HTŞ ve İsrail: Suriyelileri nasıl bir anlaşma bekliyor?

img
HTŞ ve İsrail: Suriyelileri nasıl bir anlaşma bekliyor? YDH

‘’Colani ve HTŞ'nin dışişleri bakanı, İsraillilerle masaya oturup anlaşmaya varmak için adeta zamanla yarışıyor. Bu tablo, önümüzdeki on yıllar boyunca Suriye’nin siyasal ve toplumsal çehresini kökten dönüştürme potansiyeli taşıyan son derece kritik bir müzakere sürecinin yürütüldüğünü de gözler önüne seriyor.’’




YDH- El-Meyadin yazarlarından Ziad el-Hasan, Suriye'deki Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) örgütü ile İsrail arasındaki güvenlik müzakerelerinin sadece diplomatik bir süreçten ibaret olmadığını vurguladığı yazısında, haritaların, HTŞ'nin Golan Tepeleri ve Kuneytra’dan feragat ettiğini ortaya koyduğunu belirterek Suriyeliler için gayrimeşru bir varlığı olan Colani ve ekibinin kapsamlı tavizler verdiğine dikkat çekiyor.

Kamuoyuna yansıyan bilgilere göre, Colani liderliğindeki Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) örgütü ile İsrail arasında bir güvenlik anlaşmasının eşiğine gelindiği artık neredeyse kesinlik kazanmış durumda. Bu ihtimal, özellikle de ABD’nin baskıları ve Colani'nin altmış yıl aradan sonra bir Suriye cumhurbaşkanı olarak New York’taki BM Genel Kurulu’na katılımıyla birlikte daha güçlü bir zemine oturuyor. Dahası, Trump’ın himayesinde Colani ile Benyamin Netanyahu arasında olası bir görüşmeden söz edilmesi, sürecin yalnızca diplomatik değil, aynı zamanda bölgesel dengeleri sarsacak tarihsel bir boyut taşıdığını gösteriyor.

Amerikan baskısı, HTŞ'nin müzakerelere hızla yönelmesiyle karşılık buluyor; bu da sürecin onun açısından taşıdığı önemi açık biçimde ortaya koyuyor. Colani, İsrail’in cumhurbaşkanlığı sarayını bombalamasına ve Genelkurmay binasını yıkmasına karşılık vermeyi reddetmesini, müzakereleri koruma gerekçesiyle açıklamaya çalıştı. Oysa gerçekte, bu süreci yalnızca bir güvenlik anlaşması çerçevesinde görmediği anlaşılıyor. Onun için mesele, İsrail saldırılarını durdurmaktan öte; bu masayı, kendi siyasi ufkunu genişletecek kişisel hedeflerine ulaşmanın bir aracı kılmak.

Müzakerelerin ayrıntıları ve tavizlere ilişkin art arda gelen sızıntılar, yalnızca HTŞ'nin bu anlaşmaya duyduğu ilgiyi değil, aynı zamanda örgüt liderinin kişisel çıkarlarının nerede başlayıp nerede bittiğini de tartışmaya açıyor. Bu tablo, önümüzdeki on yıllar boyunca Suriye’nin siyasal ve toplumsal çehresini kökten dönüştürme potansiyeli taşıyan son derece kritik bir müzakere sürecinin yürütüldüğünü de gözler önüne seriyor.


Yeni etki haritası: Sızıntılar tartışma yarattı

Giderek artan günlük sızıntılar, zamanla daha belirginleşen fakat bir o kadar da kaygı verici bir tabloyu gözler önüne seriyor. Batılı bir kuruluşun birkaç gün önce yayımladığı ve üzerinde çalışılan anlaşmanın temelini oluşturacağı öne sürülen harita, Güney Suriye’deki nüfuz alanlarını özetliyor. Ancak bu belge, sınırları kesin biçimde belirleyen yahut tarafların mutabakatını yansıtan bir harita değil.

