Suriye’de bugün yaşananlar, yalnızca grupların yer değiştirmesi değil; ayrışmış yapıları kalıcılaştırmaya yönelik bilinçli bir saha hazırlığı. Her yeni çatışma merkezi devleti zayıflatırken, “korunan kanton” fikrini güçlendiriyor – bu da bölgesel ve uluslararası destekle, insani söylemler eşliğinde meşrulaştırılıyor.

YDH- El-Menar yazarlarından Betül Vehbi, kaleme aldığı yazısında, Suriye’nin son dönemde Süveyda ve Sahil bölgelerinde yaşanan çatışmalar üzerinden dış müdahalelerle kimlik temelli kantonlara bölünme sürecine sürüklendiğini savunarak, bu gelişmeleri İsrail’in uzun vadeli güvenlik stratejisinin parçası olan kapsamlı bir bölgesel plan çerçevesinde analiz ediyor.
Süveyda’daki duman ve Sahil’deki alevlerin, yalnızca silahların ve yerel çatışmaların değil, bölge haritasını sessizce kan ve kimlik ritminde yeniden şekillendiren dış güçlerin de ürünü olduğunu vurgulayan Vehbi'ye göre, bu manzara, Suriye’de yalnızca yeni bir çatışma dalgası değil, aynı zamanda savaşın doğasında tehlikeli bir dönüşümün habercisi niteliğinde.
Vehbi’ye göre bu dönüşümün adı “taifeci kantonlar”, mimarı ise İsrail işgal varlığı.
İsrail savaş uçakları yalnızca keşifle yetinmedi, Şam, Süveyda ve Dera’daki hassas askeri ve siyasi hedefleri – Savunma Bakanlığı ile Cumhurbaşkanlığı Sarayı çevresi dâhil – vurdu.
Bu, sıradışı bir niyet ve mesaj gösterisiydi. Aynı zamanda, İsrail kara birlikleri işgal altındaki Golan Tepeleri’nden ilerleyerek Şam’ın güney kırsalında yer alan Katana kasabasına kadar ulaştı.
Tel Aviv’in bu hamlesi, Vehbi’nin ifadesiyle 1980’lerde Lübnan’ın güneyinde inşa ettiği “güvenlik kuşağı” modelini hatırlattı.
Netanyahu’nun Dürzilere verdiği destek mesajları ve İsrail güvenlik birimlerinin Güney Suriye’nin silahsızlandırılması yönündeki açıklamaları da bu projenin işaret fişekleri oldu.
Vehbi’ye göre İsrail, Golan’dan Cebel el-Arab’a kadar uzanan ve Dürzilerin “koruma” karşılığında konumlandığı fiili bir tampon bölge inşa etmeye çalışıyor.
Sadece güneyde değil, Suriye’nin sahil bölgesinde de benzer gelişmeler yaşanıyor. Vehbi, Alevilerin çoğunlukta olduğu bu bölgede son haftalarda meydana gelen ve taifeci nedenlere dayandığı bildirilen katliamlarda yaklaşık bin 700 sivilin hayatını kaybettiğini aktarıyor.
Uluslararası insan hakları örgütlerinin belgeleri ve tanıklıklarına dayandırılan bu bilgiler, rejime bağlı silahlı grupların Suriye halkına karşı taifeci ayrımcılıkla infazlar gerçekleştirdiğini ortaya koyuyor.
Vehbi’ye göre tüm bu gelişmeler, şu temel soruları tekrar gündeme taşıyor: Kim fitneyi körüklüyor? Neden şimdi? Bu yangını kim büyütmek istiyor ve bundan kim fayda sağlıyor?
Suriye’nin fiilen taifeci kantonlara bölünmesi senaryosunun yeniden dolaşıma girdiğini belirten Vehbi, bu senaryonun yeni olmadığını, savaşın başında bazı Batılı analizlerde yer alan “faydalı Suriye” kavramıyla ilişkili olduğunu hatırlatıyor: merkezi devletin sadece Şam ile Sahil arasında sıkıştığı dar bir hatta hapsedilmesi.
Ancak Vehbi’ye göre fark şu ki, artık bu senaryo yalnızca bir fikir değil; sahadaki parçalanma, dış müdahalelerin açık müdahil oluşuyla birlikte, uygulama aşamasına çok daha yakın bir durumda.
Güney ve sahilde yaşananlar, son yirmi yılda Irak, Libya gibi Arap ülkelerinde yürütülen parçalama stratejileriyle benzerlik gösteriyor. Vehbi’ye göre, bu stratejilerin ortak noktası, taifeci, etnik ya da bölgesel farklılıkların birer sızma aracı olarak kullanılması ve iktidarın fiili kantonlar şeklinde yeniden üretilmesi.
