El-Ahbar gazetesi yazarı Ali Haydar, ABD Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın Lübnan ziyaretlerinin arabuluculuk amacı taşımadığını, bilakis İsrail’in savaşla elde edemediği sonuçları “yumuşak güç” ve “siyasi mühendislik” yoluyla dayatma girişimi olduğunu yazdı.

YDH - El-Ahbar gazetesi yazarı Ali Haydar, kaleme aldığı makalede, ABD’nin Lübnan’daki siyasi faaliyetlerinin, İsrail’in savaşlarının farklı araçlarla devam ettirilmesinden ibaret olduğunu dile getirdi.
Haydar, “Eğer savaş, siyasetin başka araçlarla uzantısıysa, Amerikan siyasi hamleleri de İsrail savaşlarının başka araçlarla uzantısıdır,” ifadelerini kullanarak, ABD Özel Temsilcisi Tom Barrack’ın ziyaretlerinin bu bağlamda değerlendirilmesi gerektiğini belirtti.
Haydar’a göre, özellikle İsrail’in sahada kesin bir sonuç alamadığı savaşların ardından devreye giren Amerikan siyaseti, dengeli bir çözüm arzusundan değil, köklü bir stratejik doktrinden besleniyor.
Yazar, bu doktrinin amacını, “İsrail’in savaş hedeflerine ulaşmaktaki başarısızlığını, ‘siyasi mühendislik’ araçları kullanarak İsrail’in çıkarına hizmet edecek ve bölgeyi yeniden dizayn edecek tamamlanmış bir siyasi projeye dönüştürmek,” olarak tanımladı.
Ziyaretin amacı arabuluculuk değil, dayatma
Tom Barrack’ın ziyaretinin herhangi bir arabuluculuk niteliği taşımadığını, aksine “yumuşak bir zorlama iradesi” içerdiğini dile getiren Haydar, diplomasinin burada bir müzakere eylemi değil, gücün askeri olmayan araçlarla bir uzantısı olduğunu kaydetti.
Haydar, “Amerikan elçisi, Lübnan’ın gerçekliğine bağımsız bir varlık olarak değil, İsrail gücünün kendi şartlarını doğrudan dayatamamasının ardından yeniden düzenlenmesi gereken, tâbi bir alan olarak bakıyor,” diye yazdı.
Bu çerçevede ABD’nin Lübnan devletine yönelik söyleminin, çatışma denklemini tersine çevirme girişiminden başka bir şey olmadığını belirten yazar, şu değerlendirmeyi yaptı:
“Direnişin milli savunma aracı olarak ortaya çıktığı yerde, Amerika'nın söylemi onu egemenliği engelleyen bir iç kriz olarak çerçevelemeye çalışıyor. Böylece ‘silahın münhasıran devletin elinde olması’ gibi kavramlar, devleti fiili savunma kabiliyetinden yoksun bırakmak ve onu sınırları dışında formüle edilen denklemlerin siyasi vekili haline getirmek için kullanılan sloganlara dönüşüyor.”
Haydar, Barrack’ın desteklediği “barışın” ise “hegemonyanın maskeli araçlarından biri” olduğunu ve dengeleri bozma şartına bağlı olduğunu ifade etti.
Sonucu belirsiz savaşların ardından Amerika'nın değişen hedefi
Yazar, sonucu belli olmayan savaşlarda Amerika'nın hedefinin, düşmanın zaferini pekiştirmekten, bu zafere engel olan imkânları ortadan kaldırmaya dönüştüğünü vurguladı.
Haydar, “Barrack’ın bugün yaptığı, sonucu belirsiz her savaşı takip eden dönemde defalarca tecrübe ettiğimiz bir mantığı canlandırmaktır: Sonuçlar silahla dayatılamazsa, diplomasiyle, yaptırımlarla ve sahte bir ahlaki söylemle dayatılır,” dedi.
Bu aşamanın tehlikesine dikkat çeken Haydar, hedefin sadece direnişi askeri olarak etkisizleştirmekle sınırlı kalmadığını, aynı zamanda onu kendi milli çevresi içinde psikolojik ve sembolik olarak parçalamayı, bir yük olarak sunmayı ve bu temelde bütüncül bir siyasi ve medyatik anlatı inşa etmeyi amaçladığını belirtti.
Haydar’a göre bu durum, “zorlayıcı siyasi mühendislik” teorileriyle birebir örtüşüyor. Bu teoriler, sonucu belirsiz savaşları, “rakibin ahlaki, halk desteği, manevi ve siyasi yapısını, genel ortamdaki çelişkilerden ve fırsatlardan yararlanarak parçalamak suretiyle yeniden şekillendirmek için bir fırsat” olarak görüyor.
Egemenliğin içinin boşaltılması tehlikesi
Haydar, Amerika'nın politikasındaki sabit mantığa işaret ederek, İsrail’in 1967’deki gibi kesin zafer kazandığı durumlarda ABD’nin görevinin bu zaferi diplomatik ve hukuki gerçeklere dönüştürmek olduğunu, ancak son savaş gibi sonucu belirsiz durumlarda hedefin zaferi engelleyen potansiyeli dağıtmak haline geldiğini yazdı.
Bu noktada “yumuşak kontrol araçlarının” devreye girdiğini belirten yazar, bunları “mali baskı, içeriyi kışkırtma, uluslararası anlatıyı şekillendirme ve meşruiyeti itaate bağlama” olarak sıraladı.
Bu modeldeki en tehlikeli hususun sadece direnişi zayıflatma çabası olmadığını vurgulayan Haydar, asıl tehlikenin “egemenliğin içeriğini boşaltma ve egemenlik, reform, devlet gibi kavramları hegemonyanın hizmetinde uysal araçlara dönüştürme” girişimi olduğunu belirtti.
Haydar, “Amerika'nın mantığında egemenlik doğal bir hak değil, şartlı bir imtiyazdır: Devlet ya Amerika'nın anlatısına katılır ya da başarısız veya ‘uluslararası meşruiyetin’ dışında olarak sınıflandırılır,” ifadelerini kullandı.
Yazar, makalesini Lübnanlıların önündeki iki seçeneği ortaya koyarak sonlandırdı: Ya Amerikan-İsrail modeline dahil olup “savaşsız bir yenilgi” imzalamak ya da “gerçek egemenlik ve direnişin anlamını yeniden kazanarak, dış iradenin uygulayıcısı bir araç değil, bağımsız bir iradeyi şekillendiren egemen bir devlet kurmak.”