"Dostlar"ın "ahlaksız" ahlakçılığı, Rusya’nın "ahlaklı" çıkarcılığı

Suriye’deki süreç, “Dostların” değil, Rusya’nın çözüm modeline göre şekillenseydi, “Dostlar” “akan kan, sızlayan vicdan ve ahlak” söylemi üzerine kurdukları stratejik çıkarlarını kaybederdi; ancak kazanan Suriye ve bölge olurdu.

 

 

Geçtiğimiz haftanın Türk dış politikasını ilgilendiren en önemli gelişmesi, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Türkiye ziyareti oldu.

Ancak resmi ağızlar ve ana akım medya, Putin’in ziyaretinin ikili ilişkiler boyutuyla değil, Suriye politikalarına yansıyan boyutuyla ilgilendiler.

Türkiye’deki resmi ve gayri resmi çevreler, başından beri Suriye sorununun dış müdahale ve şiddetle değil, siyasi diyalogla çözümlenebileceğini savunan Rusya’nın, Putin-Erdoğan görüşmesinden sonra “doğru yolu” bulduğunu ima etti ve “ağız değiştirdiğini”[1] öne sürdü.

Onlara göre Putin’in İstanbul’da “Suriye’nin avukatı değiliz”[2] demesinden ve "Biz, bu sorunu hem insani açıdan hem diğer açılardan görüştük. Suriye'deki olaylarla ilgili pozisyonlarımız birbirine benziyor. Suriye'nin geleceğiyle ilgili pozisyonlarımız aynı ama 'Suriye'nin geleceği hangi metotlarla oluşturulabilir?' bu konuda farklılıklarımız söz konusu. Sayın Başbakan'la gerçekleştirdiğimiz görüşmeler sırasında yeni fikirler üretildi. Biz bu fikirler üzerinde çalışacağız."[3] şeklindeki açıklamalarından Rusya’nın “ağız değiştirdiği” ya da en azından “Putin’in İstanbul’daki sözleriyle Esad’sız bir geçiş dönemine yeşil ışık yakabileceği”[4] sonucu çıkıyordu.

Müttefikini her an satabilen Rusya algısı

Rusya’nın dış politika davranışıyla ilgili çok sık dile getirilen bir yoruma göre Ruslar uluslar arası meselelerde Amerika’ya karşı önce bir süre direniyor, böylece pazarlık marjını yükseltiyor ve ardından da çıkarları doğrultusunda direncinden vaz geçerek pazarlık masasına oturuyor. Dolayısıyla Suriye konusunda da Amerika’ya karşı direnen Rusya, çıkarlarını garanti edecek şartların oluşması durumunda direncinden vazgeçip Suriye konusunda pazarlığa oturacaktır.

Elbette her ülke gibi Rusya’nın Suriye politikasını ulusal çıkarla üzerine bina ettiği de başta İran’ın nükleer programı olmak üzere birçok meselede, bu yorumu destekleyen tutum değişikliklerine gittiği de doğrudur. Dolayısıyla Rusya’nın da en az diğer ülkeler kadar şartlardaki değişime göre Suriye politikasında değişikliğe gitmesi ihtimal dahilindedir.

Ancak Putin’in Erdoğan’la görüşmesi sırasında “Suriye’nin avukatı olmadıklarını” ve Moskova ve Ankara’nın Suriye’deki olaylarla ilgili pozisyonlarının benzer olduğunu söylemesi, Rusya’nın Suriye politikasını değiştirdiğine dair bir delil olmaktan son derece uzak gözüküyor.

Çünkü;

1- Rusya’nın Suriye politikasını değiştirmesine gerekçe teşkil edecek hangi yeni şartların oluştuğu, Moskova’nın Suriye’deki çıkarlarını hangi gelişmelerle garanti altına aldığı ya da hangi zorlayıcı sebebin Moskova’yı politikasını değiştirerek süreci en az zararla atlatma düşüncesine sevk ettiği belirsizdir.

