''Doğrudan askeri çatışmaya girmemeyi ve diplomasi yoluyla gerilimi azaltmayı tercih eden Moskova, ilişkileri tamamen koparmaktan kaçınıyor ve İran ile İsrail arasında denge politikası izliyor. Ancak son yıllarda Rusya, İsrail’i Batı sisteminin ayrılmaz bir parçası olarak görmeyi bırakmak zorunda kaldı.''
YDH- El-Ahbar yazarlarından Reem Hani, Rusya-İsrail ilişkilerinin güncel durumuna odaklandığı yazısında, iki ülke arasındaki özellikle Ukrayna ve Gazze savaşları çerçevesinde yaşanan gerilimleri tartışıyor. Moskova’nın, İsrail ile doğrudan çatışmaktan kaçınmak için denge siyaseti yürüttüğünü vurgulayan Hani, uluslararası arenada Rusya’nın İsrail’e yönelik eleştirilerinin, aynı zamanda diplomasiye devam etme çabası olduğunun altını çiziyor.
Rusya, Orta Doğu ülkeleri ve İsrail ile ilişkilerinde çeşitli sebeplerle “denge” politikası izlemeye devam ediyor. Bu stratejinin temel nedenlerinden biri, bazı Rus siyaset yapıcılarının İsrail’i sadece ABD’nin bir “müttefiki” veya “tabi”si olarak değil, aynı zamanda “bağımsız bir bölgesel aktör” olarak görmeleridir.
Üstelik, İsrail’de siyasi ve finans çevreleriyle sıkı bağlara sahip, aralarında önemli oligarkların da bulunduğu yaklaşık bir milyon kişilik büyük bir Rusça konuşan Yahudi topluluğu bulunmaktadır.
Primakov Dünya Ekonomisi ve Uluslararası İlişkiler Enstitüsü’ne (IMEMO) bağlı Orta Doğu Araştırmaları Merkezi’nde uzman ve kıdemli araştırmacı olan Nikolay Sukhov’un el-Ahbar’a verdiği röportajda vurguladığı gibi, buna Suriye’de sürdürülen “askeri koordinasyon” ihtiyacı ve iki taraf arasındaki mevcut ekonomik ve teknolojik ilişkiler de eklenmektedir.
Ancak Rusya, Orta Doğu ve Avrupa’daki birçok çatışmanın ön cephesinde yer almasına rağmen, son yıllarda İsrail’i Batı sisteminin ayrılmaz bir parçası olarak ve Moskova’nın yerine geçmeyi hedeflediğini iddia ettiği mevcut uluslararası düzenin ayrılmaz bir unsuru olarak görmekten vazgeçmek zorunda kaldı.
Bu durum, özellikle Ukrayna ve Gazze’deki savaşların etkisiyle, Rusya’nın zararları kontrol altında tutma çabalarına rağmen, Rusya-İsrail ilişkilerinde daha önce benzeri görülmemiş çatlaklara yol açtı.
Bu dönüm noktalarından en kayda değer olanı, 2022’de Rusya Adalet Bakanlığı’nın Rusya’daki Yahudi Ajansı’nı kapatma niyetini açıklamasıydı. Bakanlık, ajansın Rus vatandaşlarının verilerini gizlilik ihlali teşkil edecek şekilde topladığı, sakladığı ve aktardığını, ayrıca İsrail’e göçü teşvik ederek Rus yasalarını çiğnediğini iddia ederek ajansa dava açtı.
Ajansın İcra Direktörü Amira Aharnoviç, Ukraynalı Yahudi mülteci krizinin “Holokost’tan bu yana en büyük kriz” olduğunu vurgulamış; Rusya’nın bu dönemdeki tepkilerinin ise Moskova’nın, İsrail’in Kiev’e verdiği desteğe duyduğu öfkeyi yansıttığını belirtmişti.
Ajans temsilcilerinin dava sürecini geciktirmesine rağmen, Nikolay Sukhov, “2022’den beri Rusya’daki faaliyetlerinin idari olarak kısıtlandığını” ve yetkililerin İsrail’e siyasi mesaj vermek amacıyla yasal yolları kullandığını ifade etti.
