Suriye'deki değişim sonrası hesaplar

img
Suriye'deki değişim sonrası hesaplar YDH

"Paris'te görevli bir Arap diplomata konuşan Fransız kaynak, Amerikalıların, İsrail'in, Direniş Ekseni'ni yenebilecekleri yönündeki inançlarını pekiştiren  askeri hamlelerinden faydalanarak Lübnan'daki sistemi yeniden yapılandırma niyetinde olduklarını ifade etti."




YDH - El-Ahbar gazetesinin genel yayın yönetmeni İbrahim el-Emin, İsrail'in 7 Ekim sonrası stratejisinin genişlemeye ve Hizbullah'ı hedef almaya odaklandığını vurguluyor. Suriye'deki rejimin çöküşünün ardından (ABD destekli bir anlaşma ve Ebu Muhammed el-Colani (Ahmed eş-Şaraa) rejiminin İsrail'le işbirliği iddiaları eşliğinde) İsrail'in yeni fırsatlar gördüğü belirtiliyor. Emin'in makalesinde, ABD'nin İsrail planlarına yeşil ışık yaktığı ve Netanyahu'nun Washington ziyaretinde, hava saldırılarının yetersiz kaldığını savunarak Lübnan'a yönelik, işgal altındaki Suriye topraklarını da kullanacak geniş çaplı bir kara harekâtı planı sunduğu belirtiliyor.

Düşmanın Lübnan'daki stratejisini anlamak artık özel çaba gerektirmiyor. Zira Benyamin Netanyahu, yaklaşık bir buçuk yıl önce Filistin, Lübnan ve Suriye'ye yönelik mevcut savaş başladığından beri, İsrail'in askeri ve güvenlik doktrininde fiili değişiklikler yaptı.

İsrail'in kuruluşundan beri benimsediği genişleme fikri, 7 Ekim 2023'ten sonra tüm çevresine yönelik yaklaşımının temel kuralı hâline geldi.

Zira düşman (İsrail), stratejik koruma olarak gördüğü şeyi sağlamak amacıyla kendi etrafındaki tüm bölgelerde güvenlik, askeri ve siyasi oldubittiler dayatmak zorunda olduğuna inanıyor.

Lübnan'daki savaş ve İsrail'in Aksa Tufanı operasyonuna verdiği karşılık, İsrail'in daha çok kuzey cephesindeki çatışmaya hazırlandığını gösterdi.

Gazze'deki direnişçiler düşmanı yanıltmayı başarmış olabilirler, ancak kendilerine ikincil bir düşman gibi davranan İsrail'in kibrinden de yararlandılar.

Bu sırada İsrail'in tüm siyasi, askeri ve güvenlik birimleri, çabalarını Hizbullah ve İran'ın Lübnan, Suriye ve Irak'ta doğrudan desteklediği güçlerin oluşturduğu ve "en ciddi tehdit" olarak gördükleri yapıya karşı koymaya yoğunlaştırmıştı.

Yaşananları değerlendirme süreçlerinin sonuçları ve pek çok konuyu kamuoyuna açıklama çabaları zamanla ortaya çıkacaktır.

Ancak ilk bulgular, İsrail'in savaş boyunca ve hâlen, kendi çıkarlarına uygun gördüğü her şeyi yapma hakkına sahip olduğu varsayımıyla hareket ettiğini gösteriyor.

Bunun tek bir anlamı var: İsrail, ikinci bir emre kadar Lübnan ve Suriye'de sınırsız operasyon yapma kararını elinde tutmak istiyor!

İsrail'in, Batı'yı kendisine ve Amerika'ya düşman olanlara karşı desteğe layık olduğuna ikna etme stratejisi kapsamında Lübnan'da sözde "başarılarını" pazarladığı doğru olsa da, liderleri bazı özel operasyonları abartılı şekilde kullanıyor.

Nitekim Netanyahu birkaç gün önce tam da bunu yaptı: Lübnan'daki suikastlarla, Hizbullah Genel Sekreteri Şehit Seyyid Hasan Nasrullah'ın öldürülmesiyle ve "çağrı cihazı" operasyonuyla övünerek, yaşananları tüm Orta Doğu'yu kapsayan büyük değişim planının bir parçası olarak sundu.

Unutmamak gerekir ki, İsrail kamuoyuna ve Batılı müttefiklerine pazarladığı hedef, Gazze, Batı Şeria, Lübnan, Suriye ve Irak'a kadar varlığını güçlendiren Direniş Ekseni'ne işaret ederek, "İsrail'in etrafındaki terör ablukasını kırma" fikrine dayanıyor.

Netanyahu, Gazze Şeridi'ndeki savaşın sürdürülmesine yönelik yaklaşımında sürekli olarak "görev henüz tamamlanmadı" düsturunu tekrarlıyor.

Bu ifade, Lübnan ve Suriye'ye yönelik saldırganlığın devam etmesinin ve İsrail'in dünyanın çeşitli bölgelerinde duyurmadan yürüttüğü güvenlik operasyonlarının da gerekçesi olarak sunuluyor.

Mesele şu ki, İsrail şu anda Lübnan'da veya bölgede "başarıları pekiştirmek ve genişletmek" olarak gördüğü çerçevenin dışına çıkmayı düşünmüyor.

Sahada şu an yaptıklarını ve gelecek aşama için planladıklarını bu bağlamda anlamak mümkün.

ABD'nin İsrail'in planlarını onaylaması ise daha fazla saldırganlığı teşvik etmekten başka anlama gelmiyor.

Bu durum, İsrail'in elindeki bahaneleri almak gerekçesiyle Lübnan'a taviz vermesi yönündeki Amerikan baskısıyla eş zamanlı yürüyor.

Bu noktada şu soru yeniden güçlü bir şekilde gündeme geliyor: İsrail ve ABD, Lübnan'ın kaos içinde bir ülke olmasını mı tercih ediyor, yoksa kendilerine tamamen sadık ve İsrail'in koşullarını yerine getirebilecek bir yönetim dayatabileceklerine mi inanıyorlar?

Geçtiğimiz kasım ayında savaş durmadan önce Birleşmiş Milletler'de ve ilgili Arap ve uluslararası başkentlerde yapılan müzakereler, Amerikalıların ve İsraillilerin düşünce yapısına dair ipuçları verdi.

Ayrıca, direnişe karşı olan Batılı ve Arap ülkelerin ya bu projeye dahil olduklarını ya da gidişatı değiştirecek güce sahip olmadıklarını ortaya koydu.

Bu, Lübnan'daki ateşkes kararının uygulanmasını denetleyen uluslararası komitenin çalışmalarında da kendini gösteriyor.

Sonbahar müzakereleri

El-Ahbar'ın ulaştığı diplomatik belgeler, ateşkes kararı ve sonrasındaki müzakerelere ilişkin bazı noktaları ortaya koyuyor.

O dönemde Fransa Dışişleri Bakanlığı'ndan bir kaynak, ABD'nin "bölge için belirlediği politikalarına daha uyumlu siyasi ve idari elitleri iş başına getirerek Lübnan rejiminin yapısında köklü değişiklikler yapmaya çalıştığını" belirtmişti.

Paris'te görevli bir Arap diplomata konuşan Fransız kaynak, "Amerikalıların, İsrail'inDireniş Ekseni'ni yenebilecekleri yönündeki inançlarını pekiştiren askeri hamlelerinden faydalanarak Lübnan'daki sistemi yeniden yapılandırma niyetinde olduklarını" ifade etti.

Kaynak, "Fransa'nın, ABD'nin Lübnan'daki etkinliğini azaltma girişimlerinden hayal kırıklığı duyduğunu" belirtti.

Zira "Amerikan tarafı müzakerelerde bilinçli olarak planlarını Fransız tarafından gizledi".

Kaynak, "Bizden, ayrıntılarını paylaşmadan attıkları adımları desteklememizi istiyorlar," dedi.

Benzer şekilde, Paris'teki Arap diplomatlara konuşan diğer Fransız kaynakları da Fransa'nın, "Güney Lübnan'da çok uluslu bir gücün konuşlandırılmasını önerdiği için Lübnan'da ateşkese ilişkin ilk Amerikan metnini reddettiğini" doğruladı.

Gerekçe olarak, "böyle bir gücün UNIFIL'in yetkilerini kısıtlayacağı ve Fransa'nın hem bu güç içindeki hem de genel olarak Lübnan'daki rolünü zayıflatacağı" gösterildi.

Başka bir Fransız yetkili ise savaş sırasında "Lübnan konusunda Fransa ile Suudi Arabistan arasında yakın bir koordinasyon olduğunu" ve "bu koordinasyonu Jean-Yves Le Drian ile Kraliyet Divanı Danışmanı Nizar el-Alula'nın yürüttüğünü" söyledi.

Yetkili ayrıca, "ABD ve İsrail'in onaylamamasına rağmen, Paris'in savaşın Lübnan üzerindeki etkilerini kontrol altına almak amacıyla Tahran ile temaslar kurduğunu" belirtti.

Arap diplomatik kaynaklarına göre, "Washington, Fransa'nın ateşkes çabalarına İran'ı kendisiyle koordine etmeden dahil etmesinden rahatsızlık duydu."

27 Kasım'dan sonra ne değişti?

Görüşmelere göre, Lübnan'la ateşkes ilanından sadece birkaç hafta sonra İsrail stratejisinde büyük bir değişiklik yaşandığı ve bunun temel nedeninin Suriye'deki büyük değişim olduğu açıkça görülüyor.

Suriye ordusunun on gün içinde tamamen çökmesine yol açan olayların ayrıntıları hâlâ araştırılsa da, ilgili çevreler artık yaşananların ABD himayesinde bir güvenlik-diplomatik mutabakat sonucu gerçekleştiği anlatısına daha fazla yaklaşıyor.

Fakat, Başbakanı'nın son konuşmasında "Nasrullah suikastının Esed yönetimi üzerindeki etkisine" dikkat çeken İsrail açısından bakıldığında, Direniş Ekseni'nin Suriye gibi önemli bir sahayı kaybetmesinin farklı şekillerde değerlendirilmesi gerektiği düşünülüyor.

Şu anda ABD yönetimi ile Ahmed eş-Şaraa hükümeti arasında süren müzakerelerde, Suriyeli grupların durumunu pek de umursamayan İsrail'in talepleri dikkate alınıyor.

Bu durum, Suriye'deki çıkarlarını korumak için İsrail'e bel bağlayan bazı grupların içinde bulunduğu bir yanılsama; zira İsrail, taleplerinin karşılanması hâlinde Şaraa ile geçici bile olsa bir anlaşma yapmaya hazır görünüyor.

Son dönemde, Birleşik Arap Emirlikleri'nin (BAE) bir tarafta Şaraa ile İsrailliler, diğer tarafta Şaraa ile Amerikalılar arasında yürüttüğü arabuluculuğun, taraflar arasında toplantılara ve çeşitli konularda uzlaşmalara yol açtığı anlaşıldı.

Gözlemcilerin gözden kaçırdığı bir nokta ise, Şaraa'nın BAE'ye gitmesinden günler önce İsrail'in Suriye'ye yönelik hava saldırılarını tamamen durdurması ve Şaraa'nın Abu Dabi'den, İsrail'in Güney Suriye'de işgal altında tuttuğu tampon bölgeyi genişletmeyeceğine dair bir "güvence" almış olması.

İsrail, bu duruma düne kadar riayet etti. Dün ise insansız hava araçları Sahnaya bölgesi civarındaki silahlı grupları hedef aldı.

Ancak bu saldırı, Şam yönetimine saldırı niyeti ve hedefi önceden bildirilerek ve Şeyh Muvaffak Tarif'in baskısı altında yapıldığı belirtilerek gerçekleştirildi.

Tarif, Netanyahu'dan Suriye Dürzilerinin Şam rejiminden ayrılmasını destekleme yönünde şahsi bir taahhüt aldığını iddia ediyor.

Dolayısıyla saldırı öncekiler kadar sert olmadı. Buna karşılık Şaraa, İsrail'in talep ettiği bir dizi düzenlemeyi hayata geçirdi: Suriye'deki Filistinli direniş gruplarını ülkeden uzaklaştırmak amacıyla bir takip süreci başlattı (tıpkı İslami Cihad Hareketi liderlerine yaptığı gibi).

Ayrıca, Şaraa yönetimi ile Hamas arasında, Suriye topraklarından İsrail'e karşı herhangi bir eylemde bulunmama taahhüdü almak üzere temaslar kuruldu.

Bunlara ek olarak, Hizbullah'ın kullanabileceği hiçbir geçiş noktası bırakmamak amacıyla Irak-Suriye ve Suriye-Lübnan sınırlarında yakın güvenlik işbirliği yapılması kararlaştırıldı.

Şaraa'ya yakın güçler, Lübnan sınırında anlamsız çatışmalar başlattı. Bunun tek amacı, Şam rejiminin, Hizbullah'ın İsrail için oluşturduğu tehdide karşı harekete geçmeyi onayladığı mesajını İsrail'e vermekti.

Fakat tüm bunlar, İsrail'in asıl hedefine —Lübnan'da Hizbullah'a daha büyük bir darbe indirecek yeni bir durum yaratmak— ulaşmasına yardımcı olmuyor.

İsrail, Lübnan'daki müttefiklerinin (Lübnan Kuvvetleri'nin İsrail'in Lübnan'a saldırılarını meşrulaştırmasına varacak kadar) direnişe karşı mücadeleyi sürdürdüğünü bilse de, bunun direnişi bitirmeye yeteceğine inanmıyor.

Bu durum, İsrail'i direnişi bizzat ortadan kaldırmak için yeni bir yöntem aramaya itiyor.

Netanyahu kara harekatı mı düşünüyor?

Bu bağlamda, Netanyahu'nun son Washington ziyareti sırasında iki taraf arasında bir görüş alışverişinin başladığına dair işaretler varken, İsrail ve ABD'nin çeşitli tutum ve hamlelerini izlemek gerekiyor.

Batılı diplomatik kaynakların el-Ahbar'a aktardığına göre İsrail Başbakanı, Başkan Donald Trump'ın İran'ı kontrol altına almak için müzakere yöntemini benimseme görüşüne karşı çıktı ve ona İran destekli tüm cephelerde savaşı genişletme projesini sundu.

Trump, Netanyahu'ya şimdilik Yemen'e müdahale etmemesini ve müzakerelerden sonuç alınmadan İran'a karşı harekete geçmemesini tavsiye etse de, İsrail hükümetinden Lübnan ve Filistin politikalarında değişiklik yapmasını istemedi.

Bu, İsrail'in saldırıları genişletme ihtimaline dair endişeleri artırıyor.

Aynı kaynaklara göre Netanyahu, ABD'lilerle Lübnan'daki askeri operasyonları genişletme planını görüştü.

Hava saldırılarının hedefe ulaşmadığını ve Hizbullah'ın son çatışmalardan ders çıkararak kapasitesini yeniden inşa etmeye başladığını belirterek, büyük bir kara harekâtına ihtiyaç olduğunu iletti.

İsrail ordusu genelkurmayının, büyük bir kara işgalini de içeren kapsamlı bir Lübnan savaşı senaryosu hazırladığı anlaşılıyor.

Bu bağlamda İsrail, son savaştan önce de tartışılan ve Suriye'deki değişimin uygulanmasını kolaylaştırdığı bir plana geri dönüyor.

Bu plan, İsrail'in Lübnan'ın doğu sınırı ile Kuneytra ve Batı Şam Kırsalı arasındaki ayrım hattında işgal ettiği Suriye topraklarını kullanarak Batı Beka, Raşaya ve Hasbaya bölgelerine saldırmasını öngörüyor. E

ş zamanlı olarak Arkub bölgesi sınırındaki kuvvetlerin de Lübnan'a girmesi planlanıyor.

Batılı diplomatik kaynaklar, İsrail'in bu operasyonu yeni bir hava saldırısı kampanyasıyla birlikte yürütmek üzere büyük bir kara gücü hazırlamayı değerlendirdiğini belirtiyor.

Çeviri: YDH