"Tom Barrack ile Mazlum Abdi’nin görüşmesi ne kapsamlı bir uzlaşmanın başlangıcıydı ne de tam bir kopuşun işareti; aksine, Suriye’yi iki seçenek arasında askıda bırakan sürecin ara bir evresiydi."

Dün Suriye’nin kuzeydoğusunda yeni bir diplomatik hareketlilik başladı; ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, CENTCOM Komutanı Amiral Brad Cooper ile birlikte, Suriye Demokratik Güçleri (SDG) Genel Komutanı Mazlum Abdi ile bir araya geldi. Haseke’de gerçekleşen bu toplantı, Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) ile Kürtler arasındaki aylar süren gerilimin ardından en önemli siyasi gelişme olarak nitelendiriliyor.
Görüşmenin ardından yayımlanan ortak bildiride, taraflar 10 Mart 2025 tarihinde Colani rejimi ile SDG arasında imzalanan anlaşmanın uygulanmasına vurgu yaptılar. Bu anlaşmanın amacı, özerk yönetimin askerî ve sivil kurumlarının yıl sonuna kadar kademeli olarak merkezi devlet yapısına dâhil edilmesidir.
Irak merkezli Şafak News ve Kurdistan24’ün haberine göre, görüşmeler ABD’nin Suriye’ye yönelik yaptırımlarının aşamalı olarak kaldırılması, mültecilerin geri dönüşünün kolaylaştırılması ve kuzeydoğu bölgelerinde yatırımlar için güvenli bir ortamın oluşturulması gibi konuları da kapsadı.
Buna karşın, bu görüşme bir yakınlaşma işaretinden çok, HTŞ, Kürtler ve hatta Türkiye arasındaki ilişkilerin geleceğine dair yeni sorular ortaya çıkardı. Washington, Kürtleri yeniden merkezi hükümetin yörüngesine döndürmeyi mi amaçlıyor, yoksa yalnızca kuzeydoğudaki kırılgan dengeyi korumaya mı çalışıyor? Ve daha da önemlisi, Türkiye ile HTŞ böyle bir süreci kabul edecek mi?
Washington’un Mesajı – “Suriye’nin Bütünlüğü”
Dün Amerika, bir kez daha Suriye’nin kuzeydoğusu üzerinden siyasi mesajını HTŞ ve Ankara’ya iletti. ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack, CENTCOM Komutanı Amiral Brad Cooper ile birlikte, Suriye Demokratik Güçleri’nin (SDG) Genel Komutanı Mazlum Abdi ile Haseke kentinde bir araya geldi. İlham Ahmed (Özerk Yönetim Dış İlişkiler Eş Başkanı) ve Rojhilat Afrin (Kadın Savunma Birlikleri – YPJ Komutanı) gibi isimlerin de katıldığı bu toplantı, Halep’in doğusundaki çatışmaların şiddetlenmesinden bu yana Washington’un Kürtlerle gerçekleştirdiği en önemli resmî temas olarak değerlendiriliyor.
Şafak News’in (6 Ekim 2025) haberine göre, görüşmelerin ana ekseni, 10 Mart 2025 tarihinde geçici HTŞ rejimi ile SDG arasında imzalanan anlaşmanın uygulanmasıydı. Bu anlaşmaya göre, özerk yönetimin askerî ve sivil kurumlarının yıl sonuna kadar merkezi devlet yapısına dâhil edilmesi öngörülüyor.
Kurdistan24’ün (6 Ekim 2025) haberine göre, görüşmede ayrıca ABD’nin Suriye’ye yönelik yaptırımlarının kademeli olarak kaldırılması, yatırım için güvenli bir ortamın oluşturulması ve mültecilerin geri dönüşünün kolaylaştırılması konuları da ele alındı.
Mazlum Abdi, X platformunda yayımladığı mesajında şöyle yazdı:
Kuzeydoğu Suriye’de Tom Barrack ve Amiral Cooper’ı ağırlamaktan onur duydum. Siyasi dayanışmayı güçlendirmek, toprak bütünlüğünü korumak ve tüm Suriye halkının güvenliğini sağlamak için atılacak somut adımları görüştük.
Hawar News'in haberine göre Tom Barrack ise X’te paylaştığı ayrı bir gönderide şu vurguyu yaptı:
Bugünkü görüşme, Başkan Trump’ın Suriye’ye birlik, barış ve ortak refah yoluyla yeni bir fırsat verme vizyonunun gerçekleştirilmesi yönünde önemli bir adımdır.
