Amerika ve müzakere: Diyalog çözüm yolu değil, hegemonya aracı

img
Amerika ve müzakere: Diyalog çözüm yolu değil, hegemonya aracı YDH

"İslam Cumhuriyeti'nin ilk günden beri idrak ettiği gerçek şudur: Amerika samimiyetle müzakere etmez, güç kullanarak başaramadığını elde etmek için manevra yapar. Güven inşa etmez, aksine şüphe tohumları eker."




YDH - El-Ahbar yazarı ve araştırmacı İmad Yaği, Amerika Birleşik Devletleri'nin müzakereleri adil çözümler bulmak yerine küresel hegemonyasını pekiştirmek için bir araç olarak kullandığını ifade ediyor. Yazar; Vietnam, İran, Filistin ve Afganistan gibi tarihsel örnekler üzerinden Washington'un müzakere süreçlerini kendi çıkarları doğrultusunda nasıl manipüle ettiğini, baskı uyguladığı ve anlaşmalardan keyfi olarak çekildiğini vurguluyor.

Amerika Birleşik Devletleri, küresel bir güç olarak ortaya çıkışından bu yana, müzakereyi adaleti sağlama veya karşılıklı güvenliği garanti etme aracı olarak değil, iradesini ve hegemonyasını dayatmanın farklı bir yolu olarak görmüştür.

Hitabet sanatında ve parlak terimler kullanmada usta olan Washington, müzakere odalarına dengeli çözümler aramak için değil, kendi özel çıkarlarına hizmet eden bir sahne düzenlemek için girer ve ardından oyunun önceden çizdiği plana göre gitmediğini hissettiği anda çıkar.

Yakın tarih bunun sayısız kanıtıyla doludur. Vietnam'da uçakları bombalarken, heyetleri Paris masasında, savaşı bitirmesi amaçlanmayan, aksine kesin bir yenilginin medyatik bir sunumu olan "müzakerelerde" oturuyordu.

Geri çekilmelerinin ardından Saygon düştü ve demokrasi ile "komünizmin kontrol altına alınması" hakkında yükselttikleri tüm sloganlar çöktü.

Bu, bir ifşa anıydı: Amerika, çatışmaları sona erdirmek için değil, geri çekilmelerini daha iyi göstermek için müzakere eder.

İran'da ise sahne, daha bilinçli ve dirençli bir şekilde tekrarlanır. Amerikan Büyükelçiliği'ndeki rehine krizi sadece diplomatik bir olay değil, heybet iddiasındaki bir devlet imajının sahteliğini ortaya çıkaran bir andı.

Washington müzakere etmek zorunda kaldığında gerçek yüzünü gösterdi: Baskı altında müzakere eden, gizlice tavizler veren, Amerikan iç kamuoyuna ve dünyaya ikili bir dille hitap eden bir devlet.

Yaşananlar Beyaz Saray için bir zafer değil, artık halkları korkutmayan Amerikan müdahale modelinin bir kırılma anıydı.

Filistin meselesi ise her zaman Amerikan tutumunun ikiyüzlülüğünü gözler önüne seren bir ayna olmuştur. Amerika Birleşik Devletleri'nin himayesinde gerçekleşen Oslo Anlaşması, barışa doğru atılmış bir adım değil, işgali daha meşru bir şekilde yeniden düzenleme projesiydi.

Washington dürüst bir arabulucu değil, İsrail'in kontrolünü pekiştirmesinde ortağı, güvenliğinin garantörü ve Filistin'in siyasi ya da sahada herhangi bir atılım yapmasını engelleyicisiydi.

Camp David'de, tıpkı diğer tüm müzakere duraklarında olduğu gibi, şartlar dayatıldı ve adalet reddedildi. Filistin halkı ayaklandığında ise Amerika, krizi çözmek için değil, yeniden şekillendirmek üzere sahneden çekildi.

Afganistan'da da yıllar süren işgal, Taliban ile yapılan bir anlaşmayla özetlendi; bu anlaşma bir uzlaşma arzusuna değil, Amerikan projesinin çöktüğü kanaatine dayanıyordu.

Washington, direnişin baskısı altında müzakere etti, ardından çekildi. Taliban yönetime geri döndü ve gerçek apaçık ortaya çıktı: Amerika bir devlet inşa etmiyor, zaman tüketiyor ve bir yanılsama satın alıyordu.

Washington, Rusya ve Çin gibi büyük güçlerle ilişkilerinde ise "kurallara dayalı uluslararası sistemden" bahsederken, uluslararası hukukun dışına çıkan her türlü eylemi —yaptırımlardan askeri müdahalelere, ayrılıkçı hareketleri ve siyasi huzursuzlukları desteklemeye kadar— sergiliyor. Bir yüzüyle müzakere ederken, diğer yüzüyle manevra yapar. Kameralar önünde tokalaşır, kapalı kapılar ardında baskı uygular.

Ancak en bariz örnek, İran nükleer dosyasında yaşananlar. Washington yıllarca müzakere etti, 2015 yılında bir anlaşma imzaladı, ardından hiçbir hukuki gerekçe olmaksızın, sadece yeni bir yönetimin öyle karar vermesiyle anlaşmadan çekilmişti.

Ortada İran'ın bir ihlali yoktu; aksine, Amerika'nın uluslararası bir taahhüdü ihlali söz konusuydu.

Ardından, en aşırı düzeyde baskı uyguladıktan sonra, yeniden müzakere talep etti; ancak bu kez daha ağır şartlarla ve hiçbir güvence olmaksızın. Burada müzakereler bir uzlaşı aracı değil, siyasi ve iktisadi bir şantaj aracıydı.

İslam Cumhuriyeti'nin ilk günden beri idrak ettiği gerçek şudur: Amerika samimiyetle müzakere etmez, güç kullanarak başaramadığını elde etmek için manevra yapar. Güven inşa etmez, aksine şüphe tohumları eker.

İşgali makyajlar, zulmü meşrulaştırır ve müzakereleri sahadaki gerçekleri değiştirmek için bir kılıf olarak kullanır. Bu nedenle, İran'ın tutumu her zaman net olmuştur: Müzakere bir amaç değil, egemenlik ve onur terazisinde sınanan bir araçtır.

Bedeli teslimiyet olduğunda ise diyalog reddedilir, çünkü izzet, yanılsamalarla takas edilmez.

Dünya bu hakikati idrak etmediği sürece, Amerikan müzakereleri, halkların içinde dönüp durduğu kapalı bir daire olarak kalacak; Washington ise kendi yolunda ilerlemeye devam edecek, dilediği zaman savaşlar çıkaracak ve çıkarları gerektirdiğinde "barış" talep edecektir, hepsi bu.

Çeviri: YDH