Lübnan’da hükümetin direnişin silahsızlandırılması kararı, Şii ikili Hizbullah ve Emel’in itirazlarıyla karşılaşırken, Bakanlar Kurulu’nda yaşanan gerginlik geçici bir uzlaşıyla son buldu. Ordu, silahların yalnızca devlet denetiminde toplanmasını sağlarken, toplumsal barışın korunması ve İsrail saldırılarının durdurulması temel öncelik olarak öne çıktı.

YDH- Lübnan’da hükümetin direnişin silahsızlandırılması kararı, Şii ikili Hizbullah ve Emel’in uygulama planlarını anayasaya aykırı gerekçesiyle reddetmesiyle ciddi bir siyasi krize yol açtı.
Cumhurbaşkanı Josef Aun ve Başbakan Nevaf Selam, uzlaşma arayışlarına rağmen Selam’ın uluslararası destekle uzlaşmaz tutumu nedeniyle sonuç alamadı.
Ordu Komutanı Rudolf Heykel ise olası operasyonlarda sivillere müdahale riskine dikkat çekerek geçmiş krizlerin tekrarlanmaması gerektiğini vurguladı.
Dün Lübnan’da Aun başkanlığında yapılacak kritik bakanlar kurulu toplantısının en önemli gündem maddesini, Hizbullah ve Emel Hareketi’nin “direnişin silahı” konusundaki hükümet kararlarına itirazları ve toplantıya katılıp katılmayacaklarına ilişkin belirsizlik oluşturuyordu.
Hükümetin kararlarına karşı çıkan Şii ikilinin tutumu nedeniyle ulusal çıkış yolları bulmak amacıyla temaslar sürerken, nihai kararın toplantı öncesi netleşmesi beklendiği bildirildi.
Kaynaklar, Hizbullah ve Emel’in geçmişte uzlaşmacı bir tavır sergilediklerini ancak direnişin silahı konusundaki sabit duruşlarını koruduklarını ve konunun ancak İsrail’in işgali sona erdikten sonra ulusal savunma stratejisi çerçevesinde tartışılabileceğini vurguladı.
Dün aynı şekilde Baabda Sarayı'nda yapılması planlanan bakanlar kurulu toplantısını izleyen kaynaklar, Hizbullah ve Emel Hareketi’nin direnişin silahıyla ilgili hükümet kararlarına yönelik tutumunu sürdürdüğünü ve geri çekilmesi talebinin devam ettiğini belirtti.
Şii ikilinin, ülkenin işleyişini aksatmamak için geçmişte uzlaşmacı bir yol izlediği ancak tutumlarının İsrail’in Lübnan topraklarından çekilmesi ve saldırıların durdurulmasının ardından savunma stratejisi çerçevesinde müzakere edilmesini esas aldığı vurgulandı.
El-Ahbar kaynakları, Hizbullah ve Emel’den bakanların toplantıdan çekilme kararı aldığını aktardı.
Daha sonra Lübnan’da Hizbullah ve Emel Hareketi’ne mensup dört bakan ile İdari Kalkınma Bakanı Fadi Mekki, ordunun silahların yalnızca devletin kontrolünde olmasını öngören planına tepki olarak Baabda Cumhurbaşkanlığı Sarayı’ndaki bakanlar kurulu toplantısını terk etti.
Bakanlar toplantının başında yan odaya geçtikten sonra tamamen sarayı terk ederken, Mekki resmi istifa sunmadığını ancak gerekirse istifasını Cumhurbaşkanı’na bırakacağını belirtti.
Ordu tarafından hazırlanan planın anayasaya ve ulusal mutabakata aykırı olduğunu savunan Şii bakanlar, planın hükümetin meşruiyeti olmayan bir kararının uygulanmasında araç işlevi gördüğünü ifade ederek görüşmelere katılmayacaklarını daha önce açıklamıştı.
Toplantıdan daha önce çekilen Şii bakanlar, Amerikan baskısına ve planın İsrail odaklı niteliğine dikkat çekerek, ordu planının tartışılmasının toplumsal barışı riske atmayacağını, ancak hükümetin dikkatli hareket etmesi gerektiğini belirtmişti.
Lübnan Çalışma Bakanı Muhammed Haydar, kendisi ve Hizbullah ile Emel Hareketi’ne mensup diğer bakanların, ordunun silahların yalnızca devletin elinde olmasını öngören planını görüşmek amacıyla düzenlenen bakanlar kurulu toplantısından çekildiğini, bunun bir protesto olduğunu ancak istifa etmeyeceklerini açıkladı.