Bu baskı nedeniyle ajans, faaliyetlerini sınırlı tutmak zorunda kaldı. Sukhov, bu durumun “ilişkilerde çatlaklara işaret ettiğini, ancak tam bir kopuş anlamına gelmediğini” vurguladı.
UNRWA krizinin patlak vermesinden önce, Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un 1 Mayıs 2022’de İtalyan bir medya kuruluşuna verdiği röportajda yaptığı açıklamalar, İsrail-Rusya ilişkilerinde zaten belirgin bir gerilime yol açmıştı.
Lavrov, “Adolf Hitler’in Yahudi kökenleri vardı; yine de Nazi kanı taşıyordu.” diyerek Vladimir Zelenski’nin Yahudi kökeninin Ukrayna’daki “Nazi unsurlarının” varlığını ortadan kaldırmadığını ima etmişti.
İsrail Dışişleri Bakanı Yair Lapid, bu yorumları “utanmaz ve affedilemez” olarak kınarken, Rusya Dışişleri Bakanlığı da Lavrov’un sözlerini sosyal medyada yeniden paylaşarak doğruluğunu teyit etti.
Ukrayna-Rusya çatışmasının ötesinde, hem Rusya hem de Çin, Gazze’deki savaşı sona erdirmeyi amaçlayan ABD destekli Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarını, İsrail lehine önyargılı oldukları gerekçesiyle veto etti.
Moskova ise, derhal ve koşulsuz ateşkes ile insani yardıma daha geniş erişim çağrısında bulunan alternatif bir kararı kabul etti.
Dahası, Moskova, tarihsel olarak “Filistin sorunu”na tek çözüm olarak “Filistin devleti” maddesine bağlı kalmasına rağmen, Benyamin Netanyahu hükümetinin Gazze savaşının başlangıcından itibaren sergilediği tutum, Rus yetkililer arasında ciddi endişelere yol açtı.
Örneğin, Lavrov daha önce İsrail’in “Gazze’de sivillerin bulunmadığı” yönündeki açıklamalarını “korkutucu” olarak nitelendirmiş ve dünyanın büyük çoğunluğunun “İsrail’in eylemlerinin uluslararası insancıl hukuku ihlal ettiğini” vurguladığını belirtmişti.
Ancak Lavrov, bu durumu “terörizm” olarak tanımlamaktan ya da Birleşmiş Milletler uzmanlarının oybirliğiyle kasıtlı olarak gerçekleştirildiği konusunda hemfikir olduğu soykırım şeklinde değerlendirmekten dikkatle kaçındı.
Bu çerçevede, Rus uzman, “Ukrayna’daki çatışmanın ve İsrail’in Gazze’deki operasyonlarının başlamasından sonra, Tel Aviv ile Moskova arasındaki ilişkilerin hem soğuk hem de pragmatik bir düzeye indiğine” inanıyor.
Sukhov, siyasi güvenin zayıf olduğu bu ortamda iletişim kanallarının açık tutulduğunu vurgulayarak, Kremlin’in “Filistin ve Suriye dosyalarıyla bağlantılı olarak İsrail’i eleştirmenin, Rusya’nın Batı karşıtı söyleminin bir parçası haline geldiğini” ifade ettiğini belirtiyor.
Moskova’nın gelişmelerin “küresel bağlamını göz ardı etmesinin” mümkün olmadığını kaydeden Sukhov Rusya’nın ilişkileri tamamen koparma noktasına gelmekten kaçınarak, İran ve İsrail ile ilişkileri dengelemeye çalıştığını söylüyor.
Özellikle Ukrayna, İran ve Suriye gibi hassas dosyalarda, Rusya’nın “İsrail’i Batı bloğunun bir parçası olarak gördüğü bir dönemde, Batı ile yaşadığı çatışmayı İsrail’le olan ilişkilerinden tamamen ayrı tutamadığını” vurguluyor.
