İsrail kurguda kurulmaya başlandı: Siyonist edebiyatı inceleyen bir öğrenci

img
İsrail kurguda kurulmaya başlandı: Siyonist edebiyatı inceleyen bir öğrenci YDH

“Edebi Siyonizmin, siyasi Siyonizmden önce ortaya çıktığını ve kısa sürede onu doğurduğunu söylemek abartı olmaz. Siyasi Siyonizm, daha sonra edebiyatı tek bir amaca hizmet etmek üzere organize edilmiş bu devasa makinenin içinde kendisine biçilen rolü oynaması için planlarına dahil etti.”




YDH- El-Meyadin'de yer almış olan yazı, Siyonist hareketin edebiyatı nasıl bir propaganda aracına dönüştürdüğünü ve Filistin’in işgalini meşrulaştırmak için kullandığını inceliyor. Gassan Kenefânî’nin eserleri üzerinden, Siyonist edebiyatın dini kavramları ulusal kimliğe tahvil ederek hem içerikte hem dilde ideolojik bir dönüşüm yarattığını vurgulayan yazıda ayrıca İbranice’nin kutsal bir dilden siyasi bir ulus inşası aracına evrilmesi ve Nobel gibi ödüllerin bu süreci uluslararası düzeyde meşrulaştırmadaki rolü değerlendiriliyor.

15 Mayıs 1948'de, “İsrail Devleti’nin kurulduğu”nun resmen ilan edildiği gün yaşanan Filistin Nakba’sı, kelimeleri bir araç olarak kullanan eski bir Siyonist fikrin somut bir örneğiydi.

Siyonist hareket, öncelikle Tevrat'taki dini kavramları çarpıtarak kendi siyasi hedeflerine hizmet etti. Bu çarpıtma, tüm dünyadaki Yahudilere yönelikti. Ayrıca hareket, Batılı ülkelere, onların güçlü kurumlarına ve etkili isimlerine seslenmek için tarihsel gerçekleri çarpıtan yanıltıcı bir propaganda dili kullandı. Siyonist romanlar, 19. yüzyılda ve 20. yüzyılın ilk yarısında genellikle yazarların ana dillerinde kaleme alınmış, ardından İbraniceye çevrilerek Yahudi okurlara sunulmuştu.

Merhum Filistinli yazar Gassan Kenefânî (1936–1972), Siyonistlerin edebiyatı gerçekleri çarpıtmak ve tarihi tahrif etmek amacıyla ırkçı bir araç olarak kullanmasını, Siyonist Edebiyat Üzerine adlı kitabında ortaya koymaya çalışmıştır. Kenefânî, bu eserinde onlarca Siyonist romanı, araştırmayı ve ilgili makaleyi incelemiştir. Siyonist varlığın kurulmasından önce yazılan Siyonist edebi eserler, Kenefânî’nin de vurguladığı gibi, yaratıcı bir sanat eserinden ziyade “medya propagandası senfonisine” benzeyen retorik, habercilik ve vaaz diliyle; kabalık ve doğrudanlıkla karakterize edilmekteydi.

Kenefânî’ye göre, Siyonist edebiyat, siyasi hareketten önce ortaya çıkmış ve onu yaratmıştı. Daha sonra, bu siyasi hareket güç kazandıkça edebiyat üzerinde egemenlik kurmuş ve onu kendi amaçları doğrultusunda yönlendirmişti. Kenefânî kitabının girişinde şöyle der:

“Edebi Siyonizmin, siyasi Siyonizmden önce ortaya çıktığını ve kısa sürede onu doğurduğunu söylemek abartı olmaz. Siyasi Siyonizm, daha sonra edebiyatı tek bir amaca hizmet etmek üzere organize edilmiş bu devasa makinenin içinde kendisine biçilen rolü oynaması için planlarına dahil etti.”

 

Tek birleştirici olarak İbranice dili

Siyonist edebiyat böylesine merkezi bir öneme sahipken, İbranice dilinin “İsrail Devleti”nin kurulmasına yönelik hazırlık ve seferberlikte kritik bir rol üstlenmesi elbette şaşırtıcı değildir. Zira İbranice, Kenefânî’nin ifadesiyle, “dünyadaki Yahudileri birbirine bağlayan tek zayıf bağ” niteliğindeydi. Ne var ki, bu bağ esasen dini bir bağlam taşıyor, ulusal bir nitelik arz etmiyordu.

İbranice uzun süre yalnızca kutsal metinlerin ve ibadet dilinin bir aracı olarak var olmuşken, Siyonist hareket onu yapay biçimde ulusal bir sembole dönüştürmüş ve bu amaç uğruna Avrupa Yahudilerinin anadili olan Yidiş’i sistematik biçimde geriletip marjinalleştirmiştir.

İbranice’nin statüsündeki bu yükseliş, Theodor Herzl’in 1897’de İsviçre’nin Basel kentinde düzenlenen kongrede Siyonist hareketin kurulduğunu ve siyasi faaliyetlerinin resmen başladığını ilan etmesinden yaklaşık yarım yüzyıl önce başlamıştır.

