ABD, bölgesel alt sistemleri—özellikle Arap Levant’ından Mağrip’e kadar uzanan geniş Orta Doğu mimarisini—İran’dan Körfez’e kadar olan stratejik hattıyla uyumlu hâle getirmeye çalışıyor. Güç ve örtük tehditler, Lübnan’ı İsrail-Amerikan şartlarını kabul etmeye zorlamak için kullanılıyor.
YDH- El-Meyadin yazarlarından Leyla Nikola, ABD’nin Lübnan’daki rolünün sadece gözlemci veya diplomatik arabuluculukla sınırlı kalmayıp sahada doğrudan ve stratejik bir aktör hâline geldiğini vurguladığı yazısında, söz konusu rol değişiminin, İsrail’in operasyonlarını desteklemek, Lübnan’daki güç dengelerini şekillendirmek ve bölgesel hegemonyayı pekiştirmek amacıyla gerçekleştiğini öne çıkarıyor.
İsrail’in Kan Kanalı, İsrailli yetkililerin Safed’deki Kuzey Komutanlığı karargahında Amerikalı subaylarla birlikte bulunduğunu ve Lübnan’daki operasyonları gerçek zamanlı olarak izlediğini duyurdu. Bu durum, Lübnan’daki askeri hareketlerin Washington ile koordineli yürütüldüğünü ortaya koyuyor.
Son aylarda ABD’nin Lübnan sahasındaki rolü niteliksel bir dönüşüm geçirdi. Geleneksel bir “diplomatik arabulucu” pozisyonundan çıkarak, Lübnan-İsrail cephesinde güç dengesini belirleyen “doğrudan ortak” konumuna yükseldi.
ABD, bölgesel alt sistemleri—özellikle Arap Levant’ından Mağrip’e kadar uzanan geniş Orta Doğu mimarisini—İran’dan Körfez’e kadar olan stratejik hattıyla uyumlu hâle getirmeye çalışıyor.
Gazze’de ateşkes ilanından bu yana Amerikan müdahalesi daha karmaşık ve stratejik bir nitelik kazandı. Bu süreci dört temel eksende değerlendirmek mümkün:
1. Caydırıcılık mühendisliği ve sistem yönetimine geçiş: Safed’deki Amerikan birlikleri, ateşkes komitesi yönetimi ve Gazze sınırındaki gözlem faaliyetleri, ABD’nin gözlemci pozisyonundan “sistem yöneticisi” konumuna geçişini simgeliyor.
Washington artık sadece İsrail’e siyasi, askeri ve istihbarat desteği sunmakla kalmıyor; angajman kurallarının belirlenmesi ve ateşkesin izlenmesinde aktif bir aktör haline geliyor.
Bu rol, geleneksel kriz yönetimini aşarak, süper gücün stratejik ortamı şekillendirdiği, izin verilen ile verilmeyen arasını belirlediği bir “stratejik mühendislik” biçimine evriliyor.
ABD’nin askeri ve diplomatik varlığı, misilleme tehditleri ve Lübnan’a doğrudan müzakere baskısıyla bir “vekalet caydırıcılığı” uyguluyor.
Bu yaklaşım, Lübnan halkını Amerikan şartlarını kabul etmeye ve Hizbullah’ı silahsızlandırmaya zorlayan bir kontrol mekanizması işlevi görüyor.
2. Zorlayıcı diplomasi: ABD, uluslararası ilişkiler literatüründe “zorlayıcı diplomasi” olarak tanımlanan, savaş başvurmadan siyasi hedeflere ulaşma yöntemini uyguluyor.
Thomas Barrack ve Morgan Ortagus gibi temsilciler aracılığıyla Lübnan’a yeni bir müzakere ritmi dayatılıyor.
Sınır belirleme ve 1701 Sayılı Karar’ın uygulanması gibi meseleler, yalnızca Lübnan-İsrail sorununa değil, daha geniş Amerikan stratejisinin bir parçasına dönüştürülüyor.
Güç ve örtük tehditler, Lübnan’ı İsrail-Amerikan şartlarını kabul etmeye zorlamak için kullanılıyor.
3. Bir hegemonya stratejisi olarak tehditler: ABD’nin gözünde Lübnan, İran’ın etkisini azaltma ve direniş eksenini çözme stratejisinin bir bileşeni olmaya devam ediyor.
Bu bağlamda Amerikalıların dengeleyici tavrı, tehditleri ortadan kaldırmak yerine “tehdit yönetimi” amacını taşıyor. Washington, kapsamlı bir savaş istemediğini, fakat Lübnan’da gerçek bir barış arayışına girmediğini; ölçülü bir gerilim ortamını tercih ettiğini net biçimde ortaya koyuyor.
Bu bilinçli denge, uluslararası ilişkilerde “dolaylı hegemonya” olarak adlandırılan, bölgesel düzenin ve çatışma yönünün kontrol altında tutulduğu bir gerilim modeli yaratıyor. Lübnan, bölgesel ve küresel güç mücadelesinde bir “baskı kartı” haline getiriliyor.
4. Hegemonya aracı olarak algıda mühendislik: Şiddetli psikolojik ve medya savaşı, ateşkesten bu yana devam eden İsrail saldırganlığını tamamlıyor.
Hizbullah silahsızlandırılmazsa, Lübnanlılar büyük bir İsrail savaşı, yaptırımlar ve abluka tehdidiyle yüzleşecek. Bu söylem, Antonio Gramsci’nin “hegemonik an” kavramına uygun biçimde, süper gücün şartlarının toplumsal olarak mantıklı ve tek seçenek olarak kabul edilmesini hedefliyor.
Washington, kamuoyunu ikili bir söylemle yönlendiriyor: Lübnan’da istikrarı desteklediğini ilan ederken, İsrail saldırılarını “savunma amaçlı” olarak sunuyor. Böylece, herhangi bir çözümün Washington onaylı olması “mantıklı ve arzu edilir” kılınıyor ve Lübnanlılar fiilen İsrail’in şartlarına tabi oluyor.
Özetle, Kasım 2024 ateşkesinden bu yana Amerikan rolü, Lübnan’ı gözetim altında tutarak “bağımlı istikrar” yaratmayı hedefleyen bir “koordinatör-yönetici” konumuna evrildi.
Bu istikrar, ABD’nin jeopolitik çıkarlarını ve İsrail’in bölgesel hegemonyasını destekliyor; ancak Lübnanlıların çıkarına hizmet etmiyor ve adil, sürdürülebilir bir barış yaratmıyor.
Çeviri: YDH