Potansiyel savaş
Yukarıdakiler ışığında ve İsrail’in İran da dahil olmak üzere çeşitli cephelerde savaşları yeniden başlatma olasılığına dair artan uyarılar arasında, Sukhov da dahil birçok gözlemci, “Rusya’nın doğrudan bir askeri çatışmaya girmesinin pek olası olmadığını; bunun yerine diplomasi ve arabuluculuk yoluyla gerilimi azaltmaya yöneleceğini” öngörüyor.
Aynı zamanda Moskova, İran, Suriye, İsrail ve Hizbullah gibi tüm taraflarla iletişim kanallarını açık tutmaya çalışıyor. Dolayısıyla, yukarıda bahsedilen senaryo gerçekleşirse, Moskova’nın “Suriye ve İran’ın büyük bir savaşa sürüklenmesini önlemek, bölgesel çıkarlarını korumak” ve İsrail ile doğrudan çatışmaktan kaçınmak amacıyla Birleşmiş Milletler ve Astana süreci gibi bölgesel platformlar aracılığıyla diplomatik çabalarını yoğunlaştırması muhtemel görünüyor.
Rusya’yı olası bir savaşa müdahale etmekten alıkoyabilecek en önemli faktörlerden biri, kaynaklarının büyük bölümünün şu anda Ukrayna cephesinde yoğunlaşmış olması ve bunun da çatışmanın başlangıcından beri silah ihracatını kısıtlamasına neden olmasıdır.
İran cephesine gelince, çeşitli analizler Ukrayna savaşının Rusya ile İran arasındaki ilişkilerin doğasını kökten değiştirdiğini; özellikle Tahran’ın Moskova’ya askeri ve mali destek sağlaması ve Washington liderliğindeki mevcut dünya düzenine meydan okuma ve dönüştürme konusundaki ortak çıkarlar çerçevesinde bu iş birliğinin güçlendiğini gösteriyor.
Bu durum, ABD’nin gelecekte bu ilişkinin değişeceğini beklememesi gerektiğini işaret ediyor. Rusya-İran arasındaki savunma, ekonomi ve siyasi iş birliği, her iki tarafın farklı hedefler peşinde koşmasına rağmen çıkarların tam olarak örtüşmemesine rağmen, artık iki ülkeyi birbirinden ayırmak neredeyse imkânsız hale gelmiştir.
Popüler dönüşüm
Geçtiğimiz yaz Rusya’ya gerçekleştirdiği bir ziyarette, el-Ahbar’a verdiği röportajda görüşme fırsatı bulan önde gelen bir uzman, İsrail’in Gazze Şeridi’ndeki uygulamalarına duyduğu şaşkınlığı dile getirerek, İsrail’in burada tam olarak neyi amaçladığını sorguladı.
Aldığı yanıt ise, kuruluşun amacının, Filistin topraklarının geri kalanı için planlanan aynı strateji çerçevesinde Gazze Şeridi’ni işgal etmek ve sakinlerini yerinden etmek olduğu yönündeydi.
Uzman, böyle bir analizi iki yıl önce duymuş olsaydı, bunu dile getirenleri “çılgın” olarak nitelendireceğini ancak bugün bu görüşe daha fazla inanma eğiliminde olduğunu ifade etti.
Her halükarda, İsrail’in uyguladığı vahşete ilişkin dünya genelindeki kamuoyundaki değişimin, Rus uzmanları ve vatandaşları etkilememiş olması şaşırtıcı değil.
Kamuoyu yoklamaları ve sosyal araştırmalar konusunda uzmanlaşmış önde gelen Rus sivil toplum kuruluşu Levada Center’ın, savaşın başlamasından bir yıl sonra yayımladığı rapor, Rusların çoğunluğunun (%59) “İsrail’in çok ileri gittiğine ve askeri eylemlerinin haksız olduğuna” inandığını ortaya koydu.
Raporda ayrıca, Rusların yarısının (%51) İsrail’e karşı olumsuz bir görüşe sahip olduğu; bu oranın 2018’e kıyasla %34 artış gösterdiği ve 55 yaş üstü kişilerde %60’a yükseldiği belirtildi.
Buna karşılık, katılımcıların %27’si İsrail’e karşı olumlu bir görüş taşırken, bu oran 2018’e göre %32 azalmış durumda.
Çeviri: YDH