Kenefânî, dil bağının merkezi önemi ile edebiyatın kurucu işlevini vurgulamak için çoğu zaman göz ardı edilen bir hususa dikkat çeker: Theodor Herzl, siyasi bir figüre dönüşmeden evvel bir yazardı. Birkaç roman kaleme almış, bunlardan en önemlisi olan Eski-Yeni Ülke adlı eserde, Siyonist projenin ırkçı, dini ve siyasi imalarını son derece açık biçimde dile getirmiştir.

 

Yeni dil kullanımının edebiyat üzerindeki etkisi

İşgal altındaki Akka’nın oğlu Gassan Kenefânî, İbranice’nin dini bir dilden ulusal bir dile dönüşmesinin, edebi eserlerin içeriğinde de köklü bir değişimi beraberinde getirdiğini belirtir. Ona göre bu dönüşüm, mistisizm, bağlılık ve doğruluk kavramları etrafında şekillenen dini kahraman tipinin yerini, artık siyasi bir kahramana bırakmasına yol açmıştır. Kenefânî bunu şu sözlerle dile getirir:

“Yahudi kahraman artık bir ikilemle karşı karşıyadır. Artık tarihsel nitelikteki anlatılar aracılığıyla soyut idealler ve varsayımlar hakkında konuşamaz. Neredeyse tek başına, Siyonist varsayımları doğrudan sorgulayan gerçeklikle yüzleşmek zorundadır.”

Kenefânî, İbranice’nin dini bağlamından sıyrılıp ulusal kimliğin taşıyıcısına dönüşmesini, Siyonist projenin ideolojik mühendisliği açısından kritik bir eşik olarak değerlendirir. Şöyle der:

“İbranice dini bir dilden ulusal bir dile dönüşürken, edebi eserlerin içeriği de mistisizm, bağlılık ve doğruluk anlamında dini bir kahramandan siyasi bir kahramana dönüştü.”

Kenefânî’nin vurguladığı önemli bir diğer nokta, edebiyat ile siyaset arasındaki farkın, Siyonist edebi eserleri okumayı özellikle önemli ve çarpıcı kılmasıdır. Bu eserler, insanların gündelik yaşamını tasvir etmekte; siyasi hesaplamalarla ve ideolojik olarak seçilmiş kelime dağarcığıyla şekillenen propagandanın aksine, basit ve görece spontane bir dil kullanmaktadır. Kenefânî bu hususu şöyle açıklar:

“Siyonist edebi eserlerin önemi, siyasi yazıların kamufle ettiği ve ustaca atlattığı gerçekleri ortaya çıkarması ve bunları derinlemesine incelemesidir.”

 

Eksik gelişme ve devam eden durgunluk

Zaman içinde, işgal altındaki Filistin’de yaşayan ve Batı’da ün kazanan bazı yazarların aksine, olayların tam da içinden yazan yeni bir kuşak Siyonist yazarların ortaya çıkmasıyla, Siyonist edebiyatta tek bir kayda değer gelişme yaşandı: Siyonist hareketin açık, kaba propaganda edebiyatından, mantığa ve olayların yüzeysel gerçekliğine daha yakın bir anlatıya sınırlı bir geçiş.

Kenefânî’ye göre, bu yeni yazarlar romanlarında “gerçek sorunu”—yani 'Siyonist kahramanlar' ile Arap karakterler arasındaki çatışmaları—ele aldılar, ancak meseleye değinmekle yetinip onu derinlemesine incelemekten ısrarla kaçındılar.

Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) Siyasi Bürosu üyesi olan Kenefânî, Siyonist edebiyatın karakteristik bir özelliğine dönüşen küçümseyici üslubu özellikle vurgular. Bu üslup, Siyonist kahramanların kolay ve kahramanca üstünlüğüyle tezat oluşturan, aşağılanmış, basmakalıp Arap imajında billurlaşır.

Kenefânî’ye göre, bu yaklaşım “Tanrı’nın Seçilmiş Halkı” iddiasının ve Siyonist ırkçılığın doğrudan bir yansımasıdır. Aynı zamanda, Siyonistlerin işgal altındaki Filistin’e göç etmeden önce yaşadıkları toplumlara entegre olmalarını sistematik biçimde engelleyen ideolojik saiklerin de ifadesidir. Kenefânî bu geçişi şöyle özetler:

“Siyonist edebiyatta tek bir gelişme oldu; o da Siyonist hareketin açık propaganda edebiyatından mantığa ve olayların gerçekliğine daha yakın bir edebiyata sınırlı bir geçiş olmasıydı.”

Yahudilerin Filistin’e göç etmelerinin ardındaki nedenler konusunda Kenefânî, yerleşik anlatıları kökten sorgulayarak dikkat çekici bir tespitte bulunur:

“Siyonizmi doğuran şey zulüm, Holokost ve toplama kampları değil, Yahudilerin yaşadıkları toplumlarda gerginliğin azalması ve bunun sonucunda ortaya çıkan kültürel faaliyetlerdi.”

