İsrail tehditleri ve ABD baskısı altındaki Irak, direniş ve bölgesel istikrarın kaderini belirleyecek kritik bir noktada.

YDH- Lea Akil, el-Meyadin için kaleme aldığı makalede, Netanyahu’nun Irak’taki direniş gruplarına yönelik tehditlerini ve bu grupların Irak toplumuna entegre oldukları için silahsızlandırılmalarının pratik olmadığını aktarıyor. Makalede, ABD’nin aracılığıyla sağlanan dengeler, Suriye sınırındaki güvenlik riskleri ve Irak’ın bölgesel istikrar açısından kritik konumu vurgulanıyor; doğrudan bir İsrail saldırısının olasılığının düşük olduğu belirtiliyor.
***
Batı Asya bugün artan istikrarsızlıkla öne çıkarken, Irak bir kez daha bölgesel çalkantıların merkezine çekilmiş durumda. Birleşmiş Milletler kürsüsünde, İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu, Irak’taki direniş gruplarına yönelik açık tehditler yönelterek, İsrail’in amacının ve mesajın niteliğinin sorgulanmasına yol açtı.
Bu gelişmeler, Irak’ın direniş gruplarının silahları, yaklaşan seçimler ve Suriye sınırından kaynaklanan sürekli tehditler üzerine süren iç tartışmalarının gölgesinde yaşanıyor. Bu baskıların birleşimi, Irak’ı kritik bir noktaya taşırken, Bağdat’ın İsrail işgalinin bir sonraki cephesi haline gelip gelmeyeceği veya bölgesel istikrarı koruyan kırılgan bir aktör olarak rolünü sürdürebileceği tartışmalarını gündeme getiriyor.
Netanyahu’nun 26 Eylül’de BM Genel Kurulu’ndaki konuşmasında, direniş gruplarına karşı uygulanacak İsrail yaptırımlarının hedefi olarak Irak açıkça isimlendirildi. Buna karşılık, Irak Dışişleri Bakanı Fuad Hüseyin tehditleri “kabul edilemez” olarak nitelendirerek, herhangi bir Irak vatandaşına yönelik saldırının tüm ülkeye yönelik bir saldırı sayılacağını bildirdi.
Bağımsız siyasetçi Ebu Misak el-Mesari, el-Meyadin Irak’a yaptığı açıklamada, Netanyahu’nun tehditlerini anlamsız ve zayıflıktan kaynaklanan söylemler olarak değerlendirdi; Hamas veya esirlerin serbest bırakılması konusunda belirgin bir zafer elde edemediğine dikkat çekti. Mesari, İsrail’in Irak’a karşı olası bir saldırısının yalnızca işgali maliyetli bir çıkmaza sürükleyeceğini vurguladı.
Egemenlik İttifakı partisi üyesi Ammar el-Azzavi, Netanyahu’nun Batı ve ABD desteği olmadan böylesi bir tehdide cesaret edemeyeceğini belirterek, ABD’nin desteğinin, İsrail’in bu tür girişimlerini meşrulaştırmak için kritik olduğunu ifade etti. El-Azzavi, Netanyahu’nun BM kürsüsündeki boş salondan da güçsüzlüğünün görüldüğünü ve başarısızlıklarını örtbas etmeye çalıştığını aktardı. Ayrıca, Irak’ın direniş ekseninin temel bir unsuru hâline geldiğini ve direniş gruplarının toplumsal ve siyasi bağlarını güçlendirdiğini vurguladı.
El-Azzavi, “İşgalci rejim Irak karşısında sessiz kalamaz, ama sonuçlarına da katlanamaz.” dedi.
Analistler, İsrail’in söylemlerinin tehlikeli olduğunu ancak Irak ile doğrudan askeri çatışmanın olası olmadığını belirtiyor. Siyasi analist Ayd el-Hilali, el-Meyadin Irak’a yaptığı açıklamada, göreli sakinliğin Bağdat, direniş grupları ve Washington arasında yapılan anlaşmalarla korunduğunu, bu anlaşmaların ise Irak’taki petrol güvenliği ve uluslararası yatırımlar endişeleriyle desteklendiğini ifade etti.
Direnişin silahsızlandırılması: Boşuna çaba mı?
Irak direniş gruplarının silahsızlandırılması, uzun süredir ülke siyaseti açısından merkezi bir konu olarak öne çıkıyor. Bölgesel gerginliğin artması ve direniş ekseninin zayıflatılmasına yönelik çabalarla paralel olarak ABD, Bağdat’a “İran’dan uzaklaşma” baskısını artırdı. Bu kapsamda ABD Dışişleri Bakanlığı, Nüceba Hareketi, Seyyidü’ş-Şüheda Tugayları, Ensarullah el-Avfiya ve İmam Ali Tugayları gibi dört Irak direniş grubunu terör listesine aldı.