Al-Arabiya English’in (6 Ekim 2025) haberine göre, siyasi ve ekonomik konuların yanı sıra, taraflar ortak güvenlik komitelerinin kurulması, IŞİD mücadelede iş birliği ve anlaşma maddelerinin uygulanma sürecinin denetlenmesi üzerine de müzakerelerde bulundu. Toplantı sonunda, SDG ve Uluslararası Koalisyon, “terörle mücadele ve Suriye’nin kuzeydoğusundaki istikrarın korunması için askerî iş birliğinin sürdürülmesi” gerektiğini vurguladı.
Aynı gün, Suriye İnsan Hakları Gözlemevi'nin (SİHG) aktardığına göre, ABD’ye ait yeni bir lojistik ve zırhlı teçhizat konvoyu Irak sınırından Haseke’ye giriş yaptı. Bu adım, Barrack ve Abdi’nin görüşmesiyle eş zamanlı olarak gerçekleşti ve Washington’un Kürtlere yönelik askerî desteğini sürdürürken anlaşmanın uygulanması için diplomatik baskı kurmaya devam ettiğinin bir göstergesi olarak değerlendirildi.
Genel olarak, bu görüşme Washington’un çok boyutlu bir mesajı olarak okunabilir:
— HTŞ'ye, Suriye’nin sınırlarını değiştirmeden siyasî ve güvenlik entegrasyonunu ilerletme niyetinin bir işareti;
— Kürtlere, sınırlı ve denetlenebilir bir çerçevede askerî desteğin devamı garantisi;
— Türkiye’ye ise, Washington’un hâlâ “Kuzey Suriye’nin başlıca aktörü” olmaya devam ettiğine dair dolaylı bir uyarı.
Kürtlerin Görüşü – Birlik Çerçevesinde Özerklik
Suriye Kürtleri, 6 Ekim’deki görüşmeye “Suriye’nin bütünlüğü” meselesine dair tutumlarını koruyarak gittiler; bu tutum, ulusal yapı içinde özerklik anlayışına dayanmaktadır. Bu yaklaşım, ne HTŞ'nin ne de Ankara’nın düşündüğü gibi ayrılıkçılığa değil, iktidar paylaşımına ve dengeli bir adem-i merkeziyetçiliğe dayanıyor.
Rojava Media’nın (6 Ekim 2025) haberine göre, Özerk Yönetim Dış İlişkiler Eş Başkanı İlham Ahmed, Mazlum Abdi ile Tom Barrack’ın görüşmesi sırasında yaptığı açıklamada şöyle dedi:
“Entegrasyon, eğer tasfiye anlamına geliyorsa, kabul edilemez. Biz, tüm halkların ve bölgelerin karar alma süreçlerine katıldığı birleşik ve adem-i merkeziyetçi bir Suriye’den söz ediyoruz. Geçmişin merkeziyetçi modeline dönüş olmayacaktır.”
Aynı zamanda, toplantının ardından yayımladığı bildiride Mazlum Abdi, “Suriye Demokratik Güçleri’nin, eşit katılım çerçevesinde ülkenin birliğini savunma konusundaki taahhüdünü” vurgulayarak şunları söyledi:
“Kürtlerin, Arapların, Asurilerin ve Dürzilerin ülkenin yönetiminde pay sahibi olduğu bir Suriye istiyoruz. Adalet ve eşitlik olmadan birlik, sadece krizin yeniden üretimi olur.” (Kaynak: Hawar News – 6 Ekim 2025)
Diğer yandan, North Press Agency’nin (6 Ekim 2025) haberine göre, Suriye Demokratik Meclisi’nin (MSD) bazı üyeleri, Kürtlerin HTŞ ile ortak yapıları kabul etmeye hazır olduklarını ancak bunun, Kürt bölgelerinde yerel güvenliğin kontrolünün ve iki dilli eğitim sisteminin korunması şartına bağlı olduğunu açıkladılar. Bu tutum, öz yönetimin “paralel bir devlet” olarak değil, yeni anayasada “adem-i merkeziyetçiliğin temeli” olarak tanımlanacağı bir çerçeve oluşturma çabasıdır.