İsrail’in rolüne dikkat çeken Vehbi, bu parçalanmayı yalnızca kısa vadeli değil, uzun vadeli güvenlik stratejisi olarak değerlendirdiğini belirtiyor.
Böyle bir yapı, İsrail açısından hem geleneksel tehditlerden hem de direniş odaklarından uzak, denetlenebilir bir tampon kuşak kurma hedefine hizmet ediyor.
Vehbi'ye göre, bu sürecin merkezinde, ABD–Ürdün–Suriye ekseninde yürütülen ve görünürde güneyde ateşkes sağlamayı amaçlayan uzlaşmalar bulunuyor. Ancak bu uzlaşmalar, çatışmaları durdurmaktan ziyade, yeni temas hatları çizme ve nüfuz bölgelerini yeniden yapılandırma girişimi olarak işliyor.
Vehbi, Suriye'deki Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) örgütünden gelen ateşkes ilanının, Dürzi liderliğinin açıklamaları ve Aşiretler Meclisi’nin sert çıkışlarıyla birlikte son derece kırılgan bir denge yarattığını ifade ediyor.
''Bu denge her an bozulmaya açık.'' diyerek ateşkesin kırılganlığına dikkat çeken Vehbi’ye göre asıl tehlike, “azınlıkların korunması” kavramının artık siyasi bir silaha dönüşmüş olması.
İsrail, kendisini “Dürzilerin koruyucusu” olarak sunarken, ABD ise taraflara hesap sorma çağrısı yapıyor – fakat aylardır Gazze’de yaşananlara karşı sessizliğini sürdürüyor.
Bu çifte standartlı tavır, yazarın değerlendirmesine göre, insan hakları söyleminin taifeci araçlara dönüştüğünü ve insanlığın adeta “kimlik kartı”na göre dağıtıldığını ya da esirgendiğini gösteriyor.
Vehbi, en tehlikeli boyutun taifeci kantonların yalnızca Süveyda ya da sahille sınırlı kalmaması olduğunu belirtiyor. Bu yapılar, artık Suriye’yi aşan bir bölgesel projenin çekirdeği hâline gelmiş durumda.
Komşu ülkelerde de benzer temas hatlarının oluşması hâlinde, bu modelin başka alanlara yayılma ihtimali artıyor. Özellikle toplumsal yapının iç içe geçtiği Lübnan gibi ülkelerde, böyle bir durum fitne için yalnızca bir kıvılcım anlamına geliyor.
Vehbi’nin analizine göre, asıl mesele İsrail’in kimseyi gerçekten korumadığı; aksine, kaosu mühendislik ürünü olarak tasarlayıp bu yıkım üzerinden uzun vadeli stratejiler inşa ettiğidir. Tel Aviv, uzun süredir komşularının zayıflığından faydalanıyor ve şimdi Suriye’nin parçalanmasını, savaşsız elde ettiği onlarca yıllık bir güvenlik yatırımı olarak görüyor.
Sonuç olarak Betül Vehbi, yaşananların tesadüf değil, planlı bir bölme senaryosunun parçası olduğunu vurguluyor.
Bu senaryonun, dış güçlerin yönettiği, yerel grupların uyguladığı ve “azınlıkları koruma” söylemiyle yürütülen çok katmanlı bir proje olduğuna dikkat çeken Vehbi, Suriye'nin, sessiz kalan uluslararası toplumun ve içsel çaresizliklerin arasında, taifeci parçalara bölünme tehlikesiyle yüz yüze olduğunu bildiriyor.
Üstelik Vehbi’ye göre bu modelin yalnızca Suriye ile sınırlı kalmayıp bölge geneline yayılma riski var; zira bugün ortaya çıkan tablo, devletlerin enkazı üzerine etnik ve mezhebi temelde inşa edilen “korunan yapılar”ın her zamankinden daha gerçek ve yakın bir tehdit hâline geldiğini gösteriyor.
Vehbi, yazısını şu kritik soruyla tamamlıyor:
''Tüm bu fedakârlıklar ve yıkımın ardından Suriye, taifeci bölünmenin karanlık tünelinden çıkabilecek mi; yoksa yakın gelecekte “devlet olarak Suriye” değil, “kimliklere bölünmüş Suriyeler” gerçeği mi hüküm sürecek?''
Daha fazla okuyun: Ya İsrail Fırat'a koridor açarsa?
Daha fazla okuyun: Hizbullah'tan Suriye değerlendirmesi
Daha fazla okuyun: Sykes-Picot yeterli değildi, daha fazlasına ihtiyaç var
Daha fazla okuyun: Eğer durdurulmazsa “Büyük İsrail” gerçek olacak
Daha fazla okuyun: İsrail'in yeni doktrininde Suriye
Daha fazla okuyun: Lübnan-Suriye çatışmasını yönlendiren gizli eller
Daha fazla okuyun: Suriye'nin bölünmesi gerçekleşti mi?