Lübnan Başbakanı Nevaf Selam, İsrail’in ihlallerine karşı diplomatik ve siyasi yolların tek çözüm olduğunu belirterek, ülkesinin BM kararlarına bağlılığını yineledi. Hizbullah’ın Lübnan direnişindeki rolünü kabul eden Selam, Arap ülkeleriyle ilişkilerin onarılması, Suriye ve İran’la karşılıklı saygıya dayalı yeni bir sayfa açılması çağrısında bulundu.
YDH- Lübnan Başbakanı Nevaf Selam, el-Meyadin’e verdiği özel röportajda, İsrail’in ihlallerinden BM kararlarının uygulanmasına, diplomatik müzakerelerden Hizbullah’ın rolüne, Arap ülkeleriyle ilişkilerin yeniden tesisinden İran ve Suriye politikalarına kadar uzanan geniş bir yelpazede değerlendirmelerde bulunarak, Lübnan’ın egemenliğini koruma ve uluslararası meşruiyet zemininde barışı sağlama kararlılığını vurguladı.
Lübnan Başbakanı Nevaf Selam, “Lübnan hükümeti kurulduğu günden bu yana, İsrail’in ihlallerini durdurması, Lübnan’dan tamamen çekilmesi ve Lübnanlı tutukluların serbest bırakılması için tüm bölgesel ve uluslararası güçleri harekete geçirmeliydi” dedi.
Diplomatik yolların şimdiye dek “verimli olmadığını” kabul eden Selam, “Diplomatik ve siyasi yolları henüz tüketmedik. İşler zaman alabilir ama bugün için tek seçeneğimiz bu. Başka bir yol görmüyorum,” ifadelerini kullandı.
Nevaf Selam, Lübnan’ın 1701 sayılı BM Kararı, geçen kasımda ilan edilen ateşkes, Cumhurbaşkanı’nın yemin töreninde yaptığı konuşma, bakanlar bildirisi ve Taif Anlaşması başta olmak üzere tüm ulusal ve uluslararası taahhütlerine bağlılığını yineledi.
ABD temsilcisi Thomas Barrack’ın, “Lübnan’ın müzakereler dışında seçeneği yok” yönündeki sözlerine yanıt veren Selam, “Onun kuralları olabilir ama bizim de ilkelerimiz var,” dedi.
Selam, güç dengesinin yalnızca askeri değil, aynı zamanda siyasi ve diplomatik bir denge olduğunu vurgulayarak şöyle devam etti:
“Eğer bu dengeye güvenmek etkili olmasaydı, insanlar Birleşmiş Milletler’e başvurmaz, New York Deklarasyonu’nu yayınlamaya çalışmaz, Filistin’i tanıyan ülke sayısı artmazdı. Uluslararası Adalet Divanı ve Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne de gitmezdik.”
“Bu çabaların bir gecede sonuç vermesi mümkün değil,” diyen Selam, kamuoyundaki değişimin Filistin’i tanıyan ülkelerin artmasında olduğu gibi, devletlerin tutumlarına da yansıdığına inandığını belirtti.
Selam, İsrail’in Lübnan’dan çekilmesi, esirlerin serbest bırakılması ve ülkenin egemenliğine yönelik ihlallerin durdurulması için tüm diplomatik ve siyasi kanalların eşzamanlı olarak harekete geçirildiğini vurguladı:
“İsrail, düşmanlıkların sona erdiğini ilan eden anlaşmaya uymadı. Lübnan ise bu süreçte hiçbir askeri eyleme başvurmadı. Ancak anlaşma yalnızca çatışmaların sona ermesini değil, silahların devlet otoritesiyle sınırlandırılmasını da öngörüyor. Silah taşıma yetkisine sahip altı kurum —Lübnan Ordusu, İç Güvenlik Kuvvetleri, Devlet Güvenliği, Genel Güvenlik, Gümrük ve Belediyeler— açıkça tanımlanmış durumda. Bu süreci henüz tamamlamadık ama yeniden rayına oturttuk. Bu, Lübnan’ın uzun süredir talep ettiği ve Taif Anlaşması’nın ayrılmaz bir parçası olan bir adımdır.”
Selam, İsrail’in anlaşmayı uygulaması konusunda görüşmelere başlandığını doğrulayarak, “Bu süreci yürüyüşlerle ve temaslarla başlattık,” dedi ve ekledi:
“Bugün bir savaşın içindeyiz; bir yıpratma savaşı. Bir gün tırmanıyor, ertesi gün yavaşlıyor. Bu savaşın tırmanmasını önlemek için elimizden gelen her şeyi yapıyoruz. Amacımız, İsrail’in geri çekilmesini sağlamak ve saldırıların durmasını temin etmek.”
Başbakan sözlerini şöyle sürdürdü:
“Görevimizi yapmalıyız. Bu sadece Lübnan’ın değil, Arap kardeşlerimiz ve dost ülkelerle birlikte yürüttüğümüz geniş bir diplomatik mücadele. Bir iki günde sonuç alınacak bir süreç değil, ama yetmiş yıl daha bekleyeceğiz de demiyorum.”
Selam, “27 Kasım anlaşması” kapsamında oluşturulan mekanizmanın aktif olduğunu, Fransa, ABD, İsrail ve BM temsilcilerinin de dahil olduğu üçlü müzakere çerçevesinde yer alacaklarını belirtti.
