Suriye politikası ve Ankara’nın arabesk romantizmi

Erdoğan yönetiminin “ya benimsin ya toprağın” anlayışına dayalı arabesk romantizmi Suriye'yi gerçekten Türkiye'nin bir iç meselesi haline getirdi.

 

Ankara’nın Suriye’deki olaylarla ve Şam yönetimini ilgilendiren gelişmelerle ilgili ortaya koyduğu tavır, Suriye meselesinden en çok etkilenen devletin Türkiye olduğunu gösteriyor.

Ankara, “ikili angajman” adını verdiği süreçte[1] “Cumhurbaşkanı Beşşar Esed’e reform tavsiye etme ve kan dökülmeden krizi çözme” söylemiyle Suriye’ye müdahil olurken Suriye sorununu bir iç mesele[2] olarak nitelemişti.

Suriye ile ilişkilerinin her aşamasını abartılı bir romantizm üzerine kuran Erdoğan hükümetinin “iç mesele” vurgusuyla attığı her adım; Suriye’yi de, Türkiye’yi de bölgeyi de savaş iklimine sokan sonuçlar doğurdu.

Erdoğan hükümetinin Suriye ile ilişkilerinin her aşamasını abartılı bir romantizm üzerine kurduğu algısını oluşturan gelişmeler şunlar:

1- Muhteşem ilişki dönemi: Erdoğan yönetimi, Türkiye’nin 1990’ların sonunda savaşın eşiğinden döndüğü Suriye ile ilişkilerini kısa sürede sınırları kaldırıp ortak bakanlar kurulu toplantıları yapacak ölçüde geliştirdi.

Ancak çok kısa sürede varılan bu muhteşem seviye iki devlet arasındaki iyi ilişkileri sürdürülebilir kılan en temel faktör olan karşılıklı bağımlılık ilkesine dayanmıyordu.

Sadece ekonomik verileri göz önünde bulunduracak olursak, TÜİK verilerine göre Ankara-Şam ilişkilerinin zirvede olduğu 2010’da 2. Milyar 297 bin Dolar, 2011’de ise 1. Milyar 946 bin Dolarlık bir ticaret hacmi söz konusuydu. Öte yandan iki ülkenin bölgesel stratejileri ve uluslar arası müttefiklik ilişkileri de hiçbir benzerlik içermiyordu.

Karşılıklı bağımlılığın ve uluslar arası müttefiklik ilişkilerinin ikili ilişkilerin sürdürülebilir olmasında ne kadar önemli olduğunu anlayabilmek bakımından 2009’dan bu yana İsrail’le siyasi kriz yaşayan Erdoğan yönetiminin İsrail’le ekonomik ilişkilerde nasıl rekordan rekora koştuğunu ve 2012 yılı itibariyle ticaret hacmini 4 milyar Dolara[3] taşıdığını görmek gerekiyor.  

Özetle Şam’la ilişkilerinin en iyi olduğu dönemde Suriye ile ekonomik ilişkilerini, Tel Aviv’le ilişkilerinin en kötü döneminde İsrail’le ekonomik ilişkilerinin yarısı kadar geliştiremeyen Erdoğan yönetiminin “muhteşem Suriye dostluğunun” altyapısal bir gerçekliğe dayanmayan abartılı bir romantizm üzerine kurulduğu söylenebilir.

Dolaysıyla ikili ilişkilerin karşılıklı bağımlılığa dayanmayan salt abartılı bir romantizmden ibaret olmasının, Erdoğan yönetiminin “ikili angajman” aşamasında Şam üzerinde etkili olamamasının en önemli sebeplerinden biri olduğu ifade edilebilir.  

2- “İkili angajman” dönemi: Erdoğan yönetimi, Suriye’de isyanın başlamasından sonra ikili ilişkilerini kullanarak “Suriye’de kan akmasın” söylemiyle soruna tek taraflı olarak müdahil oldu. Herhangi bir dış müdahale talebi olmamasına rağmen başlangıçta Erdoğan yönetiminin müdahalesini Suriye’ye bir destek olarak gören Şam, Erdoğan yönetiminin tavsiyelerini müzakere etti.