El-Azzavi, İsrail’in Irak gruplarını zayıflatmayı 1948’den bu yana hedeflediğini, savaş, terör ve siyasi sızmalar yoluyla bu amaca ulaştığını belirtti. Ancak direnişin silahsızlandırılmasının yalnızca medya söylemi olduğunu ve Iraklıların İsrail’e karşı tutumlarının değişmeyeceğini vurguladı. Direniş grupları, işgale karşı ulusal caydırıcılık ve onur mücadelesini temsil ediyor.
Siyasi analist Hüseyin el-Kinani, ABD’nin Irak gerçekliğiyle uzlaşmak zorunda kaldığını belirterek, ABD üslerine yönelik direniş operasyonlarını durduran anlaşmanın kritik rol oynadığını aktardı.
El-Hilali ve el-Kinani’ye göre, Irak’ta “silahsızlandırma” seçeneği pratik değil; direniş grupları, tank ve savaş uçaklarına sahip değil, ancak işgal karşısında mücadele iradesine sahip. Zorla silahsızlandırma girişimleri, geçmişteki ABD operasyonlarında olduğu gibi ülkeyi iç çatışmalara sürükleyebilir.
Suriye cephesi: Taşan tehditler ve sınır dilemmaları
Doğrudan İsrail tehditleri ve iç tartışmaların ötesinde, Irak Suriye’den kaynaklanan güvenlik riskleriyle de karşı karşıya. ABD ve İsrail destekli silahlı grupların sınır bölgelerinde faaliyet göstermesi, taşan şiddet riski yaratıyor ve İsrail’in Bağdat’a yönelik bir tırmanış için bahane oluşturabiliyor.
Bağdat, diplomatik bir denge kurarak İran ve ABD arasında arabulucu rolünü üstleniyor; böylece iç istikrarı korurken dışarıdaki gerilimleri azaltmayı hedefliyor. El-Kinani, Irak-Suriye sınırında istikrarın uluslararası olarak desteklendiğini, bunun Washington’un direnişten yana tavır almasıyla değil, İsrail’in çok cepheli baskı altında olmasından kaynaklandığını belirtti.
Suriye’nin kuzeydoğusundaki el-Hol kampı, binlerce eski IŞİD militanı ve ailelerini barındırması nedeniyle Irak güvenliği için risk teşkil ediyor. Kamp, Kürt liderliğindeki Suriye Demokratik Güçleri (SDF) ve sivil yönetimi olan Kuzey ve Doğu Suriye Özerk Yönetimi (AANES) kontrolünde bulunuyor.
ABD Merkez Komutanlığı (CENTCOM) Başkanı Amiral Brad Cooper, yabancı uyrukluların el-Hol kampından geri gönderilmesinin kritik bir stratejik adım olduğunu, bunun IŞİD’in yeniden canlanmasını önlemeye yönelik olduğunu belirtti. Ancak yabancı hükümetlerin vatandaşlarını geri göndermeyi reddetmesi, operasyonun lojistik ve siyasi açıdan zorluklarını artırıyor.
Irak’ın kritik konumu
Bugün Irak, hem savunmasız hem de vazgeçilmez bir konumda bulunuyor. Netanyahu’nun tehditleri tehlikeli olsa da doğrudan bir İsrail saldırısına dönüşmesi olası görünmüyor; ABD aracılığıyla sağlanan kırılgan denge ve Irak’ın küresel petrol akışındaki stratejik rolü bunu sınırlıyor. Direniş gruplarının silahsızlandırılması pratik değil ve bu gruplar, işgal ve aşırılık karşısında ulusal caydırıcılık sağlıyor. Suriye sınırı ise yalnızca diplomasi ve dikkatli güvenlik politikalarıyla yönetilebilecek riskler barındırıyor.
Irak, bu kesişim noktasında hem kırılgan hem de hayati önemde. Ülkenin istikrarı, iç dayanıklılık, direnişin meşruiyeti ve uluslararası kabulün hassas bir dengesi üzerine kurulmuş durumda. Bağdat’ın bölgesel çatışmada yeni bir cephe mi yoksa istikrar sağlayan bir aktör mü olacağı, yalnızca kendi kararlarına değil, aynı zamanda müttefiklerinin ve rakiplerinin hesaplarına da bağlı olacak.