Dolaylı müzakerelerle ilgili bir soruya, “Bu yeni bir şey değil,” yanıtını veren Selam, mevcut mekanizmaların müzakere için uygun olduğunu, ancak müzakere konularının sınırlarının açıkça belirlenmesi gerektiğini ifade etti:
“1701 sayılı kararın kurallarını yeniden tartışamayız. Ateşkes, İsrail’in işgal ettiği bölgelerden çekilmesi veya tutukluların serbest bırakılması konuları müzakere edilemez. Bunlar aksiyomdur. Ancak bu kararların nasıl uygulanacağını konuşabiliriz.”
“Kimse müzakere fikrini reddetmiyor,” diyen Selam, “Ama bu müzakerelerin arkasında bir güç olmalı. Asıl güç, Lübnanlıların iç birliğidir,” ifadesini kullandı.
Birleşmiş Milletler’in varlığında ısrar etmelerinin nedenini açıklarken, “Çünkü BM uluslararası hukuku temsil ediyor ve bu hukuk bizim çıkarımıza. Biz zayıf tarafız, bu yüzden uluslararası meşruiyete ve dostlarımızın desteğine ihtiyacımız var,” dedi.
İsrail’le doğrudan müzakere olasılığına ilişkin olarak ise, “Şimdilik bu planlarımız arasında yok. Her şey koşullara bağlı. Borsa oynar gibi davranamayız,” yanıtını verdi.
Selam, Arap Barış Girişimine bağlılıklarını yineleyerek şöyle dedi:
“Normalleşme barış sürecini takip eder. 2002 Beyrut Zirvesi’nde kabul edilen Arap Barış Girişimi yürürlüğe girer, İsrail 1967’de işgal ettiği topraklardan çekilir ve başkenti Doğu Kudüs olan bir Filistin devleti kurulursa, o zaman yeni gelişmeler konuşulabilir. Şu anda o noktadan çok uzağız.”
Selam, “Barıştan yanayız, ama sürdürülebilir bir barış ancak Arap Barış Girişimi’nde belirtilen adalet ve hakkaniyet ilkelerine dayanabilir. Normalleşme, bu adımların ardından gelir,” ifadelerini kullandı.
Hizbullah’ın silahsızlandırılması konusuna değinen Selam, “Ben silahsızlanma veya silahların teslim edilmesinden bahsetmiyorum. Taif Anlaşması’nın terimlerini kullanıyorum: Devlet otoritesinin genişletilmesi. Lübnan devleti, kendi kurumları aracılığıyla otoritesini ülkenin tamamına yayabilmelidir,” dedi.
Lübnan direnişinin Güney Lübnan’ın kurtuluşundaki rolünü vurgulayan Selam, “Lübnan direnişi olmasaydı, İsrail 2000 yılında çekilmezdi. O yıllarda direnişin ana unsuru Hizbullah’tı,” dedi ve devam etti:
“Gerçeği inkâr eden, Hizbullah’ın Lübnan’ın kurtuluşundaki rolünü teslim etmeyen kişidir. Ancak bunun yanında ikinci bir kanaatim daha var: Lübnan’a taşıyabileceğinden fazlası yüklenmemeli. ‘Destek savaşı’ adı verilen süreç, ülkeye fazlasıyla yük getirdi; kurtuluşun ardından birçok köy işgal edildi, binlerce ev yıkıldı, on binlerce insan yerinden edildi.”
Selam, Hizbullah’ın köklü bir Lübnan partisi olduğunu ve “kapısının onlara her zaman açık olduğunu” vurgulayarak, yeniden yapılanma sürecinin silahsızlanmayla ilişkilendirilmemesi gerektiğini belirtti.
Arap ülkeleriyle ilişkiler konusuna da değinen Selam, “Göreve gelirken kendime koyduğum önceliklerden biri Lübnan’ın Arap kardeşleriyle ilişkilerini yeniden tesis etmekti. Suudi Arabistan, BAE ve diğer Arap ülkeleriyle bağlarımızı onarmak için çalıştık; Lübnan’ın Arap dünyasına dönüşünü sağladık. Şimdi Arap dünyasının da Lübnan’a geri dönmesini bekliyoruz,” dedi.
Suudi Arabistan’ın tutumuna ilişkin soruya, “Buna olumsuz demek istemem. Ordu ve güvenlik güçlerimizi desteklemek amacıyla Fransa ile ortak bir konferans hazırlığı yürütüyoruz. Ayrıca, Suudi Arabistanlı kardeşlerimizle seyahat yasağını ve ihracat kısıtlamalarını kaldırmak için çalışıyoruz,” yanıtını verdi.
İran ve Suriye ile ilişkiler hakkındaki soruyu ise şöyle yanıtladı:
“İran’la en iyi ilişkileri sürdürmek isteriz ancak bu ilişkiler karşılıklı saygı ve içişlerine karışmama temeli üzerine kurulmalı. Aynı şekilde Suriye’ye de bunu söyledim: Geçmişte iki ülke de birbirinin iç işlerine karışmaktan zarar gördü. Şimdi yeni bir sayfa açma zamanı; karşılıklı saygı ve bağımsızlık temelinde ilişkiler kurmalıyız.”
Selam, uyuşturucu kaçakçılığıyla mücadele kapsamında Lübnan-Suriye sınırında ortak bir operasyon merkezi kurulduğunu, Suriyeli tutuklular konusunda da serbest bırakılacak veya yargı süreci devam eden kişilerin belirlenmesi için görüşmelerin sürdüğünü aktardı.
Son olarak, parlamento seçimlerinin zamanında yapılacağını belirterek, “Seçimlere katılmayacağım ve sürece doğrudan ya da dolaylı şekilde müdahale etmeyeceğim,” dedi.