Nekbe'nin 76. yılında Filistin Direnişi

img
Nekbe'nin 76. yılında Filistin Direnişi YDH

Nekbe resmi olarak sona ermiş olabilir, ancak Filistinlilerin çektiği acılar ve yerlerinden edilmeleri, devam eden toprak gaspları ve Gazze'deki son olaylar gibi insani krizlerle bugün de devam ediyor. Şiddet ve yerinden edilme döngüsü pek çok Filistinli için acı bir gerçek olmaya devam ediyor ve bölgede adalet ve barış için süregelen mücadeleyi belirgin kılıyor.




YDH- İran merkezli Press TV'den Hümeyra Ahat, ''76 years of Nakba: Revisiting the catastrophe of dispossession and occupation'' başlıklı yazısında, srail rejiminin eylemleri nedeniyle Filistinlilerin hem tarihsel olarak hem de günümüzde devam eden acılarını ve yerinden edilmelerini, devam eden bu krizin ele alınması için dikkat ve eylem ihtiyacını vurgulamaktadır. Ancak yazının derinlerinde Gazze'deki mevcut durumun hayatta kalma ve adalet için verdikleri mücadelede yeni bir dönemi temsil ettiği yatar. Ayrıca 7 Ekim'den bu yana İsrail'in Gazze'ye yönelik soykırım savaşı şeklinde yeni bir Nekbe yaşandığına işaret eden yazı, Gazzelilerin şu anda Refah'ın doğu bölgelerindeki askeri operasyonlar nedeniyle sahil yolu boyunca bilinmeyen bir kadere doğru ilerlediklerinin de altını çiziyor.

                                                                                                                    ***

Geleneksel kıyafetler giymiş kederli bir Filistinli anne, Gazze'nin Eski Şehrindeki ez-Zeytun mahallesinden çıkarken bebeğini taşırken ve kontrolsüzce ağlarken görülüyor. Yanında başka hiçbir şeyi olmayan anne, İsrail işgal güçlerinin kuşatma altındaki Filistin topraklarında devam eden bombardımanı nedeniyle evine asla dönemeyebileceğinin farkında. O, belirsiz ve acımasız bir gelecek karşısında evlerini ve eşyalarını geride bırakmak zorunda kalan pek çok anneden sadece biri.

İsrail rejiminin 7 Ekim 2023'te Filistin kıyı bölgesine yönelik amansız saldırısını başlatmasından bu yana yerinden edilen Filistinlilerin sayısı yaklaşık 2 milyona ulaştı ve 35 binden fazla kişi hayatını kaybetti. Ne yazık ki bu trajik durum, son 76 yıldır katliamlara ve zorla yerinden edilmelere maruz kalan, istikrarlı ve barışçıl bir varoluştan mahrum bırakılan Filistinliler için yabancı değil.

Onların tarihi işgal, gasp, yıkım ve etnik temizlik tarihidir. 15 Mayıs tüm dünyada “Nekbe” ya da “felaket” günü olarak kutlanmaktadır. Bu gün, apartheid İsrail rejimi ve onun Batılı destekçileri tarafından Filistinlilere yönelik geniş çaplı etnik temizliğe ve onların kitlesel göçüne atıfta bulunmaktadır. 1947 ve 1949 yılları arasında 500'den fazla Filistin köyü ve kasabası yok edildi ve on binlerce yerel halk katledildi. Nüfusu 1.9 milyon olan Filistinlilerden en az 750 bini mülteci durumuna düştü ve Filistin'den sürüldü. Filistin topraklarının neredeyse yüzde 78'ine Siyonist rejim tarafından yasadışı bir şekilde el konuldu ve nihayetinde 15 Mayıs 1948'de apartheid varlığı resmen ortaya çıktı. 

Nekbe'nin öncüsü

Filistinlilerin yaşadığı felaketi tanımlamak için kullanılan bir terim olan Nekbe, Siyonist ideolojinin yükselişiyle ilişkilendirilebilir. Kökeni 19. yüzyılın sonlarında Doğu Avrupa'ya dayanan Siyonizm, Yahudi halkının bir ulus oluşturduğunu ve bu ulusun hem fiziksel hem de kültürel olarak varlığını sürdürebilmesinin tek yolunun İsrail topraklarındaki atalarının anavatanına dönmek olduğunu ileri sürmektedir. Ancak bu iddia tarihçiler arasında bir tartışma konusu olmuştur, zira Filistin'in ataların yurdu olarak belirlendiğine inanılmaktadır.

