Şii kimliğinin katmanları: Direniş, çelişkiler ve çeşitlilik

img
Şii kimliğinin katmanları: Direniş, çelişkiler ve çeşitlilik YDH

‘’Herkes kendi yetişme tarzına, deneyimine, entelektüel ve ideolojik yönelimlerine göre bir tavır alır. Ve bütün bunların ötesinde, bu dünyanın nimetlerinden gönüllü olarak vazgeçenler vardır. Onlar, toprağı kurtarmak ve halkı korumak için canlarını, ruhlarını ve bedenlerini feda ettiler.’’




YDH- Lübnanlı gazete el-Ahbar'ın yazarlarından Hişam Safiyüddin, Şii kimliğinin tek tip olmadığını, birden fazla katmandan, farklı sosyo-ekonomik sınıflardan, farklı ideolojik ve ahlaki yönelimlerden oluştuğunu belirterek, aynı mezhep içinde, lüks düşkünü burjuva Şiiler, eski solcular, direnişle gönülsüz ittifak kuranlar, Batı fonlu liberal-entelektüel Şiiler, mezhepçi-haydut siyasetçiler, samimi dini liderler, yoksul ama onurlu halk kesimleri ve direnişe hayatını adamış fedailer gibi çok farklı figürlerin bir arada bulunduğunu gösteriyor.

Şiiler motosikletlerle dolaşıp Parti bayrakları sallıyor, sokaklarda mezhepçi ve kışkırtıcı biçimde “Şiiler, Şiiler” diye slogan atıyor. Medyanın gözünde —özellikle düşmana sempati duyan, klişelerle beslenen, mezhep çatışması çıkarmaya hevesli kesimler için— “Şii” denildiğinde sadece bunlar görülüyor. Oysa Şiiler de diğer mezhepler gibi çeşitlidir.

Şık takım elbiselerle lüks restoranlarda boy gösteren, eski kafalı bir burjuvazi var. Fransızca konuşuyorlar; direnişten ya utanıyorlar ya da ondan hayal kırıklığıyla uzaklaşıyorlar. Bu tavır, Lübnanlı kimliklerini koruma çabalarına rağmen, toplumsal imajlarını zedeliyor tabii.

Bir dönem medeni Lübnan kimliğini temsil eden burjuvazi, iç savaş öncesindeki siyasi Marunilik çağında sona ermiş bir dünyanın kalıntısıdır. Bunun yanında, yurtdışında servet edinmiş yeni burjuvalar, yeni zenginler var.

Kimileri direnişi desteklemek ya da köylerinin koşullarını iyileştirmek için geri döndü; kimileri ise sahte bir direniş aşkı maskesiyle, çevreyi çirkinleştiren saraylar inşa ederek ormanları ve arazileri hoyratça tükettikçe kentsel yıkıma ve çevresel felakete yol açtı.

Bir de “büyükelçilik Şiileri” var. İç savaşın ardından büyükelçiliklerle temas kurarak varlık gösteren bu kesim, aslında artık var olmayan eski feodal ailelerin mirasçılarıdır. Ataları, sınıfsal çıkarlarının gereği olarak bir dönem faşist Lübnan sağıyla ve onun Siyonist-Amerikan müttefikleriyle ittifak kurmuştu. Bugünün elçilik Şiileri ise çoğunlukla orta sınıf kökenli, kendini liberal olarak tanımlayan gazeteciler, yazarlar ve aktivistlerdir.

Vicdanlarını parayla satıp kalemlerini kendi halklarını karalamak için kullanan, “ifade özgürlüğü”, “insan hakları”, “laiklik”, “yolsuzlukla mücadele” gibi sloganların ardına gizlenerek Körfez medyasına ve kurumlarına hizmet eden bu kişiler, Batı’dan fon alır. Batı’nın “insani” kültürünü temsil ettiklerini iddia eder, IŞİD ideolojisini ve Batı müdahalelerini “devrim” bahanesiyle meşrulaştırmaya çalışırlar. Banliyölerdeki çöküşten, Cebel Amil’deki entelektüel gerilemeden ve dini fanatizmin artışından yakınırlar. Söylediklerinin bir kısmı doğru olsa da, çoğu sadece yanıltıcı bir söylemdir.