Ancak Erdoğan yönetiminin Suriye sorununu bir “iç mesele” olarak tanımlaması ve sorunun çözümüne yönelik tavsiyelerini müzakere boyutundan çıkararak “Ankara’dan Şam valisine buyruk” düzeyine taşıması, Suriye’de iç “işlerine müdahale” algısı yarattı. Bu tavır da “iyiliğini buyurgan bir dayatmacılık”la yapmaya çalışan Erdoğan yönetimini, Suriye sorununa etki edebilecek bağımsız bir aktör olmaktan çıkardı.

3- “Arap Birliği ile birlikte hareket etme” aşaması: İkili ilişkilerini kullanarak Suriye üzerinde belirleyici olma niteliğini kaybeden Erdoğan yönetimi, bu aşamada, “Suriye’ye dış müdahale olmasın, sorunu aile içinde çözelim” söylemini kullanmaya başladı. Ancak Kasım 2011’de başlatılan Arap Birliği girişimi, Şam yönetimine “ya Yemen modeline uygun olarak gönüllü gidersin, ya da Libya modeliyle seni biz göndeririz” şeklinde bir “çözüm” sundu.

Muhaliflerin örgütlenmesi ve kurtarılmış bölge yaratma çabasıyla değerlendirilen müzakere süreçleri sonrasında “sorunu aile içinde çözmek” istediklerini belirten Türk ve Arap ortaklar, 4 Şubat 2012’de uluslar arası müdahale için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne koştu.

4- Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi aşaması: Suriye sorunun “dış müdahale olmadan aile içinde” çözülmesi söyleminin samimiyeti konusunda yeterince fikir veren bu aşamada Suriye’de Libya modeline uygun bir devrim için uluslar arası zemin oluşturulmaya çalışıldı. Erdoğan yönetiminin söylemi bu kez, “uluslar arası toplumun desteğiyle Suriye’deki insani trajediyi sona erdirmek, Suriye’yi demokrasiye kavuşturmak” şeklinde değişti. Bu aşamada Erdoğan yönetimine Suudi Arabistanlı ve Katarlı ortakları da eşlik etti.

5- Dostlar grubu aşaması: Çin ve Rusya’nın BM Güvenlik Konseyi’ndeki vetosu, Erdoğan yönetiminin Arap ve Batılı müttefiklerine Libya senaryosunu Suriye’de tekrar etme imkanı vermedi. Bu sebeple Erdoğan yönetiminin bu aşamadaki söylemi “Biz, Birleşmiş Milletler süreci tıkandı diye yerimizde oturup bu akan kanı seyredemezdik”[4] şeklinde değişti. 

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun Suriye konusunda izlediklerini açıkladığı dört aşamalı stratejik planın[5] dördüncü aşaması olan Dostlar grubunun oluşturulması aşaması, aslında Bush yönetiminin 2003 yılında Irak’ı işgal ederken kullandığı BM’yi bypass etme aşamasıydı. Ancak Erdoğan yönetiminin Arap müttefiklerinin Tunus’ta yapılan ilk Dostlar toplantısında Suriyeli muhalifleri silahlandırarak vekalet savaşı başlatılması önerisi, Suriye’de Libya şartları görmeyen Batılı müttefikler[6] tarafından kabul görmedi.

Batılı müttefikler bununla da kalmadı, Suriye sorununun yönetimle muhaliflerin diyaloguyla barışçı bir şekilde çözümünü öngören Annan planına destek verdi.[7]

6-Vekalet savaşı aşaması: Sorunun barışçı yollarla siyasi çözümünü öngören Annan planı, Erdoğan yönetimi ve Arap müttefiklerinin Suriye’de devrim hayalinin sonu anlamına geliyordu. Bu yüzden de Erdoğan yönetimi 10 Nisan’da yürürlüğe girecek Annan planını 9 Nisan’da “kadük ilan etti”[8] ve Amerika’daki başkanlık seçimleri öncesi iç siyasi şartları da kullanarak[9] 18 Temmuz itibariyle Suriye’de vekalet savaşı başlattı.

