Suriye’de ‘siyasi çözüm için’ dış müdahale

ABD’nin sınırlı müdahalesinin, yönetimin askeri gücünün hırpalanmasına dolayısıyla da ‘Dostlar Grubu’nun 2. Cenevre Konferansında masaya şart dayatabilecek bir üstünlükle oturabilmesine zemin hazırlamak için tasarlandığı söylenebilir.

ABD Başkanı Brack Obama’nın kendi yetkisinde olmasına rağmen Suriye’ye saldırı kararını Kongre’ye bırakması, BM kararına dayanmadığı için yasal olmayan ‘müdahale’ye ‘meşruluk’ arayışı olarak gözüküyor.

Washington, iki buçuk yıllık Suriye krizinin uluslar arası alanda yarattığı ‘Soğuk Savaş’ dengesinin, kendisine BM kararına dayalı yasal bir müdahale izni vermeyeceğinden emin. Bu yüzden de müdahalenin yasa dışılığını, ‘ahlaki’ gerekçelerle, ‘çoğulculuk’la ve ‘meşruluk’la dengelemeye çalışıyor.

Beyaz Saray’ın ileri sürdüğü ‘ahlaki’ gerekçe kitle imha silahları.

Suriye yönetimini 21 Ağustos’ta kimyasal silah kullanmakla suçlayan Obama yönetimine göre yüzlerce sivilin ölümüne neden olan bu saldırının cezasız bırakılması, dünyanın diğer yerlerindeki diktatörleri kitle imha silahları kullanmaya cesaretlendirebilir.

Dolayısıyla da mevcut ‘Soğuk Savaş’ dengesi içerisinde BM’den ‘yasal’ bir müdahale kararı çıkarılamayacağı için dünyadaki ‘çoğunluğun’ bu ‘ahlaki’ gerekçeyi desteklemesi, yasal olmayan bu müdahaleyi ‘meşru’ kılmaya yeter.

Elbette ‘ahlakilik’, ‘çoğulculuk’ ve ‘meşruluk’ gibi argümanların, ‘yasallık’ kavramını tartışmalı hale getirdiği var sayılabilir; hatta beş daimi üyenin vetosunun belirleyici olduğu dikkate alınarak siyasi bir kurum olan BM Güvenlik Konseyi’nin kararlarının hukukiliği de sorgulanabilir.

Ancak BM kararlarının ‘yasallığı’nın; ‘insani durum’, ‘ahlak’, ‘çoğulculuk’ ve ‘meşruluk’ gibi argümanlarla dengelenebileceğinin kabulü, sadece BM Güvenlik Konseyi’nin yapısının değil, örneğin 1948’den beri İsrail’le ilgili tüm kararların meşruluğunun, çoğulculuğunun ve ahlakiliğinin de sorgulanmasını ve gözden geçirilmesini gerektirmez mi?

Kuşkusuz Obama yönetiminin BM yasallığına karşı ahlakilik, çoğulculuk ve meşruluk argümanlarını öne sürmesi, ne Güvenlik Konseyi’nin yapısını ne de İsrail’le ilgili kararları tartıştıracak ölçüde geniş kapsamlı değil, sadece bölgenin tek ‘dik başlı’ Arap ülkesi olan Suriye ile sınırlı bir tutumu yansıtıyor.

Omaba yönetimi, kimyasal silah iddiasıyla müdahaleyi gündeme getirirken, bu tek taraflı tavrını ahlaki gerekçelerle süslemekle birlikte nesnel davranma ihtiyacı duymadı.

Örneğin BM denetçilerinin raporunu beklemedi, 21 Ağustos’ta Doğu Guta’daki sivillerin kimyasal silahla öldürüldüğünden ve bunu da Suriye yönetiminin kullandığından, kendi istihbarat servisinin verilerine dayanarak emin olduğunu açıkladı,[1] bu gizli istihbaratı da sadece Temsilciler Meclisi üyeleriyle paylaştı.[2]

2003’teki Irak işgali, ABD’ye tek taraflı bir müdahale için BM’nin nasıl bypass edilebileceğine ilişkin benzersiz bir model sunmuştu. Nitekim Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun da dördüncü aşama diye nitelediği[3]Suriye’nin Dostları’ adlı grup da bu model öngörülerek oluşturulmuştu.

