Ordu olarak silahı sorgulanan Hizbullah’tan polis olmasını da istemek

Hizbullah’ın dış savunmaya yönelik silahının meşruiyetini sorgulayan Lübnanlı siyasilerin Suriye’de destekledikleri militanlara karşı Hizbullah’tan iç güvenlik desteği talep etmesi, Lübnan’da ve bölgede gelinen noktayı özetliyor.

Lübnan İçişleri Bakanı Nohad Maşnuk’un 19 Nisan’da yaptığı açıklama, ülkenin sadece dış savunma alanında değil, iç güvenlik alanında da Hizbullah’ın silahına ihtiyaç duyduğunu gösteriyor.

Lübnan’da Hizbullah’ın İsrail’e yönelik silahının meşruiyetini sorgulayan siyasi çevrelerin şimdilerde ülkenin iç güvenliği için Hizbullah’ın silahına ihtiyaç bulunduğunu söyler hale gelmesi, Lübnan’ı biraz izleyenler için aslında sürpriz bir değişim değil.

Lübnan içinde Hizbullah’ın silahının meşruiyetine dair tartışmaların uluslar arası ve bölgesel gelişmelerle bağlantılı olarak gelgitler yaşayan üç dönemli bir tarihi bulunuyor.

Hizbullah’ın silahının meşruiyetini sorgulayan siyasi çevrelerin gerekçesi bir devlette yalnızca savunma ve güvenlikten sorumlu resmi kurumların silahının meşru olabileceği argümanına dayanıyor.

Elbette bu argüman normal bir devlet için son derece mantıklı gözüküyor.

Ancak bu argüman devletin resmi savunma ve güvenlik gücü olan ordunun ülkeyi İsrail işgalinden koruyamadığı ve Hizbullah’ın da orduya alternatif değil yardımcı bir rolle ortaya çıkmış olduğu gerçeğini göz ardı ediyor.  

1989’daki Taif anlaşmasına kadar süren iç savaşta herkesin silahlı olduğu Lübnan’da, 1982’deki İsrail işgaline karşı ortaya koyduğu silahlı mücadele yöntemi tartışılmış olsa da Hizbullah’ın silahının meşruiyeti 2000 yılına kadar ciddi bir tartışma konusu değildi.

Güneyin kurtarılışı ve 11 Eylül

Ülkenin güneyinin işgal altında bulunduğu dönemde söz konusu edilmeyen ‘Hizbullah’ın silahının meşruiyeti’ meselesi ilk kez 2001 yılından sonra tartışma konusu olmaya başladı.

2001’de bu tartışmaya dayanak oluşturan iki gelişmeden birincisi Hizbullah’ın 2000 yılı mayısında güney Lübnan’ı İsrail işgalinden kurtarmasıydı.

Geleneksel olarak Batı ve Körfez’deki Arap ülkeleri tarafından desteklenen siyasi gruplar, özellikle de 11 Eylül’ün yarattığı iklimin etkisiyle güneyin işgalden kurtulmuş olmasından dolayı artık Hizbullah’ın silahına gerek kalmadığı argümanını ileri sürdüler.

Hizbullah ise Şeba Çiftlikleri ve Gacer’in hala işgal altında bulunduğunu hatırlatarak silahının gerekliliğini izah etmeye çalıştı.

1559 sayılı karar ve Hariri suikastı

 11 Eylül ikliminin ilk ve doğrudan etkilediği yer Irak olsa da 2003’teki işgalden hemen sonra söz konusu edilen ‘Büyük Ortadoğu Projesi’ çerçevesinde Lübnan’a dair bir planlamanın da yapıldığı 2004’teki 1559 sayılı BM kararıyla anlaşıldı.

Suriye ordusunun Lübnan’dan çıkarılmasını ve tüm grupların silahsızlandırılmasını öngören 1559 sayılı karar, kurulması öngörülen ‘Yeni Ortadoğu’da sadece Suriye ve Lübnan’a çizilen yazgıyı değil, bu konudaki uluslar arası iradenin kapsamlılığını da yansıtıyordu.

Çünkü Irak’ın işgaline karşı çıkan Fransa, 1559 saylı kararın taslağını Amerika’yla birlikte hazırlamıştı.

1559 saylı kararın ‘Yeni Ortadoğu’ya dair stratejik hedefleri özetle şu şekildeydi:

1- Suriye ordusunun Lübnan’dan çıkarılmasıyla Hizbullah’ın yalnızlaştırılması ve silahsızlandırılması.

2- Dirençsiz bırakılan Lübnan’ın 1982’deki gibi İsrail işgaline açık hale getirilmesi.

3- Doğusundaki Irak’ta Amerikan ordusuyla komşu hale gelen Suriye’nin batısında da açıkça İsrail nüfuzu altına girecek bir Lübnan aracılığıyla teslim alınması, ‘Direniş Ekseni’ndeki merkez rolünün sona erdirilmesi.

4- İran’ın ‘Direniş Ekseni’ne dayalı stratejik derinliğinin yok edilmesi.

5- İsrail’in belirleyici olduğu ‘Yeni Ortadoğu’nun kurulması.

2006 savaşı ve Yeni Ortadoğu’nun çöküşü

İran’ın Irak’ta siyasi süreçleri Amerika’nın aleyhine yönetmeyi başarması, Suriye’nin Lübnan’dan çekilmesine rağmen müttefiklerini terk etmemesi ve Hizbullah’ın gücünün de Suriye ordusunun Lübnan’daki varlığıyla sınırlı olmaması, Hizbullah’ın silahsızlandırılmasına imkan vermedi.