Daha çok, Suriye’nin Golan Tepeleri’nden fiilen vazgeçtiğini; İsrail’in 8 Aralık 2024’ten bu yana işgal ettiği bölgeler —özellikle Şeyh Dağı ve Kuneytra— üzerindeki hakimiyetini kabul ettiğini işaret ediyor. En çarpıcı nokta ise haritanın, Süveyda hava sahası da dahil olmak üzere güneyde ağır silahların konuşlandırılmasını ve her türlü askeri ya da keşif uçuşunu yasakladığını ortaya koyması. Bu durum, mevcut bölünmenin fiilen değil, artık resmen onaylanması anlamına geliyor. 

Üstelik, söz konusu harita doğruysa ve bu temel üzerinden bir anlaşmaya varılırsa, bu durum Colani'nin daha önce dile getirdiği 1974 Geri Çekilme Anlaşmaları'na dönme şartından vazgeçtiğini gösterir. Dahası, yalnızca Golan Tepeleri’nden değil, 1973 Savaşı sonrasında Kuneytra’da geri kazanılmış topraklardan da feragat anlamına gelir. Colani her ne kadar Golan meselesini ileride ele alınacak bir dosya olarak sunmuş olsa da, gerçekte İsrail’in Suriye’den talep ettiği esasları bütünüyle kabul etmiş görünmektedir.


Müzakere hedefleri: İsrail için güvenlik ve HTŞ için meşruiyet

İsrail Başbakanı, Suriye’nin Golan Tepeleri üzerindeki egemenliğini tanıması, tüm güney Suriye’yi kapsayan güvenlik garantilerini sağlaması ve bölgenin kalıcı biçimde silahsızlandırılmasını taahhüt etmediği sürece Colani ile bir anlaşmaya varmakta acele etmiyor. Mevcut tabloyu, Suriye’deki dengeleri kendi çıkarlarına uygun şekilde yeniden inşa etmek için tarihî bir fırsat olarak görüyor. Nitekim, 14 yıl süren iç savaşın ardından Suriye, ordusuz ve stratejik silahlardan yoksun bir zayıflık döneminden geçiyor.

Buna ek olarak, son iki yılda giderek artan İsrail özgüveni ve Netanyahu’nun elinde bulunduğunu varsaydığı fazladan güç, bu fırsatçılığı daha da besliyor. Netanyahu her ne kadar anlaşmaya varmak için acele etmese de, Trump’ı öfkelendirmekten kaçınıyor. Bu yüzden, kendi hedeflerine ulaşabileceğini gördüğü sürece müzakereleri sürdürmekten geri durmuyor. Hele ki karşısında pazarlık gücünden yoksun, tarihinin en zayıf noktasındaki bir rakip varken!

İsrail’in birincil hedefi, Golan Tepeleri üzerindeki egemenliğinin tanınmasını sağlamak ve güney Suriye’yi kontrol ederek derinlemesine bir güvenlik kuşağı kurmaktır. Bu hedef çerçevesinde istihbarat paylaşımı ve işbirliği, İran etkisinin zayıflatılması, Filistinli örgütler ve yabancı cihatçılarla çarpıcı bir mücadele programı ile Şam kırsalındaki Dürzi köyleri de dâhil olmak üzere güney bölgelerde askeri konuşlanmanın önlenmesi gibi kapsamlı güvenlik düzenlemeleri masada yer alıyor.

HTŞ cephesinde ise iki temel kazanım göze çarpıyor: uluslararası arenada meşruiyet kazanmak ve geçmişteki cihatçı bağlantılarını aklayarak politik bir temize çıkmak. Ayrıca otoritesini pekiştirmek için Suriye’ye uygulanan yaptırımların fiilen kaldırılmasını talep ediyor; aynı zamanda, Suriye kamuoyunda onu küçük düşüren İsrail hava saldırılarının son bulmasının da garanti altına alınmasını istiyor.

 

Baba Esed'den Colani'ye...

Şam’ın İsrail ile masaya oturması elbette yeni bir olgu değil. Hafız Esed, 1990’larda başlattığı zorlu müzakerelerde kararlı bir duruş sergilemiş ve Golan Tepeleri’nden tam çekilmeyi talep etmişti.