Ancak Obama yönetiminin kimyasal silah gerekçesiyle Suriye’ye müdahale planı, şu sebeplerden dolayı 2003’teki Irak modeline göre gelişemedi.

1- 2003’te işgale gerekçe olarak sulan kitle imha silahlarının bulunamamasının hem ABD hem de dünya kamuoyunda yarattığı aldatılmışlık duygusu.

2- İngiltere parlamentosunun Suriye’ye müdahaleye onay vermemesi,

3- Suriye’ye saldırıyı fiilen desteklemeye hazır ülkelerin Türkiye, İsrail ve Suudi Arabistan’la sınırlı kalması; ancak ABD’nin de bölgesel bir savaşa yol açabileceği kaygısıyla bu ülkeleri oyun dışında tutmak istemesi,

4- Sen Petersburg’daki G-20 zirvesinde ABD’nin Suriye’ye müdahale konusunda ciddi bir şekilde yalnız olduğunu fark etmesi.

Bu olumsuz şartlar, Obama yönetimini saldırıdan caydırmış gözükmedi. Beyaz Saray, dünya kamuoyuna sunduğu ‘ahlaki’ gerekçelere ulusal güvenliği de ekleyerek hem iç kamuoyunu hem de kararı bıraktığı Kongre’yi Suriye’ye müdahaleye destek için ikna etmeye çalıştı.

ABD’de yapılan anketler ve oylama öncesinde Kongre’den gelen haberler, Obama yönetiminin tüm ‘ahlaki’ argümanlarına ve ulusal güvenlik gerekçelerine rağmen beklediği desteği bulamadığını gösteriyor.

Bununla birlikte 9 Eylül sonrasındaki Kongre kararı her ne olursa olsun, Suriye sorununun siyasi yollar dışında bir çözüm ihtimalinin olmadığı anlaşılıyor.

Çünkü Beyaz Saray, bölgeselleşme riskinden dolayı askeri müdahaleyi sınırlı tutmaktan yana gözüküyor. Silahlı grupların hem kendi içinde hem de ‘Dostlar Grubu’ ile işbirliği yapan siyasi muhaliflerle homojen ve koordineli bir bütünlük oluşturamamaları, dolayısıyla da mevcut yönetimin devrilmesinden sonra bile Suriye’de güvenli ve istikrarlı bir geçişin imkansızlığı müdahalenin sınırlı tutulmasını gerektiriyor.

Peki bütün bunlara rağmen Beyaz Saray sınırlı müdahaleyi neden bu kadar çok istiyor?

Bu soruya tarafların siyasi çözüm konusundaki pozisyonlarına bakarak cevap verebilmek mümkün.

Şam’ın da müttefiklerinin de kanın durması ve normalleşmenin sağlanabilmesi için sığınabilecekleri tek seçenek siyasi çözüm. Yönetimi devirmeyecek bir sınırlı müdahale olsa da olmasa da Şam’ın da müttefiklerinin de içinde bulundukları defansif durumdan dolayı siyasi çözümden yüz çevirmeleri mümkün gözükmüyor.

Ancak ABD liderliğindeki Dostlar grubu ile onların Suriyeli siyasi ve silahlı vekilleri, sahip oldukları ofansif pozisyondan dolayı siyasi çözümü masaya şartlar dayatabilecek bir konum elde edinceye kadar erteleyebilecekleri bir seçenek olarak görüyorlar.

Bu şartlar altında ABD’nin sınırlı müdahalesinin, yönetimin devrilmesine değil askeri gücünün hırpalanmasına dolayısıyla da ‘Dostlar Grubu’nun 2. Cenevre Konferansında masaya şart dayatabilecek bir üstünlükle oturabilmesine zemin hazırlamak için tasarlandığı söylenebilir.

 



[1] http://www.hurriyet.com.tr/planet/24620249.asp

[2] http://www.amerikaninsesi.com/content/obama-mudahale-icin-kongre-nin-onayini-bekleyecek/1740987.html

[3] http://yenisafak.com.tr/Politika/?t=23.03.2012&c=2&i=374082&k=f4