Kenefânî’ye göre bu faaliyetler, Yahudilerin bulundukları topluma entegre olmamalarını, kendilerini diğer halklardan üstün ve ayrıcalıklı görmelerini sürekli olarak beslemiş ve teşvik etmiştir.

Bunun ötesinde Kenefânî, Siyonist edebiyatın Nazi Holokost’unu tekrar tekrar gündeme getirerek Filistin’in işgalini meşrulaştırma çabasının, özünde ciddi bir mantıksal çelişki taşıdığına işaret eder. Bu çelişkiyi şu sözlerle tanımlar:

“Bu çok karmaşık bir konudur; özü açıklama değil, meşrulaştırma olan, başlangıçta hiçbir neden bulunmadığı için bir neden uydurma çabasıdır.”

 

“Balfour Deklarasyonu edebi bir metindir”

Batılı sömürgeci güçlerin, Filistin’deki başat sömürgeci olan İngiltere’nin bu toprakları Siyonist harekete armağan ettiği Balfour Deklarasyonu’nu yayınlamasından neredeyse yarım yüzyıl sonra, Batı dünyası bir kez daha, 1967 Haziran saldırısından sadece birkaç ay önce, sembolik bir jestle Siyonistlere hak etmedikleri bir ayrıcalık sunmuştur.

1966’da Nobel Edebiyat Komitesi, edebi yaratıcılıktan uzak, kışkırtıcı bir propagandacı olarak nitelendirilen İsrailli yazar Shmuel Yosef Agnon’a ödül vereceğini açıklamıştır.

Agnon’un Nobel duyurusu şu ifadelerle yapılmıştır:

“Yazıları, İsrail’in zamanımıza verdiği mesajı temsil ediyor ve o, yazılı kelimelerle Yahudi halkının kültürel mirasını sunmak için muhteşem bir mücadele veriyor.”

Kenefânî, Agnon’un dünyanın en prestijli edebiyat ödülünü almasını “edebi Balfour Deklarasyonu” olarak tanımlamış ve bu tercihin temel nedenini şu şekilde ortaya koymuştur: Agnon, Siyonist yazarlar arasında dini ve siyasi pozisyonları en ustaca birleştiren kişi olarak öne çıkıyordu. Üstelik yazıları, Doğu Avrupa’dan—özellikle Polonya’dan—işgal altındaki Filistin’e Yahudi göçünü ve “İsrail”in yeni topraklar genişletmesi ile ilhaklarını meşrulaştırmaya adanmıştı.

Kenefânî’ye göre bu durum, Agnon’un en ünlü kadın karakteri Tahila’nın ifadelerinde ve en çok bilinen romanı Denizlerin Kalbindede de somutlaşır.

Bu romanda, “İsrail”in kuzey sınırlarının Lübnan’ın Sayda ve Sur şehirlerini de kapsayacak şekilde genişletilmesinin bir gereklilik olarak tasvir edilmesi, yazarın edebi söylemini, sömürgeci yayılmacılığın ideolojik zeminine dönüştürmektedir.

 

Filistin karşı-edebiyatı

Kenefânî’nin bu kitabında sergilediği, Siyonist propagandayı ifşa etmeye yönelik titiz ve kararlı çabası, İsrail istihbarat örgütü Mossad’ın 1972 yılında Beyrut’ta arabasının altına yerleştirilen bir patlayıcı cihazla onu öldürmesi için başlı başına yeterli bir gerekçeydi.

Belki de Kenefânî’nin çarpıcı derecede yoğun edebi ve siyasi faaliyetleri sayesinde, romanlarının görece kısa hacmini daha iyi anlayabiliriz. Sanki bu metinlere yeterince zaman ayırmaya fırsat bulamamış gibiydi; çünkü onları, tıpkı tüm direniş savaşçıları gibi, hayatının sürekli tehdit altında olduğunun bilinciyle kaleme aldı.

Kenefânî, yaşamı sona ermeden önce Siyonist aldatmacaya karşı duran bir roman bırakmak, bunun aracılığıyla dünyaya bir tanıklık sunmak ve Filistinlilerin mutlaka duyulması gereken bir sesi olduğunu kanıtlamak istiyordu.

Onun eserleri, fikirlerini aktarmak için edebiyatı bir araç olarak kullanmaktan çekinmeyen bir direngenlik ve sorumluluk duygusuyla yazıldı. Bu inat, nihayetinde onu hedef haline getiren nedenlerin başında geliyordu.

Çeviri: YDH

Daha fazlasını okuyun: 7 Ekim'den sonra dündada Yahudiler için vaat edilmiş topraklar kalmamıştır

Daha fazlasını okuyun: Direniş okulu ve entelektüelin görevi

Daha fazlasını okuyun: İşgalci varlığın stratejisi neden yetersiz kalıyor?

Daha fazlasını okuyun: ''Gazze'deki akademi-kırımını ölçmek imkansız''



Makaleler

Güncel