 

Kökleri nefret ve faşizme dayanan bir ideolojiyi teşvik eden Siyonist hareket, Amerika Birleşik Devletleri ya da Avustralya'daki yerli nüfusu yok eden mevcut toplumlarla büyük benzerlikler taşıyan yerleşimci-sömürgeci bir boyut kazandı.

 

Hareketin ilk destekçilerinden bazıları başlangıçta Uganda ve Arjantin gibi bir “Yahudi devleti” için alternatif yerler düşünmüş olsa da sonunda Filistin'in işgalini savunmuşlar ve böylece Kutsal Toprakların yalnızca Yahudi halkına vaat edildiği yönündeki asılsız düşünceyi pekiştirmişlerdir.

Modern siyasi Siyonizm'in babası olarak da bilinen Astro-Macar gazeteci Theodor Herzl, 1896 yılında “Yahudi Devleti” adlı bir kitapçık yayınladı. Yahudiler için modern bir Avrupa anavatanı kurulmasının “zulüm gören bir halk” için bir sığınak sağlayacağını ve Yahudi olmayanlarla rekabeti önleyeceğini savundu.

 

Siyonist liderler Filistinlilerin 'transferinden' söz ediyorlardı; bu terim asıl sakinlerin etnik temizliği için bir örtmece olarak kullanılıyordu. Bu, Siyonist bir varlık inşa etmenin ön koşulu olarak görülüyordu.

 

Daha sonra gayrimeşru rejimin temelini oluşturan broşüründe, Yahudi vatanını “Asya'ya karşı Avrupa'nın bir suru, barbarlığa karşı medeniyetin bir ileri karakolu” olarak tasavvur etti.

Kökleri nefret ve faşizme dayanan bir ideolojiyi teşvik eden Siyonist hareket, Amerika Birleşik Devletleri ya da Avustralya'daki yerli nüfusu yok eden mevcut toplumlarla büyük benzerlikler taşıyan yerleşimci-sömürgeci bir boyut kazandı. Siyonist liderler Filistinlilerin 'transferinden' söz ediyorlardı; bu terim asıl sakinlerin etnik temizliği için bir örtmece olarak kullanılıyordu. Bu, Siyonist bir varlık inşa etmenin ön koşulu olarak görülüyordu.

Siyonist lider Leo Motzkin şöyle diyordu: “Bizim düşüncemize göre Filistin'in kolonizasyonu iki yönde ilerlemelidir: Eretz İsrail'e Yahudi yerleşimi ve Eretz İsrail'deki Arapların ülke dışındaki bölgelere yerleştirilmesi.”

Filistin'in Siyonist kontrolü

1882'den itibaren binlerce Doğu Avrupa ve Rus Yahudisi Filistin'e göç etmeye başladı. Birinci Dünya Savaşı, Siyonistlerin “Yahudi devleti” arayışında önemli bir dönüm noktası oldu. Osmanlı İmparatorluğu'nun (1517-1914) dağılmasından sonra İngilizler, Batı Asya ülkelerini kişisel çıkarları için paylaşmak üzere İngiltere ve Fransa arasında imzalanan meşhur Sykes-Picot Anlaşması'nın (1916) bir parçası olarak Filistin'i işgal etti. 

Kasım 1917'de İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur Balfour, İngiliz Siyonist cemaatinin önde gelen isimlerinden Lionel Walter Rothschild'e “Filistin'de Yahudi halkı için ulusal bir yuva kurulması” konusunda bir mektup gönderdi. Mektup, Filistinliler için işgal ve apartheid'ın damgasını vurduğu yeni bir karanlık sayfa açtı. Britanya İmparatorluğu, Birinci Dünya Savaşı sırasında müttefiklerin çabalarına ABD ve Rusya'daki önemli Yahudi nüfusun desteğini kazanmak umuduyla Siyonizm ideolojisini güçlendirdi.

1920 yılına gelindiğinde Filistin'in nüfusu 650 bindi ve nüfusun yüzde 90'ından fazlasını Müslüman ve Hıristiyan Araplar, kalan yüzde 10'unu ise Yahudi toplumu (Yishuv) oluşturuyordu.

İlk Yishuv, Müslüman ve Hıristiyan kardeşleriyle uyum içinde yaşıyor ve Filistin'de sözde bir “Yahudi devleti” kurmayı amaçlamıyordu. Ancak I. Dünya Savaşı'nın ardından tüm bunlar değişti. Filistin gazetesindeki bir başyazı şöyle diyordu: “On yıl önce Yahudiler Osmanlı kardeşleri olarak yaşıyorlardı... Siyonistler buna son verdi ve yerli halkla karışmalarını engelledi.”

Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra, İngilizler tarafından kolaylaştırılan Filistin'e Siyonist göçü dramatik bir şekilde arttı. İngiliz yetkililerin himayesi altında, İşçi Siyonistlerin önderliğinde bir yönetim organı (Yahudi Ajansı), bir sendika örgütü (Histadrut) ve bir askeri güç (Haganah) ortaya çıktı.

Araplar tarım alanlarından, evlerinden sürülmeye başlandı. Etnik temizlik başladı. 1936 yılında Filistinliler tarafından İngilizlere ve onların Siyonist yerleşimci-sömürgeciliğe verdikleri desteğe karşı Arap İsyanı başlatıldı. 1939'a kadar süren ayaklanma İngiliz yetkililer tarafından şiddetle bastırıldı. En az 2 bin Filistinlinin evi yıkıldı, yaklaşık 10 bin Filistinli toplama kamplarına konuldu ve 200 Filistinli milliyetçi lider sınır dışı edildi. İhtiyatlı tahminlere göre, Arap ayaklanmasının sonunda Filistinli erkek nüfusunun yüzde 10'u öldürüldü, yaralandı, sürgüne gönderildi ya da hapse atıldı.

İngilizlerin çekilmesi ve Nekbe

1947 yılının başlarında İngiliz hükümeti sömürge projesine son verdi ve Filistin'de yarattığı karmaşayı Birleşmiş Milletler'e devretti. 29 Kasım 1947'de BM, Filistin'in sözde Yahudi ve Arap devletleri olarak bölünmesini öneren 181 sayılı kararı kabul etti. O dönemde Filistin'deki Yahudiler nüfusun üçte birini oluşturuyordu ve toplam toprak alanının yüzde altısından daha azına sahiptiler.

BM taksim planına göre, kendilerine toprakların yüzde 52'si tahsis edildi. Plana göre yerli Araplar verimli tarım arazilerinden ve başlıca limanlardan mahrum bırakılıyordu. Filistinlilerin bu öneriyi haksız ve adaletsiz bularak reddetmesi şaşırtıcı olmadı.

Bunun ardından Haganah, Lehi ve Irgun gibi Siyonist terörist gruplar işgalci, gayrimeşru varlığı genişletmek için şiddetli bir sefer başlattı. Filistinlilerin anavatanlarından kitlesel olarak sürülmesi için Nekbe ile sonuçlanan büyük çaplı saldırılar düzenlendi. İngiliz işgal makamları 15 Mayıs 1948 arifesinde Filistin'deki manda yönetimine son vereceklerini açıklamıştı.

Bundan sekiz saat önce, daha sonra İsrail'in ilk başbakanı olacak olan Yahudi Ajansı Başkanı ve aynı zamanda Haganah'ın siyasi direktörü David Ben-Gurion, Tel Aviv'de Siyonistlerin “bağımsızlık deklarasyonu” olarak adlandırdıkları bir açıklama yaptı İngiliz Mandası gece yarısı, 15 Mayıs'ta sona erdi ve İsrail rejimi gayrimeşru bir şekilde ortaya çıktı. Aralık 1947'den Mayıs 1948'in ortalarına kadar altı aydan kısa bir süre içinde Siyonist silahlı gruplar 220 köyden yaklaşık 440 bin Filistinliyi kovdu.

Nekbe ile ortaya çıkan katliamlar

Aralık 1947'den Mayıs 1948'in ortalarına kadar rejim tarafından birçok acımasız katliam gerçekleştirildi. 9 Nisan 1948'de Kudüs'ün Deir Yasin köyünde yaşayan 110'dan fazla Filistinli, Irgun ve Stern Gang adlı Siyonist terör gruplarının üyeleri tarafından öldürüldü. Katliam, her ikisi de daha sonra İsrail başbakanı olacak olan Menachem Begin ve Yitzhak Shamir tarafından yönetildi.

 

Operasyonun komutanı saldırıyı “köy halkının kalbine büyük bir korku saldı” diyerek özetledi. Haganah Tarihi katliamdan “düşman topraklarının derinliklerine yapılan en cesur baskınlardan biri” olarak bahseder.

 

 

Katliam, Filistin tarihinde çok önemli bir an olduğunu kanıtladı ve İsrail'in kuruluşunun ilan edilmesinden birkaç hafta önce gerçekleşti. Kadın kurbanlardan bazıları öldürülmeden önce tecavüze uğradı. Bütün aileler öldürüldü. Düzinelerce erkek öldürülmek üzere yakındaki bir taş ocağına götürülmeden önce kamyonlara bindirilerek teşhir edildi.

Daha sonra İsrail ordusunun temelini oluşturacak olan Haganah milisleri Deir Yasin saldırısına havan topu ateşi ve cesetlerin imhası ile destek verdi.  Haganah, katliamdan sadece bir ay sonra rejimin ilk başbakanı olan David Ben-Gurion'un kontrolü altındaydı. Bu trajik olay, endemik nüfusa korku aşıladı ve Filistinlilerin anavatanlarından kitlesel göçünü tetikledi.

Mayıs 1948'deki Ebu Şuşa Katliamı, Ebu Şuşa köyünde bir dizi silahlı saldırı ile başladı ve 13 Mayıs'ta toplu katliamla sonuçlandı. Köyün geri kalan sakinleri zorla yerlerinden edildi. Ve köy 14 Mayıs'ta Siyonist güçler tarafından işgal edildi.

İlk saldırı Givati Tugayı tarafından düzenlenmiş, yaklaşık 60 köy sakini infaz edilmiştir. 1995 yılında Ebu Şuşa'da 52 iskelet içeren bir toplu mezar keşfedildi. Haganah terörist grubu tarafından gerçekleştirilen cinsel saldırı vakaları da rapor edilmiştir. Sa'sa'da 1948 yılında Haganah güçleri tarafından biri Şubat diğeri Ekim ayında olmak üzere iki katliam daha gerçekleştirilmiştir. 15 Şubat'ta terörist grubun üçüncü taburundan bir Palmach gücü gece köye baskın düzenledi; bazı evlerin etrafına patlayıcılar yerleştirildi. Bunun sonucunda evler yıkılmıştır. Operasyonun komutanı saldırıyı “köy halkının kalbine büyük bir korku saldı” diyerek özetledi. Haganah Tarihi katliamdan “düşman topraklarının derinliklerine yapılan en cesur baskınlardan biri” olarak bahseder.

Baldat el-Şeyh katliamı 31 Aralık 1947'de Haganah tarafından Balat el Şeyk'te gerçekleştirilmiştir. Palmakh'ın Birinci Taburu ve Karmelit Tugayı personeli Filistin köyüne bir saldırı düzenledi. Köy sakinlerini uyurken gafil avlayan Siyonist teröristler, el bombaları yağdırdıktan sonra içeri girerek makineli tüfeklerle ateş açtılar. Terörist saldırı, çoğu kadın, yaşlı ve çocuk olmak üzere yaklaşık altmış vatandaşın evlerinin içinde ölmesine yol açtı. Katliamın ardından köy 7 Ocak 1948'de kısmen boşaltıldı.  24 Nisan'da Haganah birlikleri tekrar saldırarak köyü tamamen işgal etti ve Arapları kaçmaya zorladı.

Nekbe sona erdi mi?

Nakba'yı “gerileme” anlamına gelen Naksa takip etti. Arap-İsrail 1967 savaşı sırasında Siyonist varlık Doğu Kudüs, Batı Şeria ve Gazze Şeridi'nden geriye kalan Filistin topraklarını işgal etti. Tarihi Filistin'in 1948'de işgal edemediği son yüzde 22'lik bölümünün kontrolünü ele geçirdi. Rejim şu anda toplam toprakların yüzde 85'inden fazlasını kontrol etmektedir. Naksa, yaklaşık 430 bin Filistinlinin yerinden edilmesine yol açtı. Filistinlilere yönelik etnik temizlik ve topraklarına yasadışı bir şekilde el konulması süreci Nakba ile sona ermemiş, bugün bile çeşitli şekil ve tezahürlerle devam etmektedir. 7 Ekim'den bu yana, İsrail'in Gazze'ye yönelik soykırım savaşı şeklinde yeni bir Nakba yaşanıyor. İsrail bombardımanlarında ölenlerin sayısı yaklaşık 35 bin 200'e ulaştı ve 79 binden fazla kişi yaralandı. Her gün 37 çocuk yetim kalıyor.

Milyonlarca insan yerinden edildi. Şu anda, rejimin kuşatma altındaki şeride yönelik hava ve kara saldırılarının ardından milyonlarca Filistinlinin son sığınağı olan güneydeki Refah kentinde insani bir felaket yaşanıyor. 

“BM, Filistinlilerin içinde bulunduğu kötü durumla ilgili olarak şunları söyledi: ”Evleri yıkılmış, sevdikleri öldürülmüş ve topraklarında defalarca yerinden edilmiş bir şekilde mahsur kalan Filistinliler, ölüm ve yıkımdan kaçmak ve var olmayan güvenli bir yer bulmak için şeridin en güneyindeki Refah'a sığınmışlardı. “Şimdi Refah'ın doğu bölgelerinde askeri operasyonların başlamasıyla birlikte sahil yolu boyunca yeniden bilinmeyen bir kadere doğru ilerliyorlar.”

Çeviri: YDH