3 Temmuz devrim mi darbe mi

Türkiye ile birlikte Arap Baharı süreçlerinde İhvan’a en büyük desteği veren Katar’da gerçekleşen emir değişikliği, İhvan’ın yalnızlaştırılmasının sadece Mısır’la sınırlı kalmayabileceğinin işaretlerini veriyor.

Mısır’ın seçilmiş cumhurbaşkanının 3 Temmuz’da görevinden azledilmesinin bir askeri darbe olup olmadığı tartışılıyor.

3 Temmuz’un askeri darbe olduğunu savunanlar Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi’nin serbest seçimlerle iktidara geldiğini vurgulayarak muhaliflerin yarattığı kargaşa zeminini istismar eden ordunun millet iradesini çiğnediğini belirtiyorlar.

3 Temmuz’un darbe değil devrim olduğunu savunanlar ise Mursi’nin yüzde 51 oyla kazandığı seçimlere katılımın yüzde 50 olduğuna dikkat çekerek Mursi’nin “halk iradesi ve meşruiyet” argümanını zayıflatmaya çalışıyorlar.

Onlara göre halkın yüzde 50’si, Hüsnü Mübarek rejiminin son Başbakanı Ahmed Şefik’le İhvan adayı Mursi arasında tercih yapmamak için sandığa gitmemiş ve Mursi, sandığa gidenlerin yüzde 51’inin yani toplam seçmenin sadece yüzde 26’sının oyuyla iktidar olmuştur.

Yine onlara göre “halk”, toplamda yüzde 26’nın oyuyla iktidar olan Mursi’ye bir yıl süre vermiş; ancak onun kötü yönetimine daha fazla katlanmamak için erken seçim talebiyle başlattığı imza kampanyasında 22 milyon imza toplamıştır.

Muhaliflere göre Mursi’nin istifası için imza verenlerin sayısı, Mursi’nin seçimlerde kazandığı oydan fazladır; dolayısıyla da erken seçimleri kaybedeceği endişesiyle istifa etmeyen Mursi, iktidarını korumak için taraftarlarını sokağa dökerek ülkeyi kaosa sürüklemek istemiş, ordu ise halkın çağrısına uyarak “ülkeyi kurtarmıştır.” Bu yüzden de ordunun Mursi’yi görevinden alması, bir darbe değil, halkla ordunun birlikte gerçekleştirdiği bir devrimdir.

Kimin darbesi kimin devrimi

Mısır’da 3 Temmuz’da yaşanan değişimin bir darbe mi yoksa devrim mi olduğu tartışması, büyük ölçüde darbe kelimesinin olumsuz, devrim kelimesinin olumlu çağrışımlar içermesinden kaynaklanıyor.

Halbuki devrim de darbe de bir mevcut siyasal yapının ani ve şiddet de içerebilen araç ve süreçlerle değiştirilmesidir.

Dolayısıyla devrimin iyi darbenin kötü olduğu sadece bir ön kabul ve varsayımdan ibarettir. Nitekim başarıya ulaşan her darbenin daha sonra devrim adını kullanması da bundandır.

Mısır örneğinde de gözlemlendiği üzere darbelerin de devrimlerin de hem taraftarı hem de karşıtları bulunmaktadır.

İktidarların kontrolünde olduğu yerlerde muhalifleri hedef alan güvenlik güçleri ya da ordular, iktidardan yana olanlara göre “bozgunculara karşı düzen sağlayıcı”, iken muhalefette olanlara göre “devrim ve halk düşmanı”dır.

İktidarın kontrol edemediği ordular ve güvenlik güçleri ise, muhaliflerle birlikte iktidarı hedef aldığı zaman, iktidar yanlıları tarafından “darbeci”, muhalefet yanlıları tarafından ise “devrimci ve kurtarıcı” olarak nitelenmektedir.

Uluslar arası destek, darbe ve devrim

Batı basınında yer alan haberlere göre Müslüman Kardeşler, Mursi’den ordudaki tüm komuta kademesini görevden almasını istemişti.[1] Nitekim Mursi de darbe hazırlığı içindeki ordu içinde müttefik komutan arayışlarına girmiş; ancak istihbarat servisinin cumhurbaşkanı Mursi’yle değil, General Abdulfettah Sisi’yle işbirliği yapması sebebiyle bunda başarısız olmuştu.

