Seçimlerin eşiğinde İran siyasi manzarası

İran'daki mevcut aday profilleri dikkate alındığında seçimlerin 2. tura kalması durumunda bile iki adaydan mutlaka birinin reformcu, diğerinin ise İlkeci olacağının garantisi yok.

İran cumhurbaşkanlığı seçimlerine bir hafta kala ortaya çıkan manzara, neredeyse tüm adayların “meşruiyette” sağcılığa, söylem ve programda ise solculuğa sığındıklarını düşündürüyor.

Adayların devlet televizyonunda bireysel olarak katıldıkları programlarda ve toplu olarak yer aldıkları münazaralarda verdikleri mesajlar bu yargıyı doğrulayan örneklerle dolu.

İran’da “sağ” ve “sol” kavramlarının dünyadaki müteradifleriyle benzerliğinin sadece muhafazakarlık ya da değişim yanlılığı ile sınırlı olduğu düşünüldüğünde bu ülkedeki seçimlerde ideolojilerin değil, teknik düzeydeki yönetim anlayışlarının yarıştığı söylenebilir.

Dünyadakilerle ideolojik özdeşliği olan İran’daki sol fraksiyonların devrimden sonra yeni yönetimi şiddet yoluyla ele geçirme stratejisinde başarısız olmaları ve toplumsal tabanlarının sadece üniversite öğrencileriyle sınırlı olması tasfiye edilmelerini kolaylaştırdı.

Ancak bu durum devrimden sonra İslam Cumhuriyeti kuran İslamcıların özellikle ekonomi yönetimi bakımından dünyadaki müteradifleriyle paralellikler taşıyan sol ve sağ cenahlara ayrılmasını önleyemedi.

Nitekim yeni yönetimde özel teşebbüsü sınırlamaktan ve bir çeşit ekonomik devletçiliği savunan “Mecme-yi Ruhaniyun-ı Mobariz”[1] İran’a özgü solun, bunun aksini savunan “Mecme-yi Ruhaniyet-i Mobariz”[2] ise İran’a özgü sağın temsilcisi olarak ortaya çıktı.

İran’da devrim sonrasında -kendine özgü şartlardan dolayı- Beni Sadr ve Ali Recai istisna edilecek olursa 1997’ye kadar meclisteki sandalye çoğunluğu birkaç defa el değiştirmiş olsa da cumhurbaşkanları hep sağ cenahtan oldu.

Reform söyleminden karşı devrim algısına

Muhammed Hatemi’yi iktidara getiren 1997 seçimleri sırasında “sağ” ve “sol” cenahların “usulgera/ilkeci/muhafazakar” ve “ıslahtaleb/reformcu” diye isimlendirilmelerinde, sol cenahın 8 yıllık savaş ve onarım/inşa süreçlerinin kendine özgü olağanüstü şartlarının geride kaldığını öne sürerek ülkenin normalleştirilmesi için reform önermesi, sağ cenahın da reform önerisine şüpheyle bakması etkili oldu.

Muhammed Hatemi başkanlığındaki solcu/reformcu yönetim, “siyasal kalkınma” söylemli 8 yıllık iktidar döneminde dış politikada “gerginliklerin giderilmesine”, iç politikada da bireysel özgürlüklerin ve sivil toplumun geliştirilmesine vurgu yaptı.

Solcu/Reformcular, içeride “devrim, savaş, onarım ve inşa” dönemlerinin kendine özgü olağanüstü şartlarının, dışarıda ise Soğuk Savaş’ın sona erdiğine dikkat çekip reformlar aracılığıyla gerçekleştirilecek kontrollü değişimin devrimin ve ülkenin sigortası olacağını savunurken; Sağcı/İlkeciler, reform söylemini bir tür yumuşak “karşı devrim” olarak algıladı ve buna reaksiyon gösterdi.

11 Eylül’den sonra Afganistan’a, ardından Irak’a askeri müdahalede bulunan Amerika’nın nükleer programı gerekçesiyle İran’ı açıkça tehdit etmeye başlaması, Reformcuların normalleşme ve açıklık politikalarına yönelik şüpheleri arttırırken, İlkecilerin güvenlik eksenli tezleri halkta destek bulmaya başladı.

Reformculuğun asimetrisi: Yeni muhafazakarlık

Dolayısıyla da 2005 seçimlerinde iç politikada dini değerlere dış politikada ise onura ve ofansifliğe vurgu yapan Mahmud Ahmedinejad’ı iktidara taşıdı.

Ahmedinejad’ın ilk dört yıllık “ilkeci” iktidarı, söylemin eyleme ters orantılı yansıması bakımından Hatemi’nin reformcu iktidarıyla büyük benzerlikler gösterdi.

Çünkü Hatemi’nin açık toplum öngörülü normalleşme söyleminin sistemin kırmızıçizgilerini zorlaması ve bürokrasiye hakim olan muhafazakarların da buna direnmesi sebebiyle anormalleşmelere sebep olurken, “ilkeci” Ahmedinejad dönemi, “İran İslam’ı”, “Kuroş’un adaleti”, “İsrail halkı İran’ın dostudur” çelişkileri ile geçti.

2009 seçimleri sırasında Ahmedinejad’a yönelik en sert eleştirilerin İlkeci cenahtan gelmeye başlaması, Ahmedinejad’ın ideolojik olarak aslında bir “ilkeci” değil, siyasi hedefleri için ilkeleri araçsallaştıran bir “yeni muhafazakar” olarak algılandığını gösteriyordu.