Özerk yönetime yakın uzmanlar, Kürtlerin mevcut koşullarda hedefinin, yıl sonundan önce ve Suriye’nin kalıcı anayasası hazırlanmazdan evvel kendi konumlarını güçlendirmek olduğunu düşünüyor. Kurdistan24’ün (6 Ekim 2025) haberine göre, SDG liderliği, yeni Suriye çerçevesi etnik hakların güvencesi ve gerçek bir iktidar paylaşımı olmadan hazırlanırsa, çatışmaların yeniden başlamasının kaçınılmaz olacağına inanıyor.
Aslında Kürtlerin bakış açısına göre, 10 Mart anlaşması ancak şu üç ilke güvence altına alındığında anlam kazanır:
1) Ulusal kurumlarda eşit katılımın siyasî olarak güvence altına alınması;
2) Geçiş süreci sonuna kadar yerel güvenlik güçlerinin korunması;
3) Kürtçenin ve kültürel hakların gelecekteki anayasada resmî olarak tanınması.
Bu şekilde, Kürtler ulusal birlik söylemini koruyarak fiilen Suriye’nin kuzeydoğusunda geniş yetkilere sahip adem-i merkeziyetçi bir sistem arayışındadır; Washington bu modeli “istikrar aracı” olarak görürken, HTŞ ve Ankara bunu ulusal egemenliğe yönelik bir tehdit olarak yorumluyor.
HTŞ'nin Tepkisi – Şüpheden Siyasi Kontrole
Ebu Muhammed el-Colani (şimdiki adıyla Ahmed eş-Şaraa) liderliğindeki geçici Suriye rejimi, 6 Ekim’de Mazlum Abdi ile Tom Barrack arasında gerçekleşen görüşmeyi temkinli ve kuşkulu bir şekilde izledi. Batı medyası bu görüşmeyi “10 Mart anlaşmasının uygulanması yönünde bir adım” olarak tanımlarken, Şam’da bu görüşme daha çok ABD’nin ülkenin kuzeydoğusundaki artan nüfuzunun bir göstergesi olarak yorumlandı.
Colani hükûmetine ait el-Vatan gazetesinin (6 Ekim 2025) haberine göre, Dışişleri Bakanlığı yetkilileri, Suriye’nin geleceğine dair her türlü görüşme veya anlaşmanın “ulusal egemenlik çerçevesinde ve HTŞ'nin resmî kurumları aracılığıyla” yürütülmesi gerektiğini vurguladı ve “ulusal ordu ve meşru hükûmet dışında hiçbir askerî ya da siyasî gücün bağımsız karar alma hakkı bulunmadığını” belirtti.
Bu tutum, aslında Colani rejiminin SDG’nin entegrasyonuna dair bakış açısını yansıtmaktadır; bu bakış, Kürt askerî yapısının tamamen tasfiye edilmesini ve kuzeydoğu bölgelerindeki güvenlik kontrolünün orduya devredilmesini öngörmektedir.
Bu bağlamda, Tişrin gazetesi (6 Ekim 2025) Şam’da Suriye Ulusal Güvenlik Konseyi’nin acil bir toplantı düzenlediğini bildirdi. Habere göre, toplantıda Savunma Bakanı ve Ulusal Güvenlik Ofisi Başkanı, “10 Mart anlaşması kisvesi altında SDG güçlerinin tek taraflı hareketlerinden” endişe duyduklarını belirterek Rakka ve Halep sınırlarında sıkı denetim çağrısında bulundular.
Aynı zamanda, Reuters’ın (6 Ekim 2025) aktardığına göre, Beyrut’taki bir Suriyeli diplomatik kaynak, Colani rejiminin Washington’un 10 Mart anlaşmasını “Suriye’deki dolaylı askerî varlığını yasallaştırmak için bir araç olarak” kullanmasından endişe ettiğini ifade etti. Kaynak şöyle ekledi:
“Eğer bu anlaşmanın gerçek amacı entegrasyon ise, bu süreç merkezi hükûmetin denetiminde ve Şam’ın resmî temsilcilerinin katılımıyla yürütülmelidir; Haseke’deki Amerikan üslerinde değil.”
Aynı zamanda, HTŞ'nin resmî tepkisi tamamen olumsuz da olmadı. Enab Beledi haber ajansının (6 Ekim 2025) yazdığına göre, HTŞ'ye bağlı İçişleri Bakanlığı’ndan bir heyet, Haseke–Rakka hattında “sınırlı güvenlik koordinasyonu” amacıyla özerk yönetimle ortak bir komite kurulması ihtimalini değerlendiriyor. Her ne kadar bu adım daha çok sembolik bir nitelik taşısa da, HTŞ'nin Kürtlerin bağımsızlığına sözde karşı çıkarken, gayriresmî yollarla siyasî ve güvenlik kontrolünü yeniden ele geçirmeye çalıştığını gösteriyor.