Erdoğan yönetiminin Suriye politikasını “ya benimsin ya toprağın” anlayışına dayalı bir arabesk romantizm üzerine kurduğunu düşündüren bu gelişmeler sonunda Suriye kan gölüne döndüğü doğru; ama bu sürecin uzamasıyla batmakta olan Suriye’nin yarattığı ağırlığın Türkiye’yi de batağa sürüklediği ortada.

Şam yönetiminin 3 ay içinde gideceği hesabıyla 2011’de Suriye’yi “iç mesele” ilan eden Erdoğan hükümeti, Türkiye’yi Suriye’deki vekalet savaşının en önemli parçası haline getirerek bunu başardı. Suriye’deki bunalım sürdükçe yükü ağırlaşan Erdoğan yönetimi, devrilmediği için Şam yönetimine[10], müdahale etmediği için Batılı dostlarına[11], tavrını değiştirmediği için de Rusya’ya[12] kızıyor.

Erdoğan yönetimi, Batılı Dostlarından tıpkı kendisi gibi Suriye sorununu bir “iç mesele” olarak görmesini istiyor. Ancak Suriye’de yıkım süreci uzadıkça, Suriye tahrip oldukça Şam yönetiminin kaderi her ne olursa olsun İsrail’in güvenliği açısından kazancına kazanç katan Batılı dostların acele etmesini ve taşın altına elini sokmasını gerektirecek herhangi bir durum yok.

Çünkü Suriye’nin geleceğiyle ilgili şu üç muhtemel senaryodan başka seçenek yok:

1- Vekalet savaşının yıllara yayılarak uzaması,

2- Şam yönetiminin Pirus zaferiyle ayakta kalması,

3- Muhaliflerin Pirus zaferiyle Şam yönetimini devirmesi.

Batılı dostlar açısından tümü bir kazanç olan bu senaryolardan hangisi gerçekleşirse gerçekleşsin Suriye, Türkiye’nin iç meselesi olmaya devam edecek gibi gözüküyor.

   


[1]Suriye’deki isyanın başladığı 18 Mart 2011’den, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun 9 Ağustos tarihli Şam ziyaretine kadar olan ilk 6 aylık dönem.

[2]http://www.akparti.org.tr/site/haberler/suriye-meselesi-bizim-ic-meselemizdir/11521

[3]http://ekonomi.haberturk.com/makro-ekonomi/haber/711412-israille-ticaretimiz-artti

[4]http://www.mfa.gov.tr/sayin-bakanimizin-esenboga-havalimaninda-duzenledigi-basin-toplantisi_-8-subat-2012_-ankara.tr.mfa

[5]http://yenisafak.com.tr/Politika/?t=23.03.2012&c=2&i=374082&k=f4

[6]http://www.cumhuriyet.com.tr/?hn=320528

[7]http://www.haberturk.com/dunya/haber/726824-bmden-annanin-suriye-planina-tam-destek

[8]http://www.cnnturk.com/2012/dunya/04/09/annan.plani.kaduk.oldu/656611.0/index.html

[9]http://www.aksam.com.tr/turkiye-israr-etti-abd-vuracak--111774h.html

[10]http://www.haber7.com/dis-politika/haber/964997-davutoglu-esedin-elini-sikmaktansa-istifa-ederim

[11]http://www.cnnturk.com/2011/turkiye/11/17/erdogandan.dunyaya.suriye.sitemi/637082.0/index.html

[12]http://www.hurriyet.com.tr/gundem/22163404.asp



Makaleler

Güncel