Yine İhvan kaynaklarına dayandırılan haberlere göre, ordu darbe hazırlığı sürecinde Batılılarla koordinasyon içinde hareket etmişti, darbeden Kahire’deki ABD Büyükelçisi haberdardı.

Bu sebeple de Mursi’nin “ben demokratik yollarla iktidara geldim” argümanıyla talep ettiği desteğe hiçbir Batılı ülke olumlu cevap vermemişti.

Arap Baharı diye adlandırılan değişim süreçleri, dünya devrimler literatürüne uluslar arası destek dilenen “devrimci”ler armağan etti. Libya devrimi NATO müdahalesi ile gerçekleşirken, Suriyeli muhalifler, Batı ve bölge ülkeleri adına verdikleri vekalet savaşıyla “devrim” mücadelesini sürdürüyor.

Devrim sonrasında Tunus ve Mısır’da iktidar olanların ilk açıklaması, “önceki rejimlerin yaptığı tüm uluslar arası anlaşmalara bağlılık” oldu.

ABD’nin bölgedeki en yakın müttefiklerinden biri olan Mısır ordusunun Hüsnü Mübarek’in arkasından çekilmesi, 2011 devrimiyle sonuçlanmıştı.

Mısır’da seçimle iktidar olan Müslüman Kardeşler’in Camp David’e bağlılık ilan etmesi, Hüsnü Mübarek dönemindekinden çok daha fazla Gazze tüneli kapatması, Batılıların “Mısır’ın demokratik iradesine” destek vermesi için yeterli olmadı.

İhvan’ın yükselişinden büyük kaygı duyan Katar dışındaki Körfez ülkelerinin baskısı ve ABD’nin Mısır’da geleneksel yerel müttefikleriyle çalışmak istemesi, Mısır’a “3 Temmuz Devrimini” armağan etti.

ABD Başkanı Barack Obama, “demokrasi seçimden ibaret değildir” diyerek Mısır ordusunun 1 Temmuz’daki muhtırasını örtülü olarak zaten desteklemişti.

Ancak ABD’nin Mısır’daki 3 Temmuz müdahalesini darbe olarak niteleyememesinin bir diğer sebebi ise Camp David’i yaşatmak için bu ülkeye yapılan yıllık yardımlar.

Yasaları demokratik olmayan bir yönetime yardım yapılmasına izin vermeyen Amerika’nın Camp David dengesinin bozulmaması için yardımı kesmemek adına 3 Temmuz’a darbe demesi beklenmiyor.

Öte yandan Türkiye ile birlikte Arap Baharı süreçlerinde İhvan’a en büyük desteği veren Katar’da gerçekleşen emir değişikliği, İhvan’ın yalnızlaştırılmasının sadece Mısır’la sınırlı kalmayabileceğinin de  işaretlerini veriyor.

Tunus’taki muhaliflerin Mısır’dakiyle aynı adı kullanarak kurdukları Temerrud Hareketi’yle imza kampanyası başlatması bu ülkede de bir Mısır tecrübesi yaşanabileceği ihtimalini gündeme getiriyor.

Katar hükümetinin Mısır’da ordu tarafından atanan geçici yönetime destek açıklaması[2] ve el-Cezire’nin Mısır’da yaşananlarla ilgili düşük profilli yayınları bu işareti destekleyen örnekler olarak öne çıkıyor.

Özetle Mısır İhvanı ve Mursi, kesilen bölge desteğinin ve aleyhine bozulan iç ve uluslar arası dengenin bedelini ödüyor.

Sürecin “devrim” veya “darbe” diye nitelenmesi ise sadece bir psikolojik savaş veya propaganda argümanı değeri taşıyor.

Mursi’ye 30 Haziran gösterileri konusunda Erdoğan’ın Gezi Parkı olaylarındaki tutumunu öğütleyen İhvanının Türk dostlarının Kahire-Ankara ilişkilerini toparlaması da aşamalı olarak bir terörle mücadele nesnesi haline getirileceği anlaşılan İhvan’ı “mazlum ve mağdur” argümanıyla kurtarabilmesi de zor gözüküyor.

 



[1]http://www.ydh.com.tr/HD12004_guardianin-rivayetiyle-mursinin-son-gunu.html

[2]http://www.ydh.com.tr/HD11998_katar--misir-arap-cumhuriyetinin-iradesine-saygiliyiz.html