Genel olarak, HTŞ'nin 6 Ekim görüşmesinden sonraki tutumu üç başlıkta özetlenebilir:
— Merkezi hükûmet temsilcilerinin katılımı olmadan her dış arabuluculuğun resmî olarak reddedilmesi;
— Tam askerî entegrasyonun ve paralel yapıların ortadan kaldırılmasının vurgulanması;
— Güvenlik ve aşiret kanalları aracılığıyla nüfuzun kademeli olarak yeniden tesis edilmesi çabası.
Colani açısından “Suriye’nin bütünlüğü” ancak tüm askerî, güvenlik ve siyasî kurumların tek bir komuta merkezi – yani Şam – altında birleşmesiyle anlam kazanır. İşte bu, başkent ile kuzeydoğu arasındaki temel uçurumdur; öyle bir uçurum ki, her dış temas, her ne kadar diplomatik görünse de, onu daha da görünür hâle getirmektedir.
Türkiye ve Kürtlere Yönelik Çifte Baskı Politikası
Kuzey Suriye’deki dengelerin şekillenmesinde belirleyici bir rol oynayan Türkiye, son aylarda yalnızca askerî operasyonlara dayanan yaklaşımını değiştirerek HTŞ ile istihbarat ve güvenlik iş birliği sürecine yönelmiştir. Her ne kadar Colani hükûmeti doğrudan Ankara’nın desteğiyle ortaya çıkmış ve fiilen Türkiye’nin Kürt nüfuzunu sınırlama stratejisinin bir parçası hâline gelmiş olsa da, iki taraf arasındaki güvenlik bağları artık gizli aşamadan açık iş birliğine geçmiştir.
Middle East Eye’ın (4 Ekim 2025) haberine göre, Türkiye hükümetine yakın kaynaklar son haftalarda iki ülkenin istihbarat yetkilileri arasında Cerablus sınırında bir dizi toplantı yapıldığını ve bu görüşmelerin ana konusunun Suriye Demokratik Güçleri’ne (SDG) yönelik operasyonlarda koordinasyon ile bu güçlerin Halep’in doğusundaki askerî hareketliliğinin sınırlandırılması olduğunu açıkladı. Bu iş birliği, hava keşif verilerinin paylaşımı, insansız hava araçlarının uçuş rotalarının eşgüdümü ve Fırat Nehri boyunca güvenlik nüfuz alanlarının bölüşümünü de kapsamaktadır.
Bu bağlamda, Türkiye ekonomik ve çevresel araçları da Kürtlere baskı unsuru olarak kullanmaktadır. Reuters’ın 2 Ekim 2025 tarihli haberine göre, Fırat Nehri’ndeki su akışı kasıtlı olarak saniyede 200 metreküpe düşürülmüş ve bu durum özellikle Rakka ve Haseke gibi Kürt bölgelerinde içme suyu ve tarımsal sulama konusunda ciddi bir krize yol açmıştır. 1987 tarihli HTŞ–Ankara anlaşmasının açık ihlali sayılan bu adım, gözlemciler tarafından, SDG’nin toplumsal desteğini zayıflatmayı ve geçim sıkıntısı yoluyla baskı kurmayı amaçlayan bir girişim olarak değerlendirilmektedir.
Washington, Kürtlerin Suriye merkezi devlet yapısına siyasal ve askerî entegrasyonuna vurgu yaparken, Türkiye tamamen farklı bir yol izlemektedir.
Anadolu Ajansı ve Daily Sabah’ın (5 Ekim 2025) haberine göre, Millî Güvenlik Kurulu (MGK) yayımladığı resmî bildiride “Suriye ve Irak’taki önleyici operasyonların devam edeceğini” vurguladı ve Ankara’nın güney sınırlarında hiçbir biçimde silahlı özerk yönetimi kabul etmeyeceği uyarısında bulundu.
Bu bildiride üç ana başlık açıklandı:
1) Sınır ötesi operasyonların sürdürülmesi: Türkiye, Silahlı Kuvvetlerinin “Suriye’nin ve Irak’ın kuzeyinden gelen tüm terör tehditlerine karşı önleyici operasyonları” hiçbir dış güçle koordinasyona gerek duymaksızın sürdüreceğini duyurdu.