Esed’in sözleri o dönemin netliğini ortaya koyuyordu: “Bütün topraklar iade edilmeden barış olmaz.” Bugün ise tablo tamamen değişmiş durumda; toprak meselesi gündemden düşmüş ve Golan Tepeleri tartışmanın dışında kalmış gibi görünüyor.

Hafız Esed, 1991’de Madrid’de başlayan süreçle İsraillilerle zorlu müzakerelere adım attı. O dönemde ABD Dışişleri Bakanı James Baker, Esad’ı Madrid Konferansı’na katılmaya ikna etmenin tam üç ay sürdüğünü hatırlatıyordu. Bugün ise ironik bir tablo ortaya çıkıyor: Colani ve HTŞ'nin dışişleri bakanı, İsraillilerle masaya oturup anlaşmaya varmak için adeta zamanla yarışıyor. Zira İsrail, Şam’ın kalbine Temmuz ortasında düzenlediği saldırıda Savunma Bakanlığı binasını ve cumhurbaşkanlığı sarayını bombalamıştı; üzerinden bir ay bile geçmemişti. Bunun hemen ardından, Ağustos ortasında Paris’te Esad Şeybani ile bir İsrailli bakan arasında gerçekleştirilen ilk kamuya açık görüşme kabul edildi. Elbette bu görüşme, aylar süren gizli ve dolaylı müzakerelerin bir sonucuydu.

Hafız Esed, “barış karşılığında toprak” ilkesine sarsılmaz bir bağlılık göstermiş ve 4 Haziran 1967 sınırlarıyla belirlenen Suriye topraklarının tek bir santiminden ya da herhangi bir takas formülünden ödün vermeyi kesinlikle reddetmiştir. Müzakerelere katılan HTŞ'li ve Amerikalı yetkililerin anıları, görüşmelerin en hassas noktalarına gelindiğinde Esad’ın Golan Tepeleri veya Şeyh Dağı’nın birkaç metrelik kısmından bile taviz vermediğini ortaya koymaktadır. Herhangi bir normalleşme anlaşmasına veya daha yüzeysel güvenlik düzenlemelerine geçmeden önce, daima Amerikan garantilerini ve İsrail’in Golan Tepeleri’nden çekilmeyi onaylamasını şart koşmuştur. 

Beşşar Esed döneminde, Türkiye’nin desteklediği ve 2006’da başlayan ya da 2011 öncesinde ABD temsilcisi Frederic Hof’un arabuluculuğunda yürütülen müzakereler, Suriye’ye daha fazla esneklik imkânı tanısa da, Suriyelilerin “Rabin Depozitosu” olarak adlandırdığı temel çizgiyi aşmadı.

Bu çizgi, İsrail’in Golan Tepeleri’nden tamamen çekilmesinin tanınmasını öngören sürece karşılık geliyordu ve Suriye, bu ilkeyi asla terk etmedi. “Depozito” kavramı, İran ve Hizbullah ile ilişkiler, güvenlik düzenlemeleri ve Celile Denizi ile Ürdün Nehri’ndeki su kaynakları gibi ABD ve İsrail’in taleplerini müzakere masasında ele alabilmek için gerekli asgari çerçeveyi ifade ediyordu.

Ancak günümüz tablosu bambaşka. Colani ve ekibi, İsraillilerle masaya oturmak için adeta zamanla yarışırken, her turdan sızan bilgiler, kapsamlı tavizlerin boyutunu gözler önüne seriyor. Askeri, ekonomik ve toplumsal olarak tükenmiş Suriye, neredeyse hiçbir diplomatik dayanak olmadan müzakerelere girerken, İsrail bu süreç boyunca bile bombalama ve saldırılarını aralıksız sürdürüyor.

 

Meşru Suriye soruları

En acı sorulardan biri şudur: Suriyeliler, Colani ve ekibini aklama bedelini neden ödemek zorunda kalsın? Biz, onlarca yıldır işgale karşı direnen ve vatanlarına dönmeyi hayal eden Golan Tepeleri halkına ne söyleyeceğiz? Düşmanla yapılan bir güvenlik anlaşmasını, gerçekte Colani'nin Washington’da Trump ve Netanyahu ile oturduğu yemek masasında Suriye’nin egemenlik haklarından toptan bir taviz vermesi anlamına gelirken, bunu bir başarı olarak sunmak utanç verici değil mi?