İsrail’in 2006’daki Lübnan savaşındaki ‘Hizbullah’ın askeri altyapısı yok etmek ve Litani Nehrine kadar UNIFIL aracılığıyla tampon bölge oluşturmak’ hedefi Hizbullah’ın zaferi nedeniyle gerçekleşemedi.

Ancak Refik Hariri suikastının yarattığı siyasi iklimin 2005’te Lübnan’da Suriye karşıtı 14 Mart ittifakını iktidara taşıması sebebiyle Hizbullah’ın silahına dair tartışmalar kesilmedi.

Hizbullah, İsrail’deki Winograd Komisyonu’nun yenilgi itirafına dikkat çekerek, silahının gerekliliğini izah etmeye çalıştı. Ancak uluslar arası ve bölgesel etkilerden kaynaklanan tartışmaların bu izahla sona ermeyeceğini düşünerek ikinci bir adım daha attı.

Tüm siyasi grupların katılımıyla hazırlanacak bir ‘ulusal savunma stratejisi’ çerçevesinde silahına ve askeri kanadını oluşturan ‘İslami Direniş’e rol belirlenmesini teklif etti.

Hizbullah’ın bu önerisiyle cumhurbaşkanının başkanlık  ettiği diyalog toplantıları yapıldı; ancak 14 Martçılar ulusal savunma stratejisi belirlemeyi gereksiz buldu. Bununla birlikte Hariri sonrası kurulan hükümetler ‘ordu, millet ve Direniş’ kavramlarını vurgulayan bakanlar kurulu bildirileri hazırladı.

Suriye krizi ve suçlanan Hizbullah’tan yardımı beklenen Hizbullah’a

Krizin başından beri Suriye yönetimine verdiği siyasi desteği gizlemeyen ve sorunun çözümü için de siyasi çözümü adres gösteren Hizbullah, hem Lübnan’da hem de bölgede Suriye’ye askeri olarak giren en son aktördü.

Suriye’ye askeri olarak 2013 yılının mayıs ayında giren Hizbullah, en başından beri bu ülkedeki silahlı gruplara silah, para ve militan desteğinde bulunan 14 Martçılar tarafından Suriye krizini Lübnan’a taşımakla suçlandı.

Hizbullah, Suriye müdahalesini İsrail’e karşı Direniş’e verdiği destekten dolayı ‘Şam’a vefa’ ve ‘Lübnan’ın güvenliği’ gerekçeleriyle açıkladı.

“Tekfircilerin tehlikesinin İsrail’in tehlikesinden farksız” olduğunu belirten Hizbullah, Suriye’nin Lübnan sınırındaki Kusayr ve Kalamun bölgelerinde hakimiyet alanları oluşturan silahlı grupların Lübnan’ı hedef alan bombalı araç saldırılarına dikkat çekti.

Hizbullah’ın Suriye ordusuyla koordineli operasyonları 2013 Haziran’ında Kusayr’ın, 2014 Nisan’ında da tüm Kalamun bölgesinin kontrol altına alınmasını sağladı.

Yaklaşık 460 kilometrelik Lübnan Suriye sınırının yüzde 90 oranında kontrol altına alınması, silahlı grupların bombalı araç saldırılarını durdurmakla kalmadı, Lübnan’a yönelik yarattığı güvenlik tehdidinin fark edilmesine de neden oldu.

Lübnan İçişleri Bakanı Nohad Maşnuk, 19 Nisan’da Hizbullah’ın iletişim ve koordinasyondan sorumlu yetkilisi Vefik Safa’yı da davet ettiği güvenlik toplantısında silahlı grupların Suriye sınırındaki Tufeyl bölgesini kontrol altına almasının yarattığı tehdidi açıkladı.

Tufeyl’i işgal altında tutan silahlı grupların bölgeden çıkmasına izin verilmeyeceğinin kararlaştırıldığını belirten İçişleri Bakanı Maşnuk, güvenlik konusunda Hizbullah’la koordinasyon içinde olmanın zaruri olduğunu söyledi ve “Hizbullah liderleri bu konuda son derece olumlu ve yapıcı bir işbirliği sergiliyor”[1] dedi.

İçişleri Bakanı Maşnuk, Refik Hariri’nin siyasi danışmanlığını da yapmış Sa’d Hariri’ liderliğindeki el-Mustakbel Partisi üyesi bir bakan.

Hizbullah’ın dış savunmaya yönelik silahının meşruiyetini sorgulayan Lübnanlı siyasilerin Suriye’de destekledikleri militanlara karşı Hizbullah’tan iç güvenlik desteği talep etmesi, Lübnan’da ve bölgede gelinen noktayı özetliyor.

Hizbullah’ın tüm bu Suriye hengamesinde 8 Ağustos’ta Labune kentine sızan seçkin bir İsrail birliğine yönelik önleyici operasyonun ve yarattığı caydırıcılığın hikayesi ise bir başka yazı konusu.

 



[1]El-Menar. 19 Nisan 2014. خطة أمنية لإخراج أهالي الطفيل اللبنانية المحتلة من المسلحين http://www.almanar.com.lb/adetails.php?fromval=2&cid=19&frid=21&seccatid=19&eid=818123



Makaleler

Güncel