2) Devlet dışı yapılarla mücadele: Millî Güvenlik Kurulu, Ankara’nın “Suriye’nin kuzeyinde hiçbir siyasî, idarî veya askerî devlet dışı yapıyı” kabul etmeyeceğini belirtti; bu ifade doğrudan Kürt Özerk Yönetimi’ne (AANES) bir göndermeydi.
3) HTŞ ile istihbarat iş birliği: Bildirinin üçüncü maddesinde ilk kez “HTŞ rejimiyle güvenlik verilerinin paylaşımı ve sahadaki koordinasyonlardan” söz edildi; Türk medyası bu gelişmeyi, Türkiye ile Colani rejimi arasında SDG’nin etkisini sınırlamaya yönelik güçlü bir operasyonel iş birliği göstergesi olarak değerlendirdi.
Hürriyet Daily News’in yazdığına göre, MGK bildirisindeki bu ton değişikliği, Türkiye’nin artık yalnızca Kürtlere karşı tek taraflı bir saldırı pozisyonunda olmadığını, aksine yeni Suriye hükûmetiyle iş birliği yaparak eş zamanlı olarak SDG’ye askerî baskı uygulamayı ve NATO kanalıyla ABD üzerinde siyasî baskı kurmayı hedeflediğini göstermektedir.
Tom Barrack ile Mazlum Abdi’nin Görüşmesine Türkiye’nin Tepkisi
6 Ekim 2025’te, Mazlum Abdi’nin Tom Barrack ve CENTCOM komutanıyla yaptığı görüşmeden birkaç saat sonra, Ankara’daki diplomatik kaynaklar Türkiye hükûmetinin bu gelişmeden büyük rahatsızlık duyduğunu bildirdi.
TRT World ve Yeni Şafak’ın aynı tarihli haberlerine göre, Türk yetkililer bu görüşmeyi “Suriye’nin toprak bütünlüğü ilkesinin ihlali ve Türkiye’nin millî güvenliğine yönelik doğrudan bir tehdit” olarak tanımladılar.
Türkiye Dışişleri Bakanlığı sözcüsü, gazetecilerin sorularını yanıtlarken “Hiçbir yabancı güç Türkiye’nin güney sınırlarında terör gruplarıyla görüşme ve temas kurma hakkına sahip değildir.” açıklamasında bulundu ve ABD veya müttefiklerinin Suriye Demokratik Güçleri’ni (SDG) meşrulaştırma yönündeki her türlü girişimin “önceden uyarı yapılmadan sert bir karşılıkla” karşılaşacağını vurguladı.
Daily Sabah’ın haberine göre, Adalet ve Kalkınma Partisi’ne yakın çevreler bu görüşmeyi, Washington’un Suriye’nin kuzeydoğusundaki nüfuzunu yeniden tesis etme çabası olarak değerlendirmiş ve Ankara’nın güney sınırları boyunca yeniden yarı-devlet niteliğinde bir yapının oluşmasına asla izin vermeyeceğini vurgulamıştır.
Aynı zamanda, Türk güvenlik kaynakları Hürriyet gazetesine, bu tür temasların devam etmesi hâlinde Türkiye ile Colani rejimi arasındaki SDG’yi sınırlamaya yönelik saha iş birliğinin fiilî bir aşamaya geçebileceğini belirtmiştir.
Beşinci Bölüm: Haseke Görüşmesinin Uluslararası Yansımaları
6 Ekim 2025’te Suriye’nin kuzeydoğusunda, ABD’nin Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack ile Suriye Demokratik Güçleri (SDG) Komutanı Mazlum Abdi arasında gerçekleşen görüşme, uluslararası medyada geniş yankı uyandırdı. 7 Ekim’de yayımlanan analiz ve haberlerde bu görüşme, yalnızca diplomatik bir olay olarak değil, aynı zamanda Washington, HTŞ ve Ankara arasındaki güç dengesi açısından kritik bir dönüm noktası olarak değerlendirildi.