HTŞ, eğer çeşitliliği gözeten bir geçiş hükümeti atayıp müzakereleri ona bıraksaydı, terör örgütleriyle herhangi bir bağlantısı olmayan güçlü bir pozisyondan sürece başlamaz mıydı? Ya da eğer özgür ve adil yasama seçimleri düzenleyip, anlaşmaları ve antlaşmaları onaylama yetkisini Halk Meclisi’ne bırakmış olsaydı, parlamentonun herhangi bir haksız anlaşmayı reddetmesini, taviz vermemek için güçlü bir gerekçe olarak kullanmaz mıydı?

Daha da önemlisi, yalnızca birkaç aylık diplomatik deneyime sahip ve tek avantajı İngilizce bilgisi olan bir dışişleri bakanıyla, uzmanlaşmış bir müzakere heyeti olmadan böylesi kritik müzakereler nasıl yürütülebilir?

Müzakere heyetinde, silahların detaylarını, askeri alanların stratejik önemini kavrayabilen deneyimli güvenlik ve askeri liderlerin yanı sıra coğrafya ve su kaynakları konusunda uzman teknik ekiplerin de yer alması gerekmez mi?

Örneğin, neden Faruk el-Şara’dan danışmanlık veya tavsiye almıyorsunuz? O, tüm Suriyeliler tarafından saygı gören ve İsraillilerle müzakerelerde onlarca yıllık deneyime sahip bir bakan. Bu deneyim, Madrid müzakerelerinin ilk günlerinde İzak Şamir’le yüzleştiği ve onu dünyaya “aranan adam” olarak sunduğu günden beri devam ediyor. İsraillilerin diplomatik kurnazlığını ve haklardan feragat edilmemesini sağlama stratejilerini derinlemesine bilen biri olarak, onlarla nasıl başa çıkılacağını çok iyi biliyor.

Daha da tehlikelisi: Halkın tam desteğinden yoksun geçici bir başkanın, Suriye'nin geleceğini on yıllarca kısıtlayacak bu büyüklükte stratejik anlaşmaları imzalama hakkı var mı?

 

Geçmişin dersleri ile geleceğin çıkarları arasında

Yakın tarih bize acı bir karşılaştırma sunuyor: Baba Esed, Suriye’nin toprak haklarını güvence altına almayan eksik bir anlaşmayı imzalamayı reddetti ve siyasi izolasyonun bedelini ödese de, tutumundan ödün vermedi. Bugün ise HTŞ rejimi tamamen ters bir ikilemle karşı karşıya: Kendisine hızlı bir uluslararası meşruiyet sağlayacak, ancak Suriyelileri ulusal karar alma süreçlerinde yeni kısıtlamalara mahkûm edecek ve değerli topraklarının bir kısmını geri dönülmez biçimde kaybettirecek bir güvenlik anlaşmasını imzalamak.

Bugün HTŞ ile İsrail arasındaki müzakere masasında yaşananlar, yüzeyde istikrara atılmış bir adım olarak sunulabilir; ancak özünde çok daha karmaşık bir denklemi yansıtmaktadır: “İsrail’in güvenliği karşılığında, kendi konumunu ve geçiş meşruiyetini tesis etmeye çalışan siyasi ve askeri elitlerin pazarlığı.”

Son onyıllarda ağır bedeller ödeyen Suriyeliler, şimdi kader belirleyici bir soru ile karşı karşıya: HTŞ ve liderinin yeniden bütünleşmesinin bedeli, ulusal haklardan feragat etmek ve tarihi bir düşmanla güvenlik anlaşması imzalamak olabilir mi? Suriye’nin geleceği, sızdırılan haritalarla veya dar kapsamlı anlaşmalarla değil; her türlü vesayetten ve pazarlıktan bağımsız, güvenliği, meşruiyeti ve egemenliği yeniden tanımlayan özgür bir halk iradesiyle şekillenecektir.

Çeviri: YDH