Her ne kadar 2009 seçimlerine reformcuların adayı olarak katılmış olsa da kendisinin de ifade ettiği gibi ideolojik olarak “İlkeci” olan Mir Hüseyin Musevi’nin reformculuk olgusuyla birlikte “fitneci” ilan edilip yargısız hapsedilmesi, ülkede özgürlüklerin savaş dönemindekinden daha ağır bir şekilde kısıtlandığı bir güvenlik ortamı yarattı.

Petrol fiyatlarının 18.5 Dolar olduğu dönemlerde 8 yıllık savaşı yöneten ve onarım/inşa sürecini tamamlayan İran, petrol fiyatlarının 100 Doları aştığı Ahmedinejad iktidarında en ciddi ekonomik istikrarsızlık dönemini yaşadı.

Reformculuk, itirafı zor gerçeklik

Bütün bu şartlardan dolayı olsa gerek ki 14 Haziran seçimlerinde tüm adayların söyleminde “siyasi ve ekonomik program”, “özgürlükler”, “grupçuluk ve ötekileştirme”, “slogancılık”, “itidal” kavramları öne çıkıyor.

Hatemi döneminin Ulusal Güvenlik Yüksek Konseyi Genel Sekreteri Hasan Ruhani ve Hatemi’nin Cumhurbaşkanı Baş Yardımcısı Muhammed Rıza Arif, geleneksel reformcu tezlerini ilkelere ve değerlere vurgu yaparak dile getirirken, geri kalan tüm İlkeci adayların da programlarını reformcuların tezlerine göre güncelledikleri dikkat çekiyor.

7 Haziran’da TV’de yayımlanan münazarada İlkeci adaylardan Muhammed Bagır Galibaf’ın Reformcu Aday Hasan Ruhani’ye yönelik sözleri bu durumu açıklayan küçük bir örnek olarak kaydedilebilir.

Galibaf, kendisinin emniyet müdürlüğü, Ruhani’nin de Ulusal Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliği yaptığı döneme atıf yaparak o dönemde en önemli reformcu öğrenci grubu olan “Birliği Güçlendirme Bürosu”nun yapacağı toplantıya kendisinin izin vermek istediğini; ancak Ruhani’nin buna “olaylar büyümesin” gerekçesiyle karşı çıktığını söyledi.

Duygulara değil, akla seslenen bir seçim süreci

Şu anki adayların tamamının 2009 seçimleri sırasında Ahmedinejad’ın yaptığının aksine kutuplaştırmaktan ve gerginlikten uzak durduğu, kişisel polemiklere ve suçlamalara girmeden tezlerini ve programlarını anlatmaya çalıştıkları bariz bir şekilde dikkat çekiyor.

Duygusal tahriklerin ve kutuplaşmanın olmaması ve geçen dört yıla rağmen 2009 seçimlerinde ötekileştirilen reformcuların gönüllerinin alınmamış olması, seçimlere katılımın düşük kalması riskini gündeme getiriyor. Ancak bu durum cenahların gölgesinde belirsiz kalan siyasi figürlerin fark edilmeye başlanması bakımından ise avantaj oluşturuyor.   

Örneğin seçmenin duygularını ve öfkelerini kışkırtmaya yönelik bir seçim yarışı atmosferinin olmaması, adaylıklarını açıkladıkları dönemde neredeyse hiç şans verilmeyen Hasan Ruhani, Muhammed Rıza Arif veya Muhsin Rızai’nin ciddi oranda teveccüh görmesine neden oluyor.

2009 seçimlerinde ötekileştirilen reformcu tabanın bu seçimlere ne ölçüde katılacaklarını şu an için kestirmek oldukça zor. Reformcu seçmen Arif’le Ruhani’ye koalisyon çağrısı yaparken Galibaf, Velayeti ve Haddad Adil’den oluşan 2+1’in daha önce varılan bir anlaşma gereği adayı teke indirip indirmeyeceği hala netleşmiş değil.

Öte yandan ilkeci üçlünün adayını bire indirmesi durumunda bile Said Celili gibi bir başka güçlü İlkeci adayın varlığı, oyları bölünecek olan İlkeci cenah açısından ciddi bir risk oluşturuyor.

Bu yazının yazıldığı an itibariyle herhangi bir adayın bir diğeri lehine çekilmediği ve seçimlere sadece bir hafta kaldığı dikkate alındığında 14 Haziran seçimlerinin 2. tura kalması güçlü bir ihtimal olarak gözüküyor.

Bununla birlikte mevcut aday profilleri dikkate alındığında seçimlerin 2. tura kalması durumunda bile iki adaydan mutlaka birinin reformcu, diğerinin ise İlkeci olacağının da garantisi yok.

 



[1]İsmi “Mücadeleci Din Alimleri Topluluğu” diye tercüme edilebilecek olan bu cenahın Türkiye’de en çok tanınan liderlerinden biri olan Mehdi Kerrubi, 2009’da cumhurbaşkanlığı seçimlerine aday olmuştu.

[2]Aynı şekilde “Mücadeleci Din Alimleri Topluluğu” diye tercüme edilebilecek bu grubun Türkiye’de en çok tanınan liderlerinden biri olan Haşimi Rafsancani’nin cumhurbaşkanlığı adaylığı Anayasayı Koruyucular Kurulu tarafından reddedildi. 



Makaleler

Güncel