North Press Agency’nin (7 Ekim 2025) haberine göre, bu görüşme Halep’in doğusunda ve Kürt bölgelerinde gerilimin en yüksek seviyeye ulaştığı bir dönemde gerçekleşti. Haberde belirtildiğine göre, Barrack ve Abdi arasındaki görüşmelerin odak noktası 10 Mart anlaşmasının uygulanması, özerk yönetimin askerî ve sivil kurumlarının merkezi devlet yapısına entegrasyonu ve mültecilerin dönüşü için güvenlik ve ekonomik koşulların oluşturulmasıydı. Aynı kaynak, söz konusu görüşmenin CENTCOM komutanlığının koordinasyonuyla ve “kuzeydoğudaki kırılgan düzenin çökmesini önlemek” amacıyla yapıldığını vurguladı.
Aynı bağlamda, Hawar News (7 Ekim 2025) Tom Barrack’ın X sosyal medya platformundaki mesajında Mazlum Abdi ile “yapıcı ve içerikli görüşmeler” gerçekleştirdiklerini belirttiğini ve şu ifadeyi kullandığını yazdı: “Başkan Donald Trump, Suriye için yeni bir firsat istiyor; bu firsat, tüm Suriyelilerin diyalog ve birlik yoluyla bir araya gelmesinden geçiyor.”
Hawar’ın haberine göre, Mazlum Abdi ise yanıtında özerk yönetimin diyalog ve karşılıklı saygıya dayalı bir çözüm istediğini, HTŞ veya komşu ülkelerle yaşanacak herhangi bir askerî çatışmanın Suriye’nin geleceği açısından zararlı olacağını ifade etti.
Ancak Türkiye’nin bu görüşmeye tepkisi tamamen farklı oldu. Daily Sabah (7 Ekim 2025), “US envoy meets PKK-linked leader under pretext of peace” başlıklı analizinde bu görüşmeyi “provokatif ve ABD’nin terörle mücadele taahhütleriyle çelişen bir eylem” olarak nitelendirdi.
Gazete, Ankara’nın bu tür toplantıları Suriye topraklarında PKK ile bağlantılı yapılara meşruiyet kazandırma girişimi olarak gördüğünü ve Washington ile SDG güçleri arasındaki askerî iş birliğinin genişlemesinin “sahadaki dengeleri değiştirebileceğini ve Türk ordusunun Suriye’nin kuzeyindeki faaliyetlerini artırabileceğini” yazdı.
Öte yandan, Reuters (7 Ekim 2025) aynı gün, bu görüşmeyle eş zamanlı olarak Halep’in Şeyh Maksud ve Eşrefiye mahallelerinde SDG güçleriyle geçici HTŞ rejimine bağlı birlikler arasında şiddetli çatışmalar yaşandığını bildirdi. Haber ajansı, bölgesel güvenlik kaynaklarına dayanarak, Amerika Birleşik Devletleri’nin bu gerilimin tırmanmasını önlemeye ve 10 Mart anlaşmasının uygulanma sürecinin kesintiye uğramamasını sağlamaya çalıştığını aktardı.
Son analiz el-Meyadin English tarafindan (7 Ekim 2025) yapıldı ve şu ifadeye yer verildi: “Haseke görüşmesi, diplomasi ile sahadaki gerçeklik arasındaki örtüşmenin bir simgesidir. Washington birlik ve barıştan söz ederken, Halep ve Deyr Hafir’deki çatışmaların genişlemesi, ABD politikasının sahadaki gerçekler karşısında ne kadar kırılgan olduğunu göstermektedir.”
Bu medya kuruluşu, Amerika Birleşik Devletleri’nin “Suriye’nin bütünlüğü” sloganına rağmen fiiliyatta Kürtlerin kontrolündeki bölgeleri elde tutma isteğiyle Colani rejimiyle ilişkilerini koruma çabası arasında stratejik bir çelişki içinde olduğunu vurguladı.
Genel olarak, 7 Ekim’deki uluslararası medya yansımaları, Barrack ve Abdi görüşmesinin uzlaşma yolunda bir ilerlemeden çok mevcut dengenin geçici olarak korunmasına yönelik bir girişim olduğunu göstermektedir; öyle bir denge ki, Halep’te atılan her mermi veya Türkiye’nin her bir SİHA uçuşuyla kolayca çözülebilir.
Genel Değerlendirme ve Sonuç: Haseke Görüşmesi ve Suriye’nin Kuzeydoğusundaki Belirsiz Gelecek
6 Ekim 2025’te Tom Barrack ile Mazlum Abdi arasında gerçekleşen görüşme, Suriye dosyasının karmaşık sürecinde yeni bir dönüm noktası olarak görülebilir. Bu toplantı ne yeni bir anlaşmaydı ne de açık bir çatlak; daha ziyade hâlâ güç dengelerinin oturmadığı bir ülkede nüfuz alanlarının yeniden tanımlanmasına yönelik hesaplı bir girişimdi.
Washington’un ana mesajı, açıklamaların tonundan da anlaşıldığı üzere, “Kürtler üzerinden Suriye’nin bütünlüğünü desteklemek”ti. Ancak bu ifade fiiliyatta Kürtlerin yerel güçlerini kaybetmeden merkezi hükûmetin yörüngesine geri döndürülmesi anlamına geliyor; öyle bir formül ki ne Şam ne de Ankara bunu kabul etmeye niyetli görünüyor.
Kürtler açısından Haseke görüşmesinin iki çelişkili yönü vardı: bir yandan ABD’nin desteğinin devam ettiğine ve HTŞ ile Türkiye’nin baskılarına karşı varlıklarını sürdürebileceklerine dair bir güvenceydi; öte yandan ise konumlarının hâlâ dış güçlerin çıkar ve hesaplarına bağlı olduğunu hatırlatan bir gerçekti. Mazlum Abdi, “birlik içinde özerklik” ile “askerî bağımsızlığın korunması” arasında bir denge kurmaya çalışıyor, ancak son yılların tecrübesi bu dengenin kırılgan olduğunu ve her sahadaki gelişmeyle kolayca bozulduğunu göstermektedir.
Diğer taraftan, hem HTŞ hem de Ankara bu görüşmeyi egemenliklerine yönelik bir tehdit olarak değerlendirdi, ancak tepkilerinin niteliği farklı oldu. HTŞ, merkezi iktidarı koruyarak müzakere etme arayışındayken, Türkiye Kürtleri zayıflatmak için askerî baskıdan yararlanmayı hedefliyor; bu iki yaklaşım da krizin çözümü için ortak bir mekanizmanın oluşma ihtimalini fiilen zayıflatıyor.
Jeopolitik açıdan, 6 Ekim görüşmesini Amerika Birleşik Devletleri’nin Suriye’deki çatışmaların merkezindeki siyasal varlığını sürdürme çabasının bir parçası olarak değerlendirmek gerekir. Washington, Colani rejimi ve Kürt güçleriyle aynı anda ilişki yürüterek İran, Rusya ve Türkiye’nin nüfuzları arasında bir denge kurmaya ve kuzeydoğudaki kırılgan düzenin çökmesini önlemeye çalışıyor. Ancak bu dengenin kalıcı olacağına dair hiçbir garanti yokt; zira Halep, Haseke veya Menbic'de yaşanacak herhangi bir askerî çatışma her şeyi yeniden başlangıç noktasına döndürebilir.
Özetle, Barrack ile Abdi’nin görüşmesi ne kapsamlı bir uzlaşmanın başlangıcıydı ne de tam bir kopuşun işareti; aksine, Suriye’yi iki seçenek arasında askıda bırakan sürecin ara bir evresiydi: Ya ulusal birlik çerçevesinde kademeli bir entegrasyon,ya da yeni bir vekâlet savaşları ve yerel güç paylaşımı döngüsüne geri dönüş.
Bununla birlikte, bu diplomatik hareketlilikle eş zamanlı olarak Suriye sahasında da Şeyh Maksud ve Eşrefiye mahallelerinde Suriye Demokratik Güçleri ile geçici HTŞ rejimine bağlı birlikler arasında şiddetli çatışmalar yaşanmaktadır; 6 Ekim’de başlayan bu çatışmalar bugün de sürmektedir.
El-Meyadin English’in (7 Ekim 2025) haberine göre, her iki taraf da birbirini sivil bölgeleri bombalamakla ve ateşkesi ihlal etmekle suçladı. Bu eşzamanlılık, Suriye krizinin yapısal çelişkisini açık biçimde ortaya koymaktadır:
Washington “Suriye’nin bütünlüğü”nden söz ederken, sahada ABD destekli güçler ile Colani destekli hükûmet birlikleri doğrudan birbiriyle savaşmaktadır.
Diplomasi dili ile sahadaki gerçeklik arasındaki bu kopukluk, Suriye’nin kuzeydoğusunda istikrarın önündeki en büyük engeldir ve göstermektedir ki, sahada gerçek bir kontrol sağlanmadıkça her siyasî gelişme kırılgan ve geçici kalacaktır.