Bir de eski sol Şiiler vardır. İç savaş yıllarında laik ve ilerici partilere katılarak çocukluklarında terk ettikleri Şii kimliklerini, komünist dalganın gerilemesiyle yeniden keşfettiler. Ancak bu dönüşüm, çoğu zaman İslami direnişe karşı duydukları düşmanlıktan ve başarılarına duydukları kıskançlıktan kaynaklanıyordu. Sanki direniş, partilerinin başarısını tamamlayan değil, doğrudan ona meydan okuyan bir güçmüş gibi davranıyorlardı. Marx’ın “Din halkın afyonudur” sözünü tekrarladılar ama aslında onun ne anlama geldiğini kavramadılar. Arap ve İslam mirasından kopuk kaldılar; Marksist düşüncedeki oryantalist ve anti-kolonyal dönüşümleri hiç fark etmediler.

Reform ya da değişim karşıtı haydut Şiiler de var. Onlar, devletlerin ve toplumların çöküşüne yol açsa bile tiranlığı savunmakla övünürler. Halkın onurunu hiçe sayarak liderlerinin adını haykırırlar. Her muhalif sese “haydutluk” damgası vurur, haraç toplar, lider ve çevresinin biriktirdiği imtiyazları vatandaşlardan gizleyerek korurlar. Bu kesimin içinde, sırf mezhepsel gerekçelerle direnişle ittifak kurmuş, aslında gönülsüzce boyun eğen ve direnişin sona ermesini dileyen nüfuzlu kişiler de bulunur.

Siyah veya beyaz sarık takan din adamları vardır; namus, riyazet, cihat ve sadaka üzerine vaaz verir, sonra da “iyi günde de kötü günde de yöneticiye itaat edin” diye öğütlerler. Boşanma, velayet ve miras davalarında haksız hükümler verirler. Her daveti kabul eder, her hediyeyi sorgusuzca alırlar.

Ama bir de gerçekten Ali’nin hareketine ve Hüseyin’in yoluna bağlı olan, doğası gereği asi, cemaatiyle yaşayan, iyiliği emreden ve kötülüğü yasaklayan samimi din adamları vardır. Kimisi işgale karşı cihadı seçer; dini yalnızca ahiret için değil, bu dünyada da bir mesaj olarak görür. Kimisi önderlik eder, galip gelir, destek olur, şehit düşer; halkın sevgisini kazanır ve milletin onurunu büyütür.

Köylerden, kasabalardan, yoksul ya da orta sınıf şehir mahallelerinden gelen Şii halkın arasında da çok çalışkan, dirençli, bilgisi ve emeğiyle başarıya ulaşanlar vardır. Kimisi memleketinde kalır, kimisi göç eder, kimisi geri döner, kimisi ise hâlâ bekler. Şanssız olanlar, aile ya da aşiret desteği bulamayanlar, acımasız iş piyasasında hayatta kalma mücadelesi verir, ağır şartlar altında ezilir. Tüm bu farklılıkların arasında, çoğunluk direnişi destekler; savunanlar ise azınlıktadır. Herkes kendi yetişme tarzına, deneyimine, entelektüel ve ideolojik yönelimlerine göre bir tavır alır.

Ve bütün bunların ötesinde, her sınıftan seçkin Şiiler arasında, Siyonistler Filistin topraklarını ve Cebel Amil’i kirlettiğinden beri, bu dünyanın nimetlerinden gönüllü olarak vazgeçenler vardır. Onlar, toprağı kurtarmak ve halkı korumak için canlarını, ruhlarını ve bedenlerini feda ettiler.

Şairin dediği gibi, “vadideki zambaklar” gibidirler. İçlerinde inanan da vardır, ateist ya da agnostik de. Ama nesiller boyunca, işgalciye karşı tüm mezheplerden kardeşleriyle ve yoldaşlarıyla birleştiler. Bu yüzden mezhepçiler, kötü niyetliler ve sahtekârlar onlardan ayrıldı; dava ise onların eliyle zafer kazandı. Bir yıl da sürse, iki yıl da, hatta bir nesil boyu da…

Çeviri: YDH

İlgili Haberler


Makaleler

Güncel