"Gerçekçi ve akılcı olmak gerekirse, yeni bölgesel düzenin doğum sancıları henüz sona ermedi. Bölge hâlâ olayların merkezinde ve bir patlamanın, bir uçurumun eşiğinde."

YDH - El-Meyadin kanalının internet sitesinde yer bulan köşe yazısında Lübnanlı Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Profesörü Gassan Melhem, Ortadoğu’nun yüzyılı aşkın süredir görülmemiş ölçekte bir dönüşümden geçtiğini vurguluyor. Melhem, Filistin’de ateşkesin kırılganlığı, Gazze’deki insani çöküş ve direnişin akıbeti belirsizliğini korurken; Lübnan’da İsrail’le süregelen savaşın yeni bir evreye girebileceği uyarısını yapıyor. İran cephesinde ise Amerika ve İsrail'in önceki saldırısının sonuçsuz kaldığını, ancak yeni bir saldırının her an başlama ihtimalinin olduğuna dikkat çeken Melhem, bölgesel düzenin hâlâ şekillenme aşamasında olduğunu ve statükonun yakın zamanda sona ereceği yönündeki beklentilerin gerçekçi olmadığını ifade ediyor.
Bazıları şu soruyu sorabilir: Tam olarak, bulunduğumuz ülke ve bölge bakımından, bu dönemde ve bu bağlamda neredeyiz? Ve bundan sonra ne olacak? Bu sorular meşrudur, yanıtlanmayı, en azından buna teşebbüs edilmesini hak eder.
Son dönemde bölgenin tanık olduğu gelişmeler, büyük, köklü ve derin bir değişimi temsil ediyor. Hatta denebilir ki, yüz yılı aşkın süredir görülmemiş, Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarını dahi aşan ölçüde dramatik ve radikal bir dönüşüm yaşanıyor. Peki, bu karmaşada biz neredeyiz? Ve bu sancılı doğumun ardından ne gelecek?
Gazze: Saldırı ile ateşkes arasında
Gazze Şeridi’nin ve tüm bölgenin, hatta dünyanın yaşadığı süreç son derece kritik. Yaklaşık iki yıl süren İsrail saldırısının sona ermesinin ardından nihayet ateşkes yürürlüğe girdi. Ancak bu ateşkesin geçerliliği, İsrail’in buna ne ölçüde ciddi biçimde riayet edeceğine bağlı. Dolayısıyla, anlaşmanın uzun vadeli bir çözüme zemin oluşturup oluşturamayacağı da belirsiz. Zira iki devletli çözüm formülüne göre bağımsız bir Filistin devleti kurma ihtimali tamamen ortadan kalkmış durumda. Ayrıca Lübnan’dan Suriye’ye, Irak’tan Yemen’e, oradan İran’a uzanan pek çok dosya henüz kapanmış değil. İşgal altındaki Filistin’de, Batı Şeria ile Gazze arasında, hatta doğrudan Gazze’nin içinde bile süreç tamamlanmadı.
Gazze’nin, şehir ve bölge olarak, içinde bulunduğu insani, toplumsal ve ekonomik çöküş artık herkesin önünde: Filistinliler, Arap ve İslam dünyası, hatta uluslararası toplum. İsrail burada her şeyi yok etti: evleri, hastaneleri, okulları, üniversiteleri, binaları, mahalleleri ve sokakları. Hayatın tüm izlerini silerek Gazze’yi yaşanamaz bir yer haline getirdi. Ancak bütün bu yıkıma rağmen direnişi tamamen ortadan kaldıramadı, kökünü kazıyamadı. Her ne kadar direnişin ateşkes sonrası Gazze’yi idare etme gücü kalmamış olsa da, İsrail yine de onu tümüyle yok etmeyi başaramadı. Elbette bu, çatışmaların yeniden başlamaması ve ateşkesin çöküp çökmediğine bağlı.
Bununla birlikte, Gazze’nin genel güvenlik durumu, direnişin askeri kapasitesi ve her şeyden önce bölgenin siyasi ve sivil idaresi hakkında pek çok soru gündeme geliyor. Şu sorular bunlardan sadece bazıları: Direniş, nefeslenip toparlandıktan sonra yeniden yapılanacak mı, yoksa bölgeden çekilip yönetimden elini mi çekecek? Gazze’nin yönetimi Filistinli, Arap ve İslam ülkeleri arasında paylaşılan sivil bir yapı mı olacak, yoksa yabancı, belki de Batılı unsurlar bu yönetime dahil mi edilecek? Eğer dahil olurlarsa bu katılım sivil mi kalacak, yoksa güvenlik ve hatta askeri boyut mu kazanacak? Barış planı kalıcı olacak mı, yoksa bu sadece geçici bir ateşkes mi? Yakın geleceğe dair tablo, tüm bu sorular arasında hâlâ belirsizliğini koruyor.
Lübnan: İlk saldırı ile olası ikinci saldırı arasında
Geçen yılki savaşın seyrine dönüp baktığımızda, Lübnan’daki direnişin ağır darbeler aldığı ve sert sarsıntılar yaşadığı inkâr edilemez. Bu konuda herhangi bir tartışma yok. Ancak İsrail, Lübnan cephesinde ve özellikle Lübnan direnişiyle olan mücadelesinde kesin bir üstünlük sağlayamadı. Bu savaş, yalnızca Gazze’ye verilen desteğin bir parçası olarak değil, İsrail ile Lübnan arasındaki açık cephe çatışmasının bir devamı olarak, İsrail’in Lübnan’a karşı süregelen ve kesintisiz saldırı politikası çerçevesinde değerlendirilmeli. Bu, tarihsel gerçeklik ve adalet gereği böyle kabul edilmeli. İsrail ile Lübnan arasındaki ihtilaf geçmişte olduğu gibi bugün de sürüyor. Henüz sona ermiş değil. Bu çatışma, Gazze’ye verilen desteğin öncesine dayanıyor ve sonrasına da uzanıyor. Hatta Lübnan’daki direnişin siyasi varlığından ve tarihsel yükselişinden bile daha eski köklere sahip.
Bu anlamda, Lübnan ile İsrail arasındaki durum şu anda askıda, ya da belirsizlik içinde. Evet, gerçek bu, tablo bu. Buna göre, İsrail literatüründe “Üçüncü Lübnan Savaşı” olarak adlandırılan 2024 savaşı, 1982 ve 2006’daki birinci ve ikinci Lübnan savaşlarının devamı, yani mevcut saldırının ilk raundu sayılabilir. Ancak ikinci bir saldırı dalgasının yeniden patlak verme ihtimali de ortada; belki yakın zamanda, belki biraz daha sonra.
Ayrıca Lübnan’a yönelik olası yeni saldırının, İsrail’in İran’a karşı planlarından bağımsız düşünülemeyeceği de açık. Bu iki cephe birbiriyle bağlantılı. İsrail’in, Lübnan’daki direnişin dayanma ve varlığını sürdürme kabiliyetini felce uğratmak için, Tahran’a yönelik saldırıdan önce Beyrut’u hedef alması da ihtimaller arasında. Böylece bu kez direnişi kuşatma ve tamamen ezme girişimi başlatabilir.
İran: İlk saldırı ile olası ikinci saldırı arasında
Hatırlatmak gerekir ki İsrail’in, ABD’nin desteğiyle İran’a düzenlediği ani ve sinsi saldırı sona ermiş olsa da, savaş hâli bitmiş değil. Bu çatışma hâli sürüyor, hatta Amerika ve İsrail'in yeni bir saldırısına kapı aralayabilecek, yeniden alevlenebilecek bir döneme işaret ediyor. Zira önceki saldırı, ne bölgesel ne de küresel düzeyde, sonuçları kalıcı olacak bir kesinlik yaratmadı.
İlk saldırı dalgası, yani önceki çatışma, Tel Aviv ve Washington ile Tahran arasındaki güç dengesini test eden bir deneme niteliğindeydi. Hem İran hem de İsrail bu süreçte zarar gördü. Ancak İran, o dönemde en azından kısmen de olsa, kendine yeni bölgesel düzenin oluşmakta olan yapısında bir yer edindi. Bu durum, İsrail’in bölgesel emelleri ve hırsları pahasına gerçekleşti.
Bu nedenle, İran’ın bu saldırının ardından her zamankinden daha fazla tehdit altında olduğu açıktır. Artık her an yeni bir saldırının hedefi olabilir. Amerika ve İsrail'in bakış açısına göre, İran’a indirilecek ağır ve yıkıcı darbeler, bölgesel caydırıcılığı ve stratejik dengeyi sarsacak, hatta bütünüyle ortadan kaldıracaktır.
Gerçekçi ve akılcı olmak gerekirse, yeni bölgesel düzenin doğum sancıları henüz sona ermedi. Bölge hâlâ olayların merkezinde ve bir patlamanın, bir uçurumun eşiğinde. Yakın gelecekte hâlâ pek çok gelişme yaşanacak. Bunun için zamana ihtiyaç var: belki bir yıl, belki daha fazla, hatta iki yıla kadar. Dolayısıyla mevcut durumun, yani statükonun sona ermek üzere olduğunu düşünmek ne gerçekçidir ne de mantıklı. Şimdilik böyle bir varsayım üzerinden hareket etmek doğru olmaz; zira bu, hatalı okumalar, yanlış hesaplar ve isabetsiz değerlendirmelerle sonuçlanır.
Çeviri: YDH