İran'ın verdiği karşılığın önemi

img
İran'ın verdiği karşılığın önemi YDH

"İran'a karşı şu an yürütülen bu saldırgan savaş, sadece İran için değil, aynı zamanda Türkiye ve Araplar için de taşıdığı anlamlar ve ortaya çıkardığı boyutlar açısından bu perspektiften okunmalı."




YDH - El-Ahbar gazetesi yazarı Münir Şefik, 13 Haziran'da İsrail'in İran'a yönelik saldırısının, nükleer programın ötesinde, İslam Devrimi'nin temellerini yıkmayı ve bölgeyi Batı hegemonyasına teslim etmeyi amaçlayan daha geniş bir stratejinin parçası olduğunu ifade ediyor. Bu saldırının, Filistin davasını tasfiye etme ve Arap-İslam coğrafyasının haritalarını yeniden çizme hedefini taşıyan varoluşsal bir savaş olduğunu belirtiyor.

İsrail ordusunun 13 Haziran şafağında İran'a yönelik başlattığı saldırı hem şaşırtıcıydı hem de değildi.

Zira bu saldırıdan önce hem Trump hem de Netanyahu tarafından, İran'ın ABD Başkanı'nın özel elçisi Steve Witkoff'un şartlarına boyun eğmemesi hâlinde kendisine savaş açılacağına dair işaretler ve hatta açıklamalar yapılmıştı.

Bu şartların başında ise görünüşte, uranyum zenginleştirme faaliyetlerinin tamamen durdurulması geliyordu.

Hâlbuki aralarında zayıf ülkelerin de bulunduğu tüm dünya devletlerinin, yüzde 3 sınırında da olsa bilimsel, tıbbi ve barışçıl amaçlarla uranyum zenginleştirme hakkı bulunuyor.

Bu durum, Trump'ın bazı tutumları ve Netanyahu'nun içeride ve dışarıda yaşadığı kriz nedeniyle Trump'tan onay alması gerektiği gerçeğinden hareketle savaşı uzak bir ihtimal olarak görenlerin bile her an bir savaş beklemelerini gerektiriyordu.

Saldırının şaşırtıcı olması ise Trump'ın, İran'ın bu tarihe kadar Witkoff'un şartlarını kabul etmemesi hâlinde tehdit ettiği gibi, 15 Haziran'daki müzakerelerin beklenmesinden kaynaklandı.

Bu nedenle saldırı, o gün ve saldırının ilk anlarında şehit olan bazıları için ani ve hatta haince oldu.

Cuma şafağında gerçekleşen saldırı, İran ve İran dışındaki pek çok kişi için sert ve acı verici bir darbe oldu.

Saldırıya yönelik hazırlıklar, aylardır, hatta bazı hazırlıkların yıllardır yapıldığını gösteriyordu. Özellikle nükleer ve balistik tesislerin hedef alınması ve bazı zorlukların ancak ABD ile kimi Avrupa ülkelerinin katılımıyla aşılabileceği gerçeği bunu kanıtlar nitelikteydi.

Bunun nedeni ise mesafenin uzaklığı ve ihtiyaç duyulan uçakların sayısının fazlalığı ile niteliğiydi.

Aslında bu noktaya kadar bir sorun yoktu, zira Batılı ülkeler 1979'dan beri İran'daki İslam Devrimi'ni vurmaya hazırdı.

Dolayısıyla darbenin boyutu, derinliği ve gerektirdiği teknoloji ile çok yönlü destek de şaşırtıcı değildi. Ancak asıl mesele, saldırıya verilecek yanıttaki siyasi, stratejik ve ilkesel boyuttu.

Bu yanıtın, nükleer konunun ötesine geçerek devrimin doğasını, hedeflerini, dayanıklılık sağlamak için uyguladığı maddi ve teknik gelişim odaklı iç politikalarını ve bilhassa Filistin ile Lübnan'da İsrail'e karşı direnişle ilgili dış politikalarını hedef alan asıl amacı boşa çıkarması gerekiyordu.

Şafak vaktindeki saldırının ardından gün boyunca Trump ve Netanyahu'nun yaptığı resmî açıklamaları takip etmek, İran'dan neye boyun eğmesinin istendiğini anlamak için yeterli.

Bu talepler, İran'ın İmam Humeyni'nin kurduğu ve İmam Hamaney'in inşa ettiği her şeyden vazgeçmesi noktasına vardı. Yani İran liderliğinin mevcut varlığının temeli hedef alındı.

Bu durum, tartışmasız bir şekilde Arap-İslam coğrafyasının (İran ve Türkiye) ABD ve İsrail'e terk edilmesi anlamına geliyor. Bu da Filistin davasının tasfiyesini, mevcut haritaların değiştirilmesini ve başta her bir Arap ve İslam ülkesinin birliği olmak üzere Pakistan ve Endonezya'ya kadar uzanan bir etkiyi içeriyor.

En az yüz yıldır devam eden bu mücadelenin, Batı açısından sömürgecilik, emperyalizm ve hegemonyanın ötesine geçerek, Arap ve İslam dünyası olarak adlandırılan coğrafyanın medeni, ideolojik ve toplumsal varlığını yok etme boyutları taşıdığını düşünmeyenler yanılır.

Tarihsel köklerine kadar uzanan bu boyutu fark etmeyenler, yaşanan ve yaşanmakta olan savaşları, hatta Gazze'de yaşanan insanlık katliamını açıklayamaz.

Aynı şekilde, İran'ın direnişinin ve bu savaşa meydan okumasının önemini de kavrayamaz.

İran'a karşı şu an yürütülen bu saldırgan savaş, sadece İran için değil, aynı zamanda Türkiye ve Araplar için de taşıdığı anlamlar ve ortaya çıkardığı boyutlar açısından bu perspektiften okunmalı. Pakistan'ın İran'a verdiği destekte hissettiği de budur.

Seyyid İmam Ali Hamenei'nin saldırıya karşılık verme ve savaşa girme yönündeki kararlı İran tavrı, büyük bir netlik ve cesaretle ortaya kondu. Bu kararlılık, söz konusu saldırı ve hedefleri karşısında doğru okumanın ve doğru duruşun bir ifadesidir.

Bu duruş, ayın 13'ünü 14'üne ve 14'ünü 15'ine bağlayan gecelerde İsrail'in bombalanması, düşman insansız hava araçlarına karşı konulması ve ardından gelen diğer misillemelerle somutlaştı.

Böylece 13 Haziran şafağında başlayan saldırı savaşı, sadece İran için değil, aynı zamanda Filistin, Araplar, İslam dünyası ve dünyadaki tüm özgür insanlar için yeni bir meydan okuma ve direniş dönemini başlatmış oldu.

13 Haziran saldırısının hedeflerinin arkasında, nükleer tesisleri yok etmekten veya İran'ı bazı geri adımlar atmaya zorlamaktan çok daha öte amaçlar yatıyor.

Netanyahu'nun, İsrail'in bir "varoluş savaşı" yürüttüğünü vurgulaması da bunu ortaya koyuyor ki bu, bizim varlığımıza karşı bir savaş anlamına gelir. Sadece İran'ın değil, ilgili tüm tarafların vereceği yanıtı belirlemesi gereken anlayış da budur.

Çeviri: YDH