Haydar ve Direnişe Vefa İttifakı üyesi Milletvekili Emin Şerri, çekilmenin yalnızca toplantıyı boykot niteliğinde olduğunu ve öncelikli taleplerinin Lübnan’ın savunması için ulusal bir strateji üzerinde uzlaşmak olduğunu vurguladı.
Lübnan bakanlar kurulu, ordunun direnişin silahsızlandırılmasına yönelik hazırladığı planı memnuniyetle karşıladığını açıklarken, hükümetin devletin tüm toprakları üzerinde egemenliğini tesis etme ve silahların kendi denetiminde olması ilkesini gerçekleştirecek bir ulusal güvenlik stratejisi hazırlama taahhüdünü teyit etti.
Enformasyon Bakanı Paul Markas, ordunun planı mevcut lojistik, maddi ve beşeri imkanlarla uygulamaya başlayacağını ve planın içeriği ile müzakerelerin gizli tutulacağını belirtti; ayrıca İsrail’in ihlallerini sürdürmesinin bölgesel güvenliği tehlikeye attığını vurguladı.
Markas, hükümetin İsrail’e taviz vermeyeceğini ve 1701 sayılı kararın tüm maddeleri ile güney sınırlarında güvenlik ve istikrarı sağlamaya bağlı olduğunu ifade etti.
Aun, İsrail saldırılarını kınayarak UNIFIL güçlerinin görev süresinin uzatılmasını Lübnan için bir zafer olarak nitelendirdi ve milletvekili seçimlerinin zamanında yapılması gerektiğini vurguladı.
Selam ise Fransa ve Mısır ziyaretlerinde teyit ettiği üzere, ülkede güvenlik ve emniyet sağlanmadan yatırım olmayacağını açıkladı.
Dünün ardından: Lübnan’da “kazanan yok, denge var”
“Çatışmasızlık için geçici bir uzlaşı” ifadesi, dün yapılan kabine toplantısından çıkan tabloyu en iyi özetliyor. Ne Hizbullah ve müttefikleri, direniş silahlarının akıbetini tartışma hakkını savunma stratejisi konuşulmadan önce reddetme tutumundan geri adım attı, ne de hükümet ve Cumhurbaşkanı bu konuyu ele alma haklarından vazgeçti.
Bu zorlu sınavdan sağ çıkan tek taraf ise Lübnan ordusu oldu; ne siyasi otoriteye karşı çıktı ne de ülkeyi felakete sürükleyebilecek bir projenin parçası olmaya izin verdi. Ordunun ortaya koyduğu ilkeler, yalnızca kendi kullanımını engelleyecek şekilde net ve kararlıydı.
Bakanlar Kurulu oturumu fiilen sona erdiğinde, ülkeyi olası bir çatışmaya sürükleyebilecek siyasi gerginlik, yerini daha “olumlu” bir zemine bırakmıştı.
Enformasyon Bakanı Paul Markas'ın okuduğu hükümet açıklaması, oturumdan önce Aun ile Selam’ın bir tarafta, Emel ve Hizbullah ikilisinin ise diğer tarafta vardığı siyasi uzlaşmanın bir yansımasıydı.
Bu gelişmelerin ardından, sonuçtan en çok rahatsızlık duyan tarafın Semir Caca liderliğindeki Lübnan Kuvvetleri partisinin olduğu açıkça hissediliyordu.
Ancak esas mesele, şimdi bu süreci yakından takip eden dış aktörlerin —başta Amerika Birleşik Devletleri, Suudi Arabistan ve hatta İsrail’in— nasıl bir tepki vereceği olacak.
Dün yaşananlarda sabit olan tek şey, herkesin kendini kazanan gibi gösterebildiği bir hükümet hamlesiydi.
Cumhurbaşkanı ile iktidardaki ikili (Hizbullah ve Emel) arasında ve Ordu Komutanı Rudolf Heykel’le yürütülen müzakereler, mevcut iktidarın kendi çizdiği yoldan geri adım atmasıyla sonuç verdi.
Özellikle Hizbullah ve Emel Hareketi’nin hükümetten çekilme konusundaki tutumlarında yaşanan gelişme dikkat çekiciydi; zira ilk kez hükümetten istifa etme fikri ciddiyetle masaya yatırıldı.
Buna rağmen, Meclis Başkanı Nebih Berri içinde bulunulan dönemin 2006 yılıyla kıyaslanamayacağı görüşünü koruyor.