2- Rus yetkililerin Erdoğan’la görüşmeden önce de benzer açıklamalar yaptığı bilinmektedir. Örneğin Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov 1 Kasım’da (2011) Moskova’nın Beşşar Esed’i ve Şam yönetimini değil Suriye halkını desteklediklerini[5] söyledi. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin 1 Haziran’da “Suriye’de hiç kimseyi desteklemediklerini”[6] vurguladı. Yine Dışişleri Bakanı Lavrov, hem de Cenevre toplantısından iki gün önce “Rusya’nın Suriye’deki rejimin de Beşşar Esed’in de yakın dostu olmadığını”[7] dile getirdi.

Amerika ve müttefiklerinin Suriye konusunda muhalifleri, hatta silahlı grupları desteklemesine ve bunu da açıkça dile getirmelerine rağmen Rusya’nın Suriye’de herhangi bir tarafı desteklemediğini sürekli vurgulamak zorunda kalması, Suriye üzerine oynanan uluslar arası oyunda kullanılan argümanların niteliğinden kaynaklanıyor.

Amerika ve müttefiklerinin, Suriye üzerindeki stratejik hedeflerini “insani ve vicdani” argümanlarla gizlemesi ve sorunu “ahlaki” boyutlar üzerinden bir psikolojik savaş aracı haline getirmesi, Rusya’yı Suriye konusunda stratejik çıkarları arka plana iten ihtiyatlı bir dil kullanmaya mecbur ediyor.

Bununla birlikte Rus yetkililer, gerektiğinde Suriye üzerinden kendilerine yöneltilen psikolojik savaş ataklarına “edepsiz”[8] kelimesini kullanacak ölçüde sert cevaplar vermeyi de ihmal etmiyor.

Gücün mantığı ve “Dostların” kendilerini ofsayda düşüren Suriye politikası

Amerika ve müttefiklerinin Suriye konusunda oluşturduğu “Dostlar Grubu”, Suriye’deki sorunu bir “insan hakları” ve “demokrasi” sorunu; çözümü ise Şam yönetiminin devrilmesi olarak ortaya koydu.

“Dostlar’ın” soruna ve çözüme ilişkin yaptıkları bu tanım, siyasetin ve diplomasinin inceliklerinden değil, gücün mantığından kaynaklanıyordu; nitekim “insan haklarına”, “demokrasiye”, “vicdani ve ahlaki” pozisyonlara yaptıkları vurgular, sadece medya ile yönlendirilmeye elverişli halk yığınları üzerinde etkili olabilirken reel siyaset alanında kendilerini çelişkiye düşürmekten başka bir şeye yaramadı.

Nicelikleri ve uluslar arası alandaki güçleri sebebiyle şu an belirsiz gibi gözükse de “Dostların” soruna ve çözüme ilişkin yaptıkları tanımların kendilerini şu açılardan çelişkiye düşürdüğü söylenebilir:

1- “Dostlar” Suriye sorununa ilişkin “devrime” dayalı çözümleriyle kendilerini taraf haline getirmiş; dolayısıyla da bir iç sorunu, uluslar arası bunalım haline getirmekle kalmamış, uluslar arası bunalıma dönüştürdüğü bu sorunda hakem rolü oynamak için gerekli asgari şart olan “tarafsızlığı” kaybetmiş oldu.

2- Sorunun bir tarafı olarak muhalifleri örgütleyen ve onlara iktidar vaat eden “Dostlar”, muhalifleri ülkelerine karşı yabancılarla işbirliği yapan “hainler” konumuna düşürdü, Şam yönetimi ile muhalifler arasındaki diyalog zeminini ortadan kaldırarak Suriye’de barışçıl demokratik dönüşümü baltaladı. Dolayısıyla da Suriye’yi soruna ilişkin yaptıkları “demokrasi ve insan hakları” temelli çözüm hedefinden uzaklaştırdı.

3- Suriye’ye yönelik müdahalelerini “masum kanı akmasın” ve “şiddet dursun” argümanları üzerine bina eden “Dostlar”, muhalifleri silahlandırarak ve Şam yönetimine karşı açık bir vekalet savaşı başlatarak kendilerini, sürekli vurguladıkları “ahlaki ve vicdani” pozisyondan tamamen uzaklaştırmış oldu.

Çünkü "Dostlar", başlangıçta yönetimden kaynaklandığını iddia ettikleri tek taraflı şiddeti, muhalifleri silahlandırıp şiddete teşvik ederek çift taraflı hale getirmiş oldu, Suriye’yi iç savaşa sürükledi ve kan gölüne çevirdi.

