"Tel Aviv, İran'a uluslararası meşruiyet kazandıracak ve onu bölgesel olarak yeniden konumlandıracak yeni nükleer anlaşmanın, bölgedeki İsrail karşıtı eksenin gücünü artıracağının farkında."

YDH - İsrail, ABD-İran nükleer müzakerelerini resmi bir sessizlikle izlese de bu durum, derin bir gerilimi ve taktiksel bir bekleyişi gizliyor. İran ise nükleer programını ulusal egemenlik meselesi olarak görüp taviz vermeyeceğini net bir şekilde ortaya koyuyor. El-Ahbar gazetesi yazarı Ali Haydar'ın değerlendirmesine göre İsrail, müzakerelerin başarısız olmasını umarak olası bir tırmanış için zemin hazırlarken, İran'ın kararlı duruşu ve değişen uluslararası dinamikler Tel Aviv'in hareket alanını daraltıyor. Bu gelişmeler, İran'ın zayıfladığına dair önceki tahminleri geçersiz kılarak bölgedeki güç dengelerini yeniden şekillendirme potansiyeli taşıyor.
İsrail, ABD ile İran arasındaki müzakere sürecine ilişkin resmi olarak sessizliğini korusa da perde arkasında yaşananlar, bu beklentinin aslında derin gerilimi gizlediğini gösteriyor.
Buna karşılık İran, "baskılar karşısında muktedir olma" denklemini pekiştiren özgüvenli söylemini sürdürüyor. Bu farklılık, İsrail'in Hizbullah ile son savaşı ve Suriye'deki dönüşümün ardından ortaya çıkan yeni değişkenlere dayanarak İran'ın zayıfladığı yönündeki tahminlerinin ne kadar isabetli olduğu konusunda soru işaretleri doğuruyor.
Ayrıca, bu müzakere sürecinin sonuçlarının bölgesel denklemler ve sonrası için ortaya çıkacak senaryolar açısından ne gibi etkileri olacağı merak konusu.
Tahran ve Washington nükleer dosya konusunda yeni müzakere turları düzenlerken, Tel Aviv bu görüşmelere ilişkin alışılmadık sessizliğini sürdürüyor.
Bu durum, İsrail'in benzer müzakere süreçlerinde sergilediği gerilimi tırmandıran ve ateşli açıklamalar yapan geleneksel tutumundan farklılık gösteriyor.
Bu sessizliğin ne kadar süreceğinden bağımsız olarak, İsrail'in tutumundaki bu değişiklik pozisyonel bir farklılıktan ziyade, Donald Trump yönetimini kışkırtmanın ters tepebileceği ve İsrail'in ilerideki etkileme gücünü zayıflatabileceği değerlendirmesine dayanan hesaplı bir taktiksel tedbiri yansıtıyor.
Bu beklenti hâli içinde İsrail, güvenlik ve diplomatik kurumları aracılığıyla müzakerelerin seyrini yakından izliyor ve ABD ile iletişim kanallarını açık tutuyor.
Nitekim son zamanlarda İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu ile ABD Başkanı Donald Trump arasında doğrudan telefon görüşmeleri yapıldığı ve bu görüşmelerin İran dosyasına ayrıldığı ortaya çıktı.
Bu durum, İsrail'e müzakerelerin gidişatını etkilemesi için kontrollü kanal tanındığının göstergesi olsa da bu etki şimdilik sınırlı görünüyor.
Dolayısıyla İsrail'in önünde müzakerelerin başarısızlığına oynamaktan başka seçenek kalmıyor. İsrail bu başarısızlığı sadece kendi çıkarı için değil, aynı zamanda diplomatik sürecin çöküşünün sorumluluğunu üstlenmeden daha sonraki tırmandırıcı tutumunu meşrulaştırmak için de istiyor.
Zira Tel Aviv, İran'a uluslararası meşruiyet kazandıracak ve onu bölgesel olarak yeniden konumlandıracak yeni nükleer anlaşmanın, bölgedeki İsrail karşıtı eksenin gücünü artıracağının farkında.
Bu temkinli hesapların karşısında, İran lideri Ayetullah Ali Hamenei'nin İmam Humeyni'nin vefatının yıl dönümü münasebetiyle yaptığı konuşma, İran'ın müzakerelere ilişkin tutumunu netleştirdi: İran taviz vermeyecek ve nükleer sanayi hakkı, pazarlığa açık olmayan kırmızı çizgidir.
Bu konuşma, teknik veya müzakere odaklı olmaktan çok, ABD baskıları karşısında kararlı duruşu ve kırmızı çizgileri ifade ediyordu.
Özellikle nükleer sanayiyi ulusal onurun ve bağımsızlığın sembolü olarak sunması ve bunu doğrudan, kendi ifadesiyle "düşmanların sürekli yok etmeye çalıştığı 'biz yapabiliriz' ilkesine" bağlaması dikkat çekiciydi.
Daha da önemlisi Hamenei, nükleer zenginleştirme konusunun dış pazarlıklara tabi olmadığını, bunun egemen bir iç mesele olduğunu ve ABD'nin veya başka bir ülkenin buna müdahale etme hakkı bulunmadığını vurguladı.
Ayrıca, ABD'nin yüzde 20 oranında zenginleştirilmiş yakıt sağlama sözünden döndüğü geçmiş tecrübeyi hatırlatarak, bu durumun İranlı bilim insanlarını yakıtı yerli olarak üretmeye ittiğini belirtti.
Hamenei bunu, direniş ve kararlılık seçeneğinin etkinliğinin somut kanıtı olarak görüyor.
İsrail, İran tehdidinin sadece santrifüjlerden değil, aynı zamanda direnişi kimliğinin parçası ve Filistin'i merkezi davası olarak gören ideolojik, siyasi ve fikri bir sistemden kaynaklandığını çok iyi biliyor.
Bu nedenle Tel Aviv, nükleer sanayinin bölgedeki güç dengesini değiştirebilecek daha geniş kapasitelerin sadece bir başlığı olduğunu düşünüyor.
Peki, burada müzakerelerin başarısızlığına oynamak yeterli mi? Gerçek şu ki İsrail, kendini giderek karmaşıklaşan bir açmazda buluyor: Bir yandan ABD yönetimindeki değişimlerden endişe duyarken, diğer yandan ABD'nin İran karşısındaki seçeneklerini kısıtlayabilecek yeni uluslararası gerçeklikle yüzleşiyor.
Bu durum, Tel Aviv'in hareket alanını ve ne kadar ileri gidebileceğini de etkileyecektir.
Her hâlükârda İsrail'in sessizliği, kendi performansını kısıtlayan engelleri ortaya koyarken, İran ise baskılar karşısında eğilmeyen sabit söylemi ile ilkelerden taviz vermeden diyaloğu kabul eden siyasi gerçekçilik arasında denge kuruyor.
İsrail'in bu sessizliği ile İran'ın bu gür sesi arasında bölge, çok sayıda senaryoya açık bir doğum sancısı sürecinden geçmeye devam ediyor.
Fakat son gelişmeler, İran'ın denklemdeki konumuna ilişkin birçok umudu ve yanlış tahmini şimdilik boşa çıkardı.
Bu, caydırıcılık ve etki haritaları ile belki de dengeler üzerinde iz bırakacak ve İsrail'in bu sonuçları kabullenmemesi için ek bir neden oluşturacaktır.
Çeviri: YDH