Hükümetin dış müdahalelere bağlılığı artık askıda
Edinilen bilgilere göre, ikili ittifakın temsilcileri, Aun ve Genelkurmay Başkanı ile yaptıkları görüşmelerde tutumlarının sınırlarını net biçimde ortaya koyan mesajlar iletti.
Bu durum, Cumhurbaşkanı’nın ülkenin karşı karşıya olduğu tehlikenin ciddiyetini daha da hissetmesini sağladı.
Yakın çevresinden işitilen arabuluculuk yorumları da tabloyu karartırken, Amerikalıların verdiği sözleri yerine getirmediği ve mevcut iktidarı kuşatma altına aldığı vurgulandı.
Sonuç olarak, hükümetin dış baskılar doğrultusunda atabileceği adımlar tamamen askıya alındı.
Birkaç gün önce Aun ile Selam, 5 ve 7 Ağustos oturumlarında yaşananları tekrarlamayı planlıyordu; hükümet, önceden yapılmış anlaşmaya rağmen Amerikan planının hedeflerini onaylamıştı.
Ancak olayların seyri planı değiştirdi: Ordudan edinilen bilgilere göre, Lübnan ordusunun planı hayata geçirmek için gerekli lojistik altyapısı yetersiz, kurumun asli görevi iç huzuru korumak ve hiçbir koşulda taraflarla çatışma yaratmamak; mali ve idari koşullar göz önüne alındığında Amerikan tarafının öngördüğü takvime uygun hareket edilmesi de mümkün değil.
Daha önce Hizbullah temsilcileri ile ordu arasında yapılan iki toplantıda, ikili ittifak iç barışı bozma veya askeri kurumla çatışma niyetinde olmadığını vurguladı ve olası tüm hareketlerin sadece hükümete yönelik olacağı belirtildi. Ordu komutanı da iç barışa bağlılığını yeniden teyit etti.
Beyrut’ta gerçekleşen mesaj alışverişleri ise Aun ile yaşanan güven krizinin yüzeydekinden çok daha derin olduğunu ortaya koydu. Hizbullah ve Emel, Aun’un öneriler sunduğu ve yanıt beklediği iddialarını kesin bir dille reddetti.
Ortada mutabakat olduğu yönünde bir kanaat bulunsa da, Aun’un verdiği sözleri yerine getirme kapasitesi henüz net değil; bu durum, hükümetin atacağı adımları doğrudan etkiliyor.
Şii bakanların ayrılması, orduya karşı değil siyasi bir mesajdı
Öğleden sonra saat üçte, Bakanlar Kurulu Baabda’da toplandı. Toplantı öncesinde, Hizbullah ve Emel’in bu oturuma nasıl yaklaşacağına dair sayısız tahmin ve söylenti dolaşıyordu. Şii beş bakanın çekilmesi sürpriz olmasa da, çekilmenin ardından yayınlanan bildiri beklenmedikti.
Önceden üzerinde anlaşılmış olduğu üzere, bakanlar, ordu komutanının diğer dört gündem maddesi görüşüldükten sonra sunacağı planı açıklamak üzere katılmasıyla birlikte toplantıdan çekildiler.
Oturumun başlamasından sadece birkaç dakika sonra, bakanlar dört gündem maddesini tamamlamış, devletin elinde silahın tekelinin sağlanması konusuna geçilmişti.
Ordu komutanı Rudolf Heykel yan odada beklerken, söylendiğinin aksine, Emel Hareketi ile Hizbullah’ın iki bakanı onun girişini bekledi. Gelişiyle birlikte, oturumdan çekilmelerinin Lübnan Ordusu’na karşı olmadığını vurguladılar.
Bu tavır, silahın sınırlandırılması planının tartışılmasına yönelik siyasi bir mesajdı; zira bu tavır, 5 ve 7 Ağustos toplantılarında alınan silahları sınırlandırma kararına karşı bir reddedişti.
Beş bakanın tek tek ayrılışına tanık olunmadan önce, ilk olarak Sağlık Bakanı Rakan Nasıreddin oturumdan çıktı, son olarak ise İdari Kalkınma İşlerinden Sorumlu Devlet Bakanı Fadi Mekki salonu terk etti.
Mekki, çıkmadan önce, ikiliden farklı bir duruş sergileyerek ordu planının tartışılmasını desteklediğini net bir şekilde vurguladı; bu, Şii temsilinde bir gedik açılmasına olanak tanımadı.