Rusya’nın çıkarcılıkla suçlanan “ahlaki” pozisyonu

Rusya’nın Suriye konusunda “akan kan ve sızlayan vicdan” söylemini dillerinden düşürmeyen “Dostlar” tarafından “ahlaki” değil “çıkarcı” bir pozisyonda olmakla suçlandığı biliniyor.

Ancak Rusya, sadece “Dostlar” kadar stratejik çıkarlarını esas alan bir politika izlemekle birlikte, “kan, vicdan ve ahlakilik” argümanlarına dayalı psikolojik savaş araçlarını kullanmakta yetersiz kasa da gücün mantığına değil, siyasi inceliğe dayalı tutumuyla Dostların aksine “ahlaki” bir pozisyon kazanmayı başardı. Çünkü;

1- Rusya, sorunu Şam’ın, muhaliflerin demokratik değişim talebine direnmesinden kaynaklanan bir “iç sorun”; çözümü ise muhaliflerle Şam yönetiminin uzlaşması olarak tanımladı. Suriye’ye özgü bu iç sorunun uluslar arası müdahalelerle bunalıma dönüştürülmemesi gerektiğini vurguladı.

2- Rusya, “Dostların” aksine hem Şam yönetimiyle hem de muhaliflerle temas halinde olarak kendini açık bir taraf haline getirmedi; dolayısıyla “Dostların” aksine muhtemel bir siyasi çözüm sürecinde hakem pozisyonunu yitirmedi.

3- Dış müdahaleye ve şiddete karşı çıkarak Şam yönetimiyle muhalifleri diyaloga ve siyasi çözüme çağırdı. Örneğin Şam yönetimini, siyasi çözüm öneren Annan planına; hatta geçiş hükümeti  öneren Cenevre mutabakatına razı etti.

Kukusuz Suriye’deki süreç, Rusya’nın değil, “Dostlar”ın öngördüğü çözüm modeline göre gelişti.

“Dostların” çözüm modeli, yarattığı şiddet zemini sayesinde yönetimi güvenlik temelli politikalar uygulamaya cesaretlendirdi, demokratik değişimi imkansız hale getirdi ve Suriye’yi altyapısını tahrip eden bir iç savaşa sürükledi.

Suriye’deki süreç, “Dostların” değil, Rusya’nın çözüm modeline göre şekillense, şiddet dursa, muhaliflerle Şam yönetimi siyasi diyalog başlatsa, Cenevre mutabakatı çerçevesinde bir geçiş hükümeti kurulsa ve bu hükümet de ülkeyi uluslar arası gözlemcilerin de denetimine açık bir seçime taşısaydı ne kaybedilirdi?

Şüphesiz “Dostlar” “akan kan, sızlayan vicdan ve ahlak” söylemi üzerine kurdukları stratejik çıkarlarını kaybederdi; Rusya çıkarlarını koruduğu için, Suriye halkı demokratik haklarına kavuştuğu için ve bölge de barış içinde kaldığı için kazanmış olurdu.

Birkaç sene öncesine kadar tüm dış politika başarısını herkesle görüşebilmesiyle, bölgedeki nüfuzunu da dış müdahaleye karşı bölgeci tutumuyla izah eden Ankara'nın kazancı nerede araması gerektiğini yeniden düşünme vakti gelmedi mi? 

 


[1]http://www.haberturk.com/dunya/haber/799979-rusya-agiz-degistirdi

[2]http://haber.gazetevatan.com/suriyenin-avukati-degiliz/496969/1/G%C3%BCndem

[3]http://www.cnnturk.com/2012/guncel/12/03/turkiye.rusya.arasinda.suriye.catlagi/686997.0/index.html

[4]http://haber.stargazete.com/acikgorus/suriyede-sorunu-turkiye-ve-rusya-cozer/haber-710406

[5]http://www.rsfmradio.com/2012_11_15/Sergey-Lavrov-Besar-Esadi-desteklemiyoruz/

[6]http://www.iha.com.tr/putin-suriyede-kimseyi-desteklemiyoruz-229523-haber

[7]http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=21091245

[8]http://hurarsiv.hurriyet.com.tr/goster/ShowNew.aspx?id=20999765



Makaleler

Güncel