Sykes-Picot, Camp David ve Arap Baharı

Bugün bölgenin Sykes-Picot ve Camp David düzenini bile aranır hale gelmesinden bölgenin 6 ülkesini doğrudan, tümünü ise dolaylı olarak etkileyen bu süreci bölgesel egemenlik hırsları için kullanmaya çalışan bölge ülkeleri, sorumlu.

Sykes-Picot, Camp David ve ‘Arap Baharı’ modern dönemde Ortadoğu’yu dönüştüren üç dönüm noktası oldu.

Sykes-Picot anlaşması ile Osmanlı arazisi sadece İngilizlerle Fransızlar arasında paylaşılmış olmadı; bölge dışı güçlerin bölgeye müdahalelerini sürekli kılacak bir coğrafi-siyasi düzen de kuruldu.

Osmanlı coğrafyasının yerel çatışmaları canlı tutacak şekilde parsellenmesi ve Filistin’de İsrail’in yaratılması, bölge dışı güçlerin bölgeye müdahalesini sürekli hale getiren zeminleri oluşturdu.

Cemal Abdunnasır’ın Arapçılık ideolojisi, Sykes-Picot düzenine bölgeden ilk başkaldırıydı.

Bu başkaldırının eseri olarak doğan Mısır-Suriye ‘Birleşik Arap Cumhuriyeti’ sadece 3 yıl yaşamış olsa da yabancı bir unsur olarak İsrail’in varlığı, bölgede Sykes-Picot düzenini tehdit edecek şartları canlı tutuyordu.

Dönemin ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger’in meşhur ‘mekik diplomasisi’ ile Cemal Abdunnasır’ın halefi Enver Sedat ile İsrail Başbakanı Menahem Begin’i Camp David’de barıştırması, Sykes-Picot düzenine yönelik tüm potansiyel tehditleri ‘ebediyen’ ortadan kaldırmaya yönelik bir tedbirdi.

Çünkü Camp David ile birlikte bölgede İsrail’in varlığını ve güvenliğini tanıyan Arap liderlerin iktidarlarını garanti eden bir bölgesel düzen kurulmuş oldu.

2011’de 6 Arap ülkesini kaosa sürükleyen isyanlara ‘Arap Baharı’ adı verilmesi, nesnel sebebi olmayan bir iyimserliğin sonucuydu.

Bu iyimserliğin temelinde bölge dışı güçlerin eseri olan Sykes-Picot ve Camp David düzenlerinin değişeceği, yeni bölgesel düzenin bölge halklarının iradesiyle kurulacağı temennisi vardı.

Bu temenniye sahip olan yerel unsurların bunu gerçekleştirebilecek vizyona da araçlara da sahip olmadığı Tunus ve Mısır cumhurbaşkanlarının devrilmesinden sonra başlatılan siyasi süreçlerde görüldü.

Tunus ve Mısır’daki devrimlere siyasi gruplar veya liderler değil, halk liderlik etmiş ve bu ülke tarihlerinde ilk kez sistemin dışladığı siyasi gruplar yeni düzenin inşası için inisiyatif kazanmıştı.

Ancak bu ülkelerdeki ‘devrimciler’ yeni düzen inşası vizyondan yoksun olduklarını ve devrimi bir iktidar değişimi olarak algıladıklarını ortaya koydular.  

Tunus’taki devrimciler yargı bürokrasisinin, Mısır’dakiler ise askeri bürokrasinin belirlediği geçiş süreçlerinde rol almayı yeterli gördüler.

Bölgede Sykes-Picot ve Camp David düzenlerinin devamından yana olan bölge dışı güçler, barışçı kitlesel gösterilerle 3 hafta içerisinde sonuçlanan Tunus ve Mısır ‘devrimlerine’ hazırlıksız yakalanmıştı.

Arap Baharı devrimleri ve 3 kategori

Ancak bu iki devrimden sonra 4 ülkeye daha yayılan isyanları 3 kategori altında değerlendirmeyi ve fırsata dönüştürmeyi ihmal etmediler.

1- Bastırılması veya çalınması gereken devrimler: Suudi Arabistan liderliğindeki Körfez İşbirliği örgütü, askeri müdahalede bulunarak Bahreyn devrimini bastırmaya çalıştı. Ali Abdullah Salih’in yerine yardımcısı Mansur Hadi’yi cumhurbaşkanlığına getirerek de Yemen devrimini çalmayı denedi.

2- Desteklenmesi gereken devrimler: Camp David düzenine uyum sağlamayan Suriye’de vekalet savaşı Libya’da ise uluslar arası müdahale seçeneklerini kullandılar.

3- Yönetilmesi gereken devrimler: Üçer haftalık sürpriz Tunus ve Mısır devrimleri, iktidar değişikliğini yeterli bulan devrimci vizyonun sağladığı kolaylıkla başarılı bir şekilde yönetildi. İktidar nimeti, kısa bir süre ‘devrimcilere’ tattırılmış olsa da Tunus ve Mısır’da eski sistemler yeni aktörlerle güncellenmiş oldu.

 ‘Arap Baharı devrimcilerinin’ devrim ve yeni bir bölgesel düzen kurma vizyonundan yoksun oluşu ve eski düzenlerin devamından yana olanların bu devrimleri yukarıda işaret edilen 3 kategori altında yönetmesi bölge dışı güçleri daha da belirleyici kılan bir yeni düzen ihtiyacı yarattı. Çünkü,

1- Suudilerin müdahalesi 5 yılına girerken ‘Arap Baharı’nın tek örgütlü ve sivil isyanı Bahreyn’de bastırılamadı. Yemen’de ise devrimi iktidar değişikliği ile çalma çabası, devrim vizyonuna sahip devrimcilerin karşı tedbirleri sebebiyle başarısız oldu.

Husiler, iktidarı değil, sistemin tüm kesimlerin katılımıyla yeniden inşasını isteyerek, bürokrasiden rol almayıp bürokrasiye rol tayin ederek devrim vizyonuna sahip olduklarını gösterdi.

Ancak Körfez İşbirliği Örgütü’nün Yemen’deki yeni düzenin devrim vizyonuyla kurulmasını önlemek için istifa eden eski Cumhurbaşkanı Mansur Hadi’ye güneyde yeni bir hükümet kurdurmaya çalışması, gerçek bir devrimin eşiğindeki Yemen’i gerçek bir bölünmeye götürecek potansiyeller taşıyor.

Husilerle müttefik olan Ayrılıkçı Güney Yemen Hareketi’nin bölünmeden, Husilerin ise bütünlükten yana olması ve Güney Yemen Hareketi’nin Mansur Hadi ile olan zıtlığı, Yemen’in kaça ve nasıl bölüneceğini belirsiz hale getirirken yeni bir düzen ihtiyacını da doğal olarak ortaya çıkarıyor.

2- Devrimi desteklenen Libya, şimdilik üçe bölünmüş durumda. İç savaş yaşayan Suriye’nin tek parça halinde kalıp kalamayacağı tartışılıyor.

Bu ülkelerde desteklenen devrimler, devlet ordularından kalabalık ve kontrolsüz silahlı grupların doğmasına neden oldu ve Irak’ı da içine alan geniş bir coğrafyanın yeniden düzenlenmesi ihtiyacını ortaya çıkardı.

3- Eski sistemler yeni aktörlerle güncellenmiş olsa da Mısır ve Tunus, devrim sonrasındaki sancılı geçişler sebebiyle toplumsal bölünmüşlük yaşıyor ve bu durum özellikle Mısır’ı bir Suriye, Libya veya Irak haline getirebilecek şartlar yaratıyor.

Mısır yönetiminin içeride geniş bir halk tabanı olan İhvan’ı, Filistin’de ise Hamas’ı terör örgütü ilan ederek attığı sert adımlar, Mısırlıları silahlı mücadeleye dolayısıyla da parçalanmaya sürükleyecek potansiyeller taşıyor.

Eski düzeni güçlendirecek yeni düzen ihtiyacı

Hangi kategoride yer alırsa alsın ‘Arap Baharı’ devrimlerinin yan ürünü olan silahlı gruplar, tüm bölge ülkelerine sadece güvenlik bakımından değil, bu ülkelerin iç çelişkilerini derinleştirici etkileri bakımından da stratejik bir tehdit oluşturuyor.

Çünkü Arap isyanları yaşayan 6 ülkedeki taraflar yaklaşım biçimi, tüm bölge ülkelerinin hem birbiriyle ilişkisini hem de bu ülkelerin kendi toplumsal yapısını etkiliyor.

Suriye’de isyancıları destekleme konusunda işbirliği içinde olan bölge ülkeleri, Mısır’da, Libya’da düşman kamplarında yer alabiliyor.

Öte yandan isyanları desteklemek için kışkırtılan etnik veya mezhebi duyarlılıklar, bu kışkırtmayı resmi düzeyde yapan ülkelerin kendi toplumsal yapılarını da olumsuz etkiliyor.

Yeni bir bölgesel düzenin araçları olarak kullanılamayacak kadar kontrolsüz olmalarına rağmen silahlı grupların Suriye ve Irak’ta devletlere karşı desteklenmesi bölgeyi tahrip ediyor, bölge dışı güçleri ise daha belirleyici kılıyor.

Kentlerin devlet kontrolünden çıkarılması için silahlı grupların desteklenmesi yöntemi, Libya’da rejimin devrilmesinde sonuç verdiği için Suriye’de de yaygınlaştırılarak sürdürüldü.

Yöneticileri hedefe konan ülkelerde uygulanan kentlerin devlet kontrolünden çıkarılması yönteminin nasıl beklenmeyen ters sonuçlar doğurabileceği Irak’ta görüldü.

2014 Haziranında IŞİD’in Neyneva ve Selahaddin kentlerini ele geçirmesi, Nuri el-Maliki’yi başbakanlıktan edecek, Sünnilere federal bölge kazandıracak ve Kürtlerin de bağımsızlığını hızlandıracak bir fırsat olarak gözüküyordu.

Ancak Nuri el-Maliki’yi başbakanlıktan eden bu fırsatın Sünnileri ve Kürtleri kentlerinden eden, Suudi Arabistan’a ve Ürdün’e ise tehlike oluşturan bir tehdide dönüştüğü görüldü.

IŞİD’in geleceğinin olmaması sebebiyle, orta vadede Sünnilerin bir federal bölgeye Kürtlerin de bağımsızlığa kavuşabileceği beklenebilir. Ancak kalıcı olmayan IŞİD’in sona ermesi yeni düzende Kürt-Sünni çatışmasını geçici kılmayacak.

Arap Baharı tecrübesi, yerel aktörlerin bölgesel bir düzen kurabilecek teorik birikimden de reel güçlerden de yoksun olduğunu gösterdi.

Bugün bölgenin Sykes-Picot ve Camp David düzenini bile aranır hale gelmesinden bölgenin 6 ülkesini doğrudan, tümünü ise dolaylı olarak etkileyen bu süreci bölgesel egemenlik hırsları için kullanmaya çalışan bölge ülkeleri sorumlu.

Bölge dışı güçleri Libya’ya, Suriye’ye, Yemen’e müdahaleye çağıran, bölge güvenliğini ABD liderliğindeki uluslar arası koalisyona emanet eden bölge liderlerinin İslamcılıklarıyla tanınıyor olması ise işin ironik tarafı.



Makaleler

Güncel