Bakanlık kaynakları, ordu tarafından sunulan planın herhangi bir zaman sınırı içermediğini ve silahların yalnızca devletin elinde toplanmasını beş aşamada gerçekleştirmeyi öngördüğünü açıkladı. Bu aşamalar, ordunun Güney Litani bölgesindeki çalışmalarını tamamlamasıyla başlıyor; ardından Litani Nehri ile el-Evali Nehri arasındaki bölgeye, sonra Beyrut ve çevresine, ardından Bekaa Vadisi’ne geçiliyor.
Beşinci aşama ise, tüm Lübnan topraklarında silahın yalnızca devletin elinde toplanmasıdır. Kaynaklar, planın orduya uygun kapasite ve çalışma alanlarını belirlediğini, aynı zamanda karşılaşılabilecek engel ve zorlukları da göz önünde bulundurduğunu ifade etti.
Ordu, kendi imkânlarını en doğru şekilde değerlendirerek, farklı bölgelerde nasıl hareket edeceğine kendisi karar verecek ve yaptığı her çalışmayı ayrıntılı aylık raporlarla hükümete sunacak.
“Zehirli rüzgarlar artık geride kaldı”
Plan doğrultusunda, İsrail saldırılarının durdurulması ve askerlerin geri çekilmesi, ordunun tüm Lübnan topraklarına tam olarak yayılmasını sağlamak için temel şartlar arasında yer alıyor.
Ayrıca plan, silah taşıma ve kaçakçılığını önlemek amacıyla birçok bölgede askeri varlığın ve kontrol noktalarının güçlendirilmesini, Lübnan-Suriye sınırının sıkı denetimini, yasadışı geçiş noktalarının kapatılmasını ve hem silah hem de uyuşturucu kaçakçılığının engellenmesini öngörüyor.
Buna ek olarak, Filistinli mülteci kamplarından silahların toplanması işlemlerinin tamamlanması da planın önemli bir parçası.
Kaynakların vurguladığı üzere, bu sonuç, son saatlerde gerçekleşen müzakerelerin bir ürünü.
Sürecin arkasında iki tarafın kararlı duruşu ve ordunun hükümet krizinin fitilini ateşlemesini engellemesi yatıyor.
Açıklamanın metni, gece boyunca Aun ile Berri arasında şekillendi ve Selam’ın onayıyla tamamlandı.
Berri, yaptığı ilk değerlendirmede, “Durumlar olumlu, zehirli rüzgarlar artık geride kaldı” diyerek, ordunun askeri planının toplumsal barışı koruduğunu vurguladı.
Nihai durum: Lübnan siyasi krizi geçici olarak durduruldu
El-Ahbar’ın elde ettiği bilgilere göre, toplantıda alınan kararlar özellikle hükümetteki Lübnan Kuvvetleri partisi bakanlarının hoşuna gitmedi; zira kararlar, Hizbullah ve Emel Hareketi’nin taleplerinin büyük çoğunluğunu dikkate alıyordu.
Bakanlar başlangıçta itiraz etmeyi düşünseler de, ordu komutanının “sahadaki gelişmelerin nasıl olacağını bilemediği için zaman sınırı koymak mümkün değil” vurgusu üzerine geri adım attılar.
Öte yandan, Lübnan Kuvvetleri cephesinden gelen kaynaklar, “Ma’rab (Lübnan Kuvvetleri’nin doğu Beyrut’taki merkezi), oturumun gelişmelerinden memnun çünkü işler artık ordu kontrolünde” ifadelerini kullandı.
Buna rağmen, bildiriyi çevreleyen belirsizlik tamamen ortadan kalkmış değil; özellikle İsrail’in olası karşı adımlarına bağlı maddelerde görüşler, silahların sınırlandırılmasıyla mı yoksa Amerikan planıyla mı ilgili olduğu konusunda ikiye ayrılmış durumda.
Öne çıkan asıl husus ise, hükümetin plana onay vermemiş olması, sadece memnuniyetle karşıladığını ifade etmesi; bu turun sona ermesiyle birlikte gelişmelerin yönü büyük ölçüde dış aktörlerin tutumuna bağlandı.
Özellikle önümüzdeki günlerde Beyrut’a gelmesi beklenen Riyad’ın özel temsilcisi Yezid bin Ferhan ve hafta sonu kente ulaşacak Amerikan heyeti—Washington’un gönderdiği isimler arasında Orta Doğu Merkez Komutanlığı (CENTCOM) komutanı ile Morgan Ortagus’un da yer aldığı kaydedildi—sadece askeri ve güvenlik yetkilileriyle kısa süreli görüşmeler yapacak; siyasi sorumlularla herhangi bir toplantı planlanmadı.