Kuteybe el-İdlibî: HTŞ'nin teslimiyetçiliğinin akademik yüzü

img
Kuteybe el-İdlibî: HTŞ'nin teslimiyetçiliğinin akademik yüzü YDH

El-İdlibî'nin bahsettiği geçiş dönemi adaleti, iktidarın dış çıkarlar doğrultusunda yeniden yapılandırılması için bir kılıf haline geliyor ve normalleşme, savaşlardan kaçınmak için bir zorunluluk olarak sunulurken, temel meseleler göz ardı ediliyor ve Golan Tepeleri, Filistin davasıyla birlikte işgalcilere satılıyor.




YDH- Kuteybe el-İdlibî, Suriye'de yönetime getirilen Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) örgütünün lideri Colani'nin iktidara gelmesinin ardından Mayıs 2025'ten bu yana HTŞ'nin sözde 'dışişleri bakanlığında' ABD ilişkilerini yönetiyor. 

Daha önce "ülkesine hakaret" suçundan hapis cezasına çarptırılan ve serbest bırakıldıktan sonra çalışmalarına devam eden El-İdlibî, 2020 yılında Columbia Üniversitesi'nden siyaset bilimi alanında lisans derecesi aldı.

El-İdlibî birkaç yıl Amerika Birleşik Devletleri'nde kalarak uluslararası Geçiş Dönemi Adaleti Merkezi'nde araştırmacı olarak görev yaptı ve USAID ve ABD Özel Harekat Komutanlığı gibi ABD kurumları tarafından finanse edilen araştırma projelerinde yer aldı. Ayrıca, Suriye'de "barış" ve "yönetim " sloganları altında programlar yürüten "Halk Değişim İstiyor" örgütünün kurucu ortaklarındandı.

Yeni görevine atanmasının ardından El-İdlibî, ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken ile yaptığı görüşmeyi Twitter'da paylaşarak önceliklerini özetledi:

-Batı yatırımlarına izin veren yasal çerçeveler aracılığıyla Suriye'ye yönelik yaptırımların kaldırılması,

-Şam'daki ABD büyükelçiliğinin yeniden açılması,

-Uluslararası denetim altında anayasal bir yol haritası oluşturulması,

-Geçiş adaleti mekanizmalarının desteklenmesi.

El-İdlibî'nin öncelikleri arasında saydığı bu konular, Amerika vizyonunu ve Suriye'de doğrudan denetim ve eylem arzusunu ortaya koyuyor. Önceki çalışmalarının kapsamı ve tweetleri ise, çeşitli ABD kuruluşları ve kuruluşlarıyla yakın bağlarını gösteriyor.

El-Hanedek gazetesi, El-İdlibî'nin HTŞ 'dışişleri bakanı' Esad Şeybani ile İsrail Stratejik İşler Bakanı Ron Dermer arasında Paris'te düzenlenen açık toplantıya ilişkin tutumuna dikkat çekerek şöyle yazıyor:

''El-İdlibî, toplantıyı İsrail ile gerginliği önlemek için atılmış bir adım olarak sundu. Başka bir deyişle, işgali kabul edip suçlarını görmezden gelmenin akıllıca olduğuna inanıyor; böylece "Suriye, İsrail politikalarına karşı koyamadığı için daha fazla kayıp yaşamayız." Bu mantık yeni değil; Camp David ve Oslo Anlaşmaları'nın dayandığı mantıkla aynı: "İsrail bir gerçekliktir ve görev onunla yüzleşmek değil, birlikte var olmaktır." Ancak deneyim, normalleşmenin İdlib'in arzuladığının aksine ne güvenlik ne de istikrar getirdiğini kanıtladı. Aksine, bağımlılığı artırdı ve Arap konumunu zayıflattı. Suriye'nin geleceğini aynı denklem üzerine kurmak mantıklı mı?''

 

HTŞ sokakla ve halkla çelişiyor

Suriye'deki iç kamuoyu yoklamaları, Suriyelilerin %77'sinin İsrail'i ülkeleri için en büyük tehdit olarak gördüğünü ortaya koydu. Bu oran, İdlibî'nin söylemi ile Suriye halkının söylemi arasındaki uçurumun büyüklüğünü göstermeye yetiyor.

Dünya işgal varlığının Gazze Şeridi'ndeki suçlarına tanık olurken ve Suriyeliler Şam'ın defalarca bombalandığını duyarken, İsraillilerle görüşmeleri "gerçekçi adımlar " olarak haklı çıkaran bir "diplomat" ortaya çıkıyor.

El-İdlibî, Batı'ya anladığı dilde hitap edebilen, sivil ve akademik bir yüze sahip bir diplomat olarak pazarlanıyor. Ancak gerçekte, önerdiği şey, Washington'ın şartlarının ve İsrail'in güvenlik garantilerinin tekrarından başka bir şey değil.

Bahsettiği geçiş dönemi adaleti, iktidarın dış çıkarlar doğrultusunda yeniden yapılandırılması için bir kılıf haline geliyor ve normalleşme, savaşlardan kaçınmak için bir zorunluluk olarak sunulurken, temel meseleler göz ardı ediliyor ve Golan Tepeleri, Filistin davasıyla birlikte işgalcilere satılıyor.

El-Hanedek, eleştirel haberini şu sözlerle noktalıyor:

''El-İdlibî, Amerikan ve İsrail baskısına uyum sağlama söylemine öncülük ediyor. HTŞ'nin bu yaklaşım devam ederse, Suriye kimliğini yitirecek ve Tel Aviv tarafından desteklenen bölgesel bir sistem içinde itaatkar bir sahaya dönüşecek. Devletler, -HTŞ'nin iddia ettiği gibi- henüz inşa aşamasında olsalar bile, işgalin kabulü ve teslimiyetin teorize edilip meşrulaştırılması üzerine değil, egemenliğin savunulması üzerine inşa edilebilmelidir. Teslimiyetin reddi ve direniş ise, HTŞ'nin önerdiği şeyin tamamen zıttıdır.''



Makaleler

Güncel