel