Ne kadar efsunkar imişsin ah ey didar-ı iktidar

Mısır’da 25 Ocak-11 Şubat 2011 tarihleri arasında tüm kesimleri Tahrir’de toplayan da 30 Haziran 2013’te Adeviye ve Tahrir şeklinde bölen de aslında aynı faktördü: Grupsal güç ve iktidar tutkusu.

‘Arap Baharı’ adı verilen bölgesel değişim süreci, başlangıç dönemlerinin aksine artık hem içeride hem de uluslar arası alanda ayrışma ve çatışma üretiyor.

İçeride, birbirinden çok farklı grupların yarım yüz yıllık diktatörlükleri devirmek için sergilediği dayanışma da, eski rejimlerden umudu kesen uluslararası aktörlerin ‘Bahar devrimcilerine’ ayırt etmeksizin verdiği destek de geçmişte kaldı.

‘Arap Baharı’ adı verilen sürecin amiral gemisi olan Mısır’da şu an yaşanan gelişmeler hem içerideki aktörlerin hem de uluslararası tarafların davranışlarındaki bu değişimin sebeplerine ilişkin önemli ipuçları sunuyor.

Mısır’da 25 Ocak-11 Şubat 2011 tarihleri arasında tüm kesimleri Tahrir’de toplayan da 30 Haziran 2013’te Adeviye ve Tahrir şeklinde bölen de aslında aynı faktördü: Grupsal güç ve iktidar tutkusu.

Mübarek’in yol haritasıyla kurulan devrimci düzen

25 Ocak Devrimi’ndeki dayanışmanın, çoğulcu, sivil ve demokratik bir düzen kurmak ve Mısır’ı jeopolitiğinin dayattığı tarihsel liderlik rolüne kavuşturmak için değil, ne pahasına olursa olsun iktidara ulaşmak için sergilendiği, siyasi süreçler sırasında ortaya çıktı.

Aslında İhvan, iktidar endeksli bir stratejiye sahip olduğunun mesajını daha devrim sırasında vermiş, Hüsnü Mübarek’in istifasından bir hafta öncesine kadar rejimle müzakereye oturmaktan[1] çekinmemişti.

Çünkü dönemin ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton, Mübarek yönetiminden ulusal diyalog görüşmelerinde İhvan’ın dışlanmamasını istemiş; İhvancılar da henüz umut kesilmeyen Mübarek yönetiminin kuracağı muhtemel yeni yapıya uyumlu davranacağını göstererek iktidar pastasına ortak olmak istemişti.

Mübarek yönetiminin sokakları kontrol altına almaktaki başarısızlığı ve meydanların tepkisi, sebebiyle müzakere masasından kalkıp sokaklara ağırlık vermeye mecbur kalan İhvan, Mübarek’in istifasından sonraki süreçlerin Mübarek’in Savunma Bakanı Muhammed Hüseyin Tantavi tarafından kurulmasına itiraz etmedi.

Halbuki, yeni siyasi süreçlerin Mübarek’in istifa açıklamasında ortaya koyduğu yol haritasına göre değil, hiç değilse sivillerin de katıldığı bir kurul aracılığıyla belirlenmesi gerektiğine ilişkin öneriler getirilmişti.

Örneğin 25 Ocak Devrimi’nin siyasi aktörlerinden Muhammed el-Baradei, Mübarek’in yol haritasına tepki göstererek biri asker ikisi sivil olmak üzere üç kişilik bir cumhurbaşkanlığı konseyi kurulmasını ve geçici hükümetin ülkeyi bir yıl içinde seçimlere taşımasını önermişti.[2]

Ancak ülkenin serbest seçimlere götürülmesini stratejik hedef olarak benimseyen İhvan, örgütlüğünden ve toplumsal desteğinin gücünden kaynaklanan özgüvenle ordunun kurucu rolüne itiraz etmedi.  

Ömer Süleyman’la müzakere masasına oturacak, Hüsnü Mübarek’in ‘yol haritası’ çerçevesinde orduyla yeni siyasi süreçte işbirliği yapacak kadar içerideki güç odaklarına karşı esnek ve uyumlu bir politika izleyen İhvan, dışarıdaki güç odaklarını da ihmal etmedi.

25 Ocak Devrimi’nden sonra meclis seçimlerine katılacağını; ancak cumhurbaşkanlığına aday göstermeyeceğini açıklayan İhvan, açıkça Batı’ya güven vermeye çalışmıştı; ancak meclis seçimlerinde elde ettiği başarıdan kaynaklanan özgüvenin İhvan’ı karar değiştirmeye[3] ve iktidar pastasının tamamına sahip olmaya heveslendirdiği görüldü.

İktidar tutkusu İhvan’la sınırlı değil

Elbette grupsal iktidar tutkusu, sadece İhvan’la sınırlı değil. Seçilmiş bir yönetimi devirmek için ordu darbesine sığınan diğer devrimci grupların da en az İhvan kadar iktidar tutkusuyla hareket ettiği görülüyor.

Katar’ın maddi, Türkiye’nin siyasi desteğini gerekçe göstererek İhvan’ı ‘yabancıların maşası’olmakla suçlayan muhaliflerin Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Kuveyt’in darbeye verdiği maddi desteğe herhangi bir itirazı bulunmuyor.

Öte yandan İhvan, demokratik değerlere sahip çıkmadığı için, darbe yönetimi ise kendilerini “terörle mücadeleden” alıkoyduğu için Batı’yı eleştiriyor.

Dolayısıyla iki tarafın da iktidardayken son derece uyumlu olmaya özen gösterdiği Batı’yı kendilerine yeterli destek vermediği için suçlaması ayrı bir garabet oluşturuyor.

Kaptanlık tutkusuyla gemiyi delmek

Halkın çoğulcu, sivil ve demokratik bir düzen kurma ve Mısır’ı jeopolitiğinin dayattığı tarihsel liderlik rolüne kavuşturma beklentisiyle yaptığı devrim, profesyonel siyasi aktörlerin iktidar tutkusu sebebiyle bölgenin amiral gemisi olan Mısır, iki yıl içinde iç savaşın eşiğine getirmiş bulunuyor.

Uluslar arası aktörlerin müdahalesinin henüz sınırlı ve dolaylı olması sebebiyle hala iç barış fırsatının canlı olduğu Mısır’da siyasi bir çözüme varılamaması durumunda etkileri sadece Mısır’la sınırlı kalmayacak bölgesel felaketler yaşanabilir.

Mısır toplumunu şimdilik ikiye bölen mevcut şartların devam etmesi, sadece yerelde güvenlik ve istikrar sorunları yaratmakla kalmıyor, harita değişikliklerini de ihtimal dışı bırakmayan ciddi bölgesel bunalımlar yaratma potansiyelleri taşıyor.

1- Yeni bölgesel kamplaşma: Mısır’da 30 Haziran sonrası süreç, Suriye konusunda oluşan uluslar arası ve bölgesel kombinasyonu parçalamış gözüküyor. Suudi Arabistan liderliğindeki Körfez ülkelerinin inisiyatif kazandığı yeni düzende Katar’ın oyun dışı bırakılması ile Türkiye’ye sadece ‘gurur verici yalnızlık’[4] düşüyor. Türkiye ve Katar’ın Arap Baharı ile birlikte İhvan üzerinden kurmaya çalıştığı bölgesel düzen projesinin çöktüğü, 30 Haziran sonrası yeni düzenin Körfez ve Batılılar tarafından belirleneceği anlaşılıyor. Arap Baharı öncesinde ve esnasında ihtilaflı tüm taraflarla görüşebilmeyi haklı bir şekilde dış politika başarısı olarak gören Türkiye, hiçbir bölgesel denklemde etkili olamamasını kendince ‘ahlaki’ ve ‘vicdani’ gerekçelerle açıklamaya ve bundan kendine ‘onur’ çıkarmaya çalışıyor.    

2-Filistin sorunu: Hamas’ın Katar ve Türkiye tarafından Direniş ekseninden uzaklaştırılması, Filistin’deki geleneksel direnişçi-müzakereci (Hamas-el Fetih) bölünmüşlüğünün direniş gruplar arasında da yayılmasına neden oldu.

Elbette Hamas’ın Türkiye ve Katar’la birlikte olarak direnişçi tutumunu sürdüremeyeceği açıktı; ancak Katar’ın mali, Türkiye’nin de siyasi desteği ihmal edilemeyecek kadar cazip görünüyordu. Direnişçi rolünü sürdürebileceği lojistiği ise İhvan’ın yönettiği Mısır’dan temin etme şansı söz konusuydu.

Ancak Mısır’da 30 Haziran sonrası oluşan yeni denge, Hamas’ı Türkiye ve Katar’ın götürmek istediği barış müzakerecisi aktör statüsünden bile uzaklaştırabilecek şartlar yaratmış bulunuyor.

Filistin Kurtuluş Örgütü’nün Mısır’daki yeni yönetimi desteklediğini açıkça ortaya koymasına rağmen Hamas, Mısır konusunda tarafsız olduğunu ispat etmeye çalışmak zorunda kalıyor.[5]     

Öte yandan Sina’da oluşan güvenlik sorunlarından dolayı Mısır yönetiminin suçlamalarına maruz kalan Hamas, Gazze’de hem Mısır yönetiminin hem de güvenlik sorunları yaratan selefi-cihatçı grupların baskısı ile karşı karşıya bulunuyor.

3- Sina sorunu: Hüsnü Mübarek’in devrilmesinden hemen sonra güvenlik sorunlarının yaşanmaya başlandığı Sina yarımadası, barındırdığı selefi-cihatçı gruplar sebebiyle Gazze, İsrail ve Mısır açısından bir problem odağı olarak ortaya çıkıyor.

Güneyinde adı konmamış bir özerkliğin var olduğu[6] belirtilen Sina’nın tıpkı coğrafyası gibi toplumsal dokusu yönüyle de Mısır’a adeta pamuk ipliğiyle bağlı olduğu öne sürülüyor.

Mısır’da iç savaş şartlarının sürmesi durumunda yaklaşık 60 bin kilometrekarelik yüzölçümü ve çoğunluğunu Mısır yönetimiyle ciddi problemleri olan bedevilerin[7] oluşturduğu 250 bin nüfusuyla Sina’nın özerklik talebinin gündeme gelebileceği belirtiliyor.

Kendi içinde yaratacağı istikrar sorunları bir yana, özerklik meselesinin Gazze’yi, İsrail’i ve Mısır’ı doğrudan etkileyecek Sina’nın Mısır’a yönelik muhtemel bir uluslar arası müdahaleye kapı olabileceği gözüküyor.

Mısır’daki soruna siyasi çözüm bulunamaması, iç savaş şartlarının sürmesi ve daha şimdiden çok büyük güvenlik sorunlarına kaynaklık teşkil eden Sina’nın özerkliği senaryosu, bölgedeki siyasi haritayı nasıl etkiler?

Birkaç yıl önce söylense komplo teorisi olarak nitelenebilecek senaryoların bugün gerçeklik kazandığını örneğin Katar’ın Arap Birliği adına İsrail’le Filistin arasında toprak takası önerdiğini göz önünde bulundurarak başka bir komplo teorisiyle cevap aranabilir mi?

Örneğin Mısır’daki iç savaş ve bölgesel güvenlik sorunlarının artması, Mısır ordusunun Camp David sebebiyle özel bir durum arz eden Sina’da yetersiz kalması, buraya yönelik bir uluslar arası müdahaleyi tüm tarafların talebi haline getirebilir.

Bu, senaryonun muhtemel kısmı… Komplo teorisine dayalı esas soru ise şu:

Toprak takasının kapsamı biraz daha genişletilerek Gazze’nin Sina’ya, Batı Şeria’nın ise Ürdün’e bağlanmasına dayalı yeni bir çözüm planı önerilirse buna kim itiraz eder? Bahar yorgunu Arap ülkeleri mi? Bahar operasyonları yapan Körfez ülkeleri mi? Batı mı? İsrail mi?

Filistinlilerin müzakereci kanadının bu planı da müzakere edebilecekleri ortada, geriye sadece direniş grupları ile İran kalıyor. Onlar da zaten tüm ‘barış planlarına’ itiraz etmiyor mu?

    



[1]http://www.zaman.com.tr/dunya_musluman-kardeslerin-hukumet-ile-gorusmesi-basladi_1089889.html

[2]http://www.ydh.com.tr/haber.php?HID=8715

[3]http://www.sabah.com.tr/Dunya/2012/04/02/musluman-kardeslerden-milyoner-aday

[4]http://www.bbc.co.uk/turkce/haberler/2013/07/130726_misir_suriye_turkiye_demirtas.shtml

[5]http://www.hurriyet.com.tr/planet/24540696.asp

[6]http://www.irdiplomacy.ir/fa/page/1919895/%D8%AD%D8%B0%D9%81+%D9%86%DB%8C%D9%85%DB%8C+

%D8%A7%D8%B2+

%D9%85%D8%B1%D8%AF%D9%85+

%D8%A7%D8%B2+%D8%B5%D8%AD%D9%86%D9%87+%D9%85%D9%85%DA%A9%D9%86+

%D9%86%DB%8C%D8%B3%D8%AA+.html

[7]http://yenisafak.com.tr/yazarlar/sinemkoseoglu/mursinin-karanlik-isleri/38806