"Lübnan, ulusal güvenlik meselesinde bekleme ya da deneme-yanılma lüksüne sahip değil. İsrail tehdidi varoluşsaldır ve yanıt stratejik olmalıdır. Ekonomik çöküş, savunmayı ordunun omuzlarına bırakmayan hibrit bir model -nizami ve gayri nizami güçlerin tamamlayıcı birlikteliği- gerektiriyor."

YDH - El-Ahbar gazetesi yazarı Kerim Hadad, Lübnan’ın İsrail tehdidi ve ekonomik çöküş koşullarında nasıl bir ulusal güvenlik stratejisi oluşturabileceğini tartışıyor. Devletin askeri kapasitesinin zayıflığı, direnişi fiili bir savunma gücü haline getiriyor. Çözüm olarak, ordunun ve direnişin işlevsel biçimde bütünleştiği, siyasal uzlaşıya dayalı bir “hibrit savunma modeli” öneriliyor.
Ulusal güvenlik, her devletin varlığını ve egemenliğini sürdürebilmesi için temel dayanaklardan biridir; özellikle de jeopolitik açıdan çalkantılı bölgelerde.
Ortadoğu’nun kalbinde yer alan Lübnan, onlarca yıldır çok katmanlı güvenlik tehditleriyle karşı karşıya kalıyor; bunların başında ise süregelen İsrail tehdidi geliyor.
Son yıllarda (2023–2025) İsrail’in Lübnan topraklarına ve kara sularına yönelik saldırılarının artmasıyla birlikte, rastlantısallığı ve parti hesaplarını aşan, bütüncül bir ulusal güvenlik stratejisine duyulan ihtiyaç aciliyet kazandı.
Fakat bu gereklilik, Lübnan devletinin ordusunu silahlandırmadaki yetersizliği ve İsrail’in ezici askeri üstünlüğü gerçeğiyle çelişiyor.
Bu tablo, işgale karşı etkili bir asimetrik güç olarak kendini kanıtlamış direnişin önemini artırıyor. Dolayısıyla asıl soru şu hale geliyor: Ekonomik çöküşün ortasında ve ordunun İsrail’e karşı konvansiyonel bir savaşı sürdüremediği koşullarda Lübnan, etkili bir ulusal güvenlik stratejisini nasıl inşa edebilir?
Bu soruya yanıt ararken araştırma, analitik–betimleyici bir yönteme ve hem kurumsal analiz (ordu ve direnişin rollerini anlamak için) hem de stratejik analiz (savunma seçeneklerini değerlendirmek için) yaklaşımına dayanıyor. Çalışma şu temeller üzerine kuruludur:
Birinci: Ulusal güvenlik kavramı
Ulusal güvenlik kavramı artık Soğuk Savaş dönemindeki gibi yalnızca askeri boyutla sınırlı değil. Kopenhag Güvenlik Okulu, güvenliği beş alanda -askeri, siyasi, iktiadi, çevresel ve toplumsal - ele alır(Buzan, Wæver & de Wilde, 1998, s. 7).
Bu yaklaşıma göre her sektörün kendine özgü bir “referans nesnesi” (referent object) vardır; örneğin askeri sektörde devlet, toplumsal sektörde ise kültürel kimlik. Bu genişleme, güvenliğin yalnızca dış tehditlerle sınırlı olmayan, çok boyutlu bir olgu olarak anlaşılmasını sağlar.
Lübnan bugün “kırılgan devletler” arasında sınıflandırılıyor; devlet kurumları vatandaşlarını koruma da dâhil olmak üzere temel işlevlerini yerine getiremiyor.
Böyle ortamlarda “alternatif güçler” güvenlik boşluğunu doldurur. Buzan ve arkadaşlarının analizine göre, “kurumsal zafiyetin yoğun olduğu bağlamlarda toplumsal kimlik, devlet kimliğinden daha belirgin hale gelebilir.”
Ayrıca “siyasi güvenlik, devletin örgütlü bir siyasi varlık olarak istikrarını” ifade eder; dolayısıyla bu istikrar çöktüğünde gayriresmî güçler sahneye çıkar.
Lübnan örneği ise özgündür; burada güvenlik, ulusal kimlikten ve “meşruiyet” tartışmalarından ayrı düşünülemez. Kimileri direnişin silahını “devletin dışında bir güç” olarak görürken, kimileri bunu “ulusal kurtuluş projesinin bir parçası” sayar.
Bu tartışma, devlet ve vatandaşlık kavramları üzerinde mutabık kalınmamış olmasının sonucudur. Dolayısıyla herhangi bir ulusal güvenlik stratejisi, tek bir vizyonun dayatılmasıyla değil, ulusal kimlik üzerinde sağlanacak bir uzlaşıyla başlamalıdır.
İkinci: Lübnan’ın savunma kapasitesinin gerçekliği
Lübnan, 2019’dan bu yana Gayri Safi Yurtiçi Hasılasının yüzde 40’ından fazlasını kaybetti (Dünya Bankası, 2023). Bu çöküş, savunma bütçesini milli gelirin yüzde 1’inin altına indirdi; bakım, eğitim ve mühimmat tedariki dahi karşılanamaz hale geldi. Düşük maaşlar nedeniyle askeri kadrolar ülkeyi terk ediyor.
Bu koşullarda Lübnan ordusunun etkin hava veya deniz savunma sistemleri kurması imkânsız. ABD yardımları (IMET ve FMF programları gibi) yalnızca lojistik donanım ve temel eğitim sağlıyor; taarruz sistemlerini kapsamıyor. İç kaynak eksikliği, orduyu siyasi kısıtlamalarla hareket eden bağışçıların insafına bırakıyor. Böylece ekonomik çöküş yalnızca taktiksel değil, stratejik bir engel haline geliyor.
Buna karşılık İsrail, dünyanın en güçlü altıncı ordusuna sahip; Demir Kubbe ve Demir Miğfer sistemleri, F-35 savaş uçakları, istihbarat uyduları ve gelişmiş siber kapasitesiyle destekleniyor.
Bu dengesizlikte konvansiyonel savaş, stratejik bir intihar olur. Caydırıcılık ise nicelikle değil, düşmana ağır kayıplar verebilme kabiliyetiyle sağlanır.
2006 Savaşı’nda İsrail ordusu, ezici üstünlüğüne rağmen hedeflerine ulaşamadı; direnişin isabetli saldırıları ve yıpratma taktikleri bu sonucu belirledi. Arreguín-Toft’a (2005, s. 24) göre “taraflar farklı stratejiler seçtiğinde, zayıf taraf yaklaşık yüzde 63 oranında galip gelir.”
Askeri güç, siyasî zaferle özdeş değildir; sonuç, tarafların stratejik etkileşimine bağlıdır.
Batı tipi ulus-devlet modelinde devletin güç tekelini elinde tutması esastır; ancak Lübnan’da devlet kimliği üzerindeki uzlaşmazlık bu modeli işlemez kıldı.
Migdal’ın (2001) tanımladığı “zayıf devlet–güçlü toplum” ikiliği burada açıkça görülür. Direniş, devletin boşluğunda filizlenen güçlü bir toplumsal yapıdır. Dolayısıyla “güvenlik tekeli”ni dayatmak, kurumsal zafiyetin nedenlerini ortadan kaldırmadan yalnızca yeni kırılmalar üretir.
Üçüncü: Direnişin ulusal bir olgu olarak konumu
1982 işgalinden bu yana direniş, devletin güneyi koruyamamasına karşı doğan ulusal bir tepki oldu. 2000’de koşulsuz kurtuluşu sağladı, 2006’da caydırıcılık dengesini kurdu ve 2023–2024 döneminde işgal altındaki Filistin’deki askerî hedefleri vurabildi.
Bu başarı, hassas füze sistemleri, insansız araçlar ve etkili saha istihbaratıyla mümkün oldu. Diplomasiyle bir karış toprak geri alamayan hükümetler karşısında, direniş ülke sınırlarını fiilen koruyan ulusal bir kalkan oluşturdu.
Asimetrik savaşın mantığına göre zayıf taraf, geleneksel olmayan taktiklerle üstün tarafı yenebilir. Arreguín-Toft (2005, ss. 27–29) doğrudan (konvansiyonel) ve dolaylı (gerilla, düzensiz) stratejiler arasındaki farklılığın sonucu belirlediğini açıklar.
Direniş, hassas füzeler, insansız hava araçları ve pusu taktikleriyle bu prensibi uyguladı. 2023–2024 çatışmalarında işgal altındaki bölgelerdeki askeri üsleri hedef aldı, İsrail gözetleme sistemlerini devre dışı bıraktı ve kara birliklerinin sınır hattındaki hareketini felce uğrattı. Bu güç, iç tehdit değil; düşmana karşı ulusal bir savunma aracıdır.
Direnişin varlığı ayrıca Birleşmiş Milletler Şartı’nın 51. maddesinde güvence altına alınan meşru müdafaa hakkına dayanır. 1701 sayılı karar da “direnişin silahsızlandırılmasını” değil, “Lübnan devletinin güneyde tek otorite olmasını” öngörür. İsrail tam olarak çekilmediği sürece, direniş işgal altındaki Kefr Şuba tepeleri ve el-Gacar’ın kuzey kesimi gibi bölgeleri savunma hakkını korur. Bu nedenle, direnişin meşruiyetini “tam çekilme” şartına bağlamak hem hukuken hem mantıken tutarlıdır.
Dördüncü: Ulusal savunmada bütünleşik model arayışı
“İşlevsel bütünlük” ilkesi, direnişin orduya katılması anlamına gelmez; rollerin tek bir ulusal vizyon çerçevesinde uyumlaştırılması demektir. Ordu, devleti temsil eder, sınır güvenliğini sağlar, genel güvenlik alanını düzenler.
Direniş ise asimetrik caydırıcılığın koludur. İran’da (Devrim Muhafızları ve düzenli ordu) veya Rusya’da (resmî ordu ve özel askerî şirketler) görülen çift yapı örnekleri bu modele benzer.
Lübnan’da fark, bunun siyasal mutabakatla işlemesi gerekliliğidir. Bütünleşme, egemenlikten taviz değil, onu ulusal savunmanın tüm bileşenlerine yaymaktır.
Bu modelin başarısı için siyasal uzlaşma, kapsamlı diyalogla hazırlanacak bir “ulusal güvenlik belgesi”, ana siyasi güçlerin temsil edildiği bir Ulusal Savunma Konseyi ve bilgi paylaşımıyla ortak acil durum planlarını yönetecek eşgüdüm mekanizmaları gerekir. En önemli koşul ise silahın iç siyasette kullanılmayacağına dair mutabakatın açık biçimde teyit edilmesidir.
1701 sayılı kararın başarısızlığı, “ordu-direniş” ikiliğini temel almasıydı. İsrail çekilmedi, buna rağmen Lübnan’dan direnişin silahsızlandırılması talep edildi. Gerçeklerden kopuk bu yaklaşım uygulamada çöktü. Bugün etkili bir strateji, teorik kalıplarla değil, sahadaki gerçekliği kabul ederek inşa edilebilir.
Beşinci: Ulusal güvenlik stratejisinin çok boyutlu alanları
Askeri düzeyde, ordunun profesyonel bir kurum olarak geliştirilmesi, kara ve deniz savunmasına öncelik verilmesi, caydırıcı unsur olarak füze ve insansız sistemlerin korunması gerekir. Olağanüstü durumlarda tek merkezden yönetim sağlayacak birleşik bir ulusal harekât merkezi kurulmalıdır.
Ekonomik düzeyde, güvenlik ve ekonomi arasındaki ilişkiyi kurmak şarttır. Petrol ve gaz gelirlerinin (üretim başladığında) bir kısmı Ulusal Güvenlik Fonuna yönlendirilmeli, savunma harcamaları rasyonelleştirilmeli ve ikili kaynak israfı önlenmelidir. Çin, Rusya ve Hindistan gibi koşulsuz ortaklarla stratejik işbirlikleri bu çerçevede değerlendirilebilir.
Siyasî ve diplomatik düzeyde, İsrail’e karşı ulusal söylemin birleştirilmesi, Birleşmiş Milletler nezdinde ihlallerin belgelenmesi ve Lübnan’ın bölgesel kutuplaşmalara sürüklenmeden egemenlik haklarını savunacak ittifaklar kurması gereklidir.
Toplumsal düzeyde ise eğitim ve medya yoluyla ulusal aidiyetin güçlendirilmesi, sivil savunma bilincinin (ilk yardım, tahliye, dayanıklılık) yaygınlaştırılması ve yurttaşla ordu arasında güven köprülerinin inşa edilmesi önemlidir.
Sonuç
Lübnan, ulusal güvenlik meselesinde bekleme ya da deneme-yanılma lüksüne sahip değil. İsrail tehdidi varoluşsaldır ve yanıt stratejik olmalıdır. Ekonomik çöküş, savunmayı ordunun omuzlarına bırakmayan hibrit bir model -nizami ve gayri nizami güçlerin tamamlayıcı birlikteliği- gerektiriyor.
Direniş artık “geçici bir olgu” değil; toplumsal, kültürel ve güvenliksel bir gerçekliktir. Bu gerçeği ideolojik inkârla değil, kurumsal rasyonellikle ele almak gerekir. Lübnan’ın bütüncül bir ulusal güvenlik stratejisi inşa edebilmesi, siyasal cesaret, ulusal uzlaşı ve uzun vadeli vizyon ister; ülkenin selameti, dar hizip çıkarlarının ötesine geçmeyi zorunlu